tag:blogger.com,1999:blog-87578462024-03-04T21:50:31.257-07:00Siyaset ve ToplumLeventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comBlogger27125tag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-35490166512827815842019-03-30T15:00:00.002-06:002019-03-30T15:02:11.124-06:00<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<br />
<br />
SEÇMENLERİMİZE, ÖZELLİKLE DE GENÇLERİMİZE ÇAĞRI<br />
<br />
<br />
<img alt="Görüntünün olası içeriÄi: 2 kiÅi, ayakta duran insanlar" src="https://scontent-vie1-1.xx.fbcdn.net/v/t1.0-9/55744512_2001008820021184_8475350070043082752_n.jpg?_nc_cat=107&_nc_ht=scontent-vie1-1.xx&oh=a2fae6c264631d5a73c534575904903d&oe=5D0C818B" /><br />
<br />
<br />
<br />
AKP içinde en sağduyulu bildiklerimiz bile millî birlik ve bütünlüğümüzü tehdit eder mahiyette ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı ve şeytanlaştırıcı bir üslubu benimsemiş bir görüntü sunmaktadırlar.<br />
<br />
Bu haliyle iktidar partisi tamamen bir umutsuz vaka görüntüsü sunmaktadır. Tekrar kredi verilebilecek hiç bir hali kalmamış durumdadır.<br />
<br />
<br />
Sevgili kararsız seçmenlerimiz:<br />
<br />
Bu şartlar altında kararsız kalma lüksümüz maalesef yok. Mutlaka bu seçimlerde oy kullanmalıyız.<br />
Artık faturayı kesme zamanıdır.<br />
<br />
<span style="background-color: white; color: #1d2129; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif; font-size: 14px;">Oy vermemek, her geçen gün kendini perçinleştiren mağduriyetler yaratan bir gidişata dolaylı olarak destek verme ve bir çeşit kendini kurban olarak sunma halidir.</span><br />
<br />
Unutmayınız:<br />
İçinde bulunduğumuz şartlarda, aynı ittifakın içinde yer alan MHP'ye oy vermekle AKP'ye oy vermek arasında da bir fark kalmamıştır.<br />
MHP ve AKP oluşturdukları iktidar bloğu sayesinde etle tırnak hale gelmişlerdir.<br />
<br />
Sevgili gençlerimiz:<br />
Çoğunuz, 17 yıldır devam etmekte olan bir iktidar sayesinde bu ülkeden ve gelecekten umudu kesmiş hale getirildiniz.<br />
Bunu 5 yıllık üniversite hocalığım sırasında ve yaptığımız seçim kampanyası sürecinde de gözlemledim.<br />
Bir çoğunuz eğitim hayatınızın tamamını veya büyük bir kısmını 17 yıllık AKP döneminde yaşadınız. Sizlerin içinde bulunduğu umutsuz durum hakkında mevcut iktidarın hiç bir mazeret üretecek hâli kalmamıştır.<br />
<br />
Çoğunuz aklı erdiğinden beri, AKP'den başka bir iktidar görmedi.<br />
Sandığa gitmemek sizi gelecekten ve ülkeden umut keser hale getirenleri ödüllendirmektir.<br />
Bu seçim gençlerin seçimidir.<br />
<br />
Sevgili gençlerimiz:<br />
Sizleri bu ülkeden ve gelecekten umut keser hale getirmiş AKP ve ortağı MHP'ye bu seçimde mutlaka bir ikaz göndermeniz gerekmektedir.<br />
Ayrımcılığın, kayırmacılığın ve partizanlığın adresi olmuş bu iktidar bloğundan size hiç bir hayır gelmez.<br />
<br />
Bu seçim kesinlikle bir hesap sorma seçimidir.<br />
Eğer bu seçimde hesap soramazsanız, belki bir nesil daha sorma imkanı bulamayacaksınız.<br />
.<br />
<br />
İktidar bloğunun baskıcı/otoriter eğilimi artık bütün çıplaklığıyla ortadadır. Mızrak çuvala sığmaz hale gelmiştir.<br />
Mazeret üretecek zaman kalmamıştır.<br />
<br />
Sadece mutfaktaki ve cepteki yangın değil tek sorunumuz.<br />
Bu ülkede artık hukukun üstünlüğünden söz etmek de imkansız hale gelmiştir.<br />
<br />
Düşünme ve kendimizi ifade etme özgürlüğümüzün alanı da her geçen gün daraltılmaktadır.<br />
<br />
Medyanın yüzde 95'i üzerinde tekel kurmuş olan iktidar, adeta bütün toplumu ahmaklaştırma deneyiminin kobayları durumuna sokmuştur.<br />
<br />
Kendisi için mübah olan herşeyi, iktidar, medyası sayesinde başkasına haram kılmaktadır.<br />
Kendisi aynı nitelikte kişileri milletvekili, MKYK üyesi, belediye başkanı vs yaparken, muhalefet için bu tip kişileri encümen listesinde bulundurmak teröre hizmet sayılmaktadır.<br />
<br />
Bu seçimde iktidar bloğuna gösterilen kuvvetli bir ikaz aynı zamanda Kirli Havuz Medyası yoluyla ahmaklaştırılmaya da dur demek olacaktır.<br />
<br />
<br />
LEVENT BAŞTÜRK<br />
SAADET PARTİSİ ESKİŞEHİR BBB ADAYI</div>
Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-6177219527680512422019-02-03T06:01:00.001-07:002019-02-03T14:58:47.860-07:00S.P. ESKİŞEHİR B.B.B. Adayı LEVENT BAŞTÜRK'ün 3 Şubat 2019 Tarihli Basın Açıklaması: AK PARTİ 1994 RUHUNU GASPEDEMEYECEKTİR! <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background-color: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 16px; letter-spacing: 0.266667px;">AK PARTİ 1994 RUHUNU GASPEDEMEYECEKTİR! </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqUKKQ72lZxctxzKv26HJgkKJAGDmwhmoGkPyWUBzOWD1BwdpjRFG4PMlQJJIJOhDgHuX6urMKSLsJKZV6anWVNNdMydWZp3sZgwyE6fxhsJjntGVqE8_VwoUBC_PidrAQoeQc-g/s1600/Screenshot_20190203-160700%257E2.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1021" data-original-width="1540" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqUKKQ72lZxctxzKv26HJgkKJAGDmwhmoGkPyWUBzOWD1BwdpjRFG4PMlQJJIJOhDgHuX6urMKSLsJKZV6anWVNNdMydWZp3sZgwyE6fxhsJjntGVqE8_VwoUBC_PidrAQoeQc-g/s320/Screenshot_20190203-160700%257E2.png" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">Değerli Basın Mensupları, hoşgeldiniz. Hepinizi en samimi duygularımla selamlıyorum. Hepinize yakın bir gelecekte, basının üzerindeki kısıtlamaların kalktığı özgür bir Türkiye’de mesleğinizi icra etmenizi temenni ediyorum.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">2002’den bugüne Türkiye’yi yönetmekte olan AK Parti hükümetleri defalarca birbirine zıt düşen davranışlarda ve söylemlerde bulunmuştur. Özellikle son 4-5 yıl içinde bu birbirine zıt davranışları ve söylemleri aynı gün içinde bile gözlemlemek mümkün olmaktadır. Örneğin, 23 Ocak 2019 günü, bu günlerden biridir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya ziyaretindedir. O gün Türkiye hükümeti, Venezuela Devlet Başkanı’na “Kardeşim Maduro, dik dur eğilme, ABD’ye karşı Türkiye seninle” mesajını göndermiştir. FAKAT aynı gün Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olan şahsın Al-Jazeera English websitesinde “Suriye’de ABD çıkarlarını yalnızca Türkiye koruyabilir” başlığıyla bir yazısı da yayınlanmıştır. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bir başka deyişle, Türkiye, ABD’nin rakibi Rusya’yla resmi görüşmelerde bulunduğu bir günde, hem Rusya’yla birlikte ABD’ye karşı Venezuela lideri Maduro’nun safında yer almış, hem de Suriye’de Rusya’ya karşı nüfuz alanı tesis etme derdinde olan ABD’ye “senin bölgedeki çıkarlarının en sahici koruyucusu benim” mesajını gönderebilmiştir</b>.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">Benzer bir çelişkili durum AK Parti’nin 31 Ocak günü açıklamış olduğu 11 maddelik yerel seçim manifestosunda da kendisini göstermektedir. Düzenlenen törende </span><span style="background: white; color: #111111; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı seçim vaatlerinin 2014 yerel seçim vaatleriyle benzerlik gösterdiği dikkatleri çekmiştir. “İmarda düzen, yatay mimari, üretim, şeffaflık” vaatlerini bu yıl da tekrarlanmıştır. Bir başka deyişle, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">iktidar partisi bir kez daha “değişmeyen ama uygulanamayan seçim vaatleri”nde bulunmuştur</b>. AK Parti’nin bu durumu bizi ister istemez şöyle bir tanımı yapmaya teşvik etmektedir:</span><span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">16 yıldır iktidarda olup da hiç iktidara gelmemiş bir muhalefet partisi gibi davranan ve 16 yıllık icraatlarının tam tersini yapacağını iddia eden siyasi partiye AK Parti denir.<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #1d2129; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">AK Parti’nin ve adaylarının iktidarda değilmiş gibi vaatlerde bulunması ve ilaveten "1994 Ruhu"na dönüş çağrısı da yapması, adeta yaramazlık yapan ilkokul öğrencisinin "ben yapmadım öğretmenim" mazeretini andırmaktadır! AK Parti’nin seçim vaatlerine bakınca insan ister istemez sanki vaatleri yapanın iktidar partisi değil de, onu devirmek için ortaya çıkmış alternatif bir siyasi oluşum olduğu hissine kapılmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">AK Parti ileri gelenlerinin sanki kendileri iktidarda değilmiş gibi yaptıkları eleştiriler ve vaatler “muhalefetten rol çalma” görüntüsü vermektedir. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Malumunuz, bir zamanların tek parti rejiminde "bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz" denmişti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">Bugün de <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">2. Milli Şef rejimi olarak adlandırabileceğimiz mevcut konjonktürde iktidar partisi "bu memlekette muhalafet yapılacaksa onu da biz yaparız" demektedir</b>!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">İktidarın tutarsız ve çelişkili söylem ve icraatlarında zirve noktasını da, açıklanan 11 maddelik manifestonun yanısıra “1994 ruhu” ve “1994 belediyecilik anlayışı”na vurgu yapılması </span></b><span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">oluşturmuştur. Açıktır ki1994 belediyecilik anlayışından söz ederken Erdoğan’ın referansı, </span><span style="background: white; color: #111111; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Milli Görüş belediyeciliğinin mühür vurduğu “94 yerel seçimleri”ydi. 1994 yılındaki yerel seçimlerde Milli Görüş’ün temsilcisi olarak Refah Partisi kent belediyelerinin çoğunluğunu kazanmıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #111111; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İlginç bir şekilde Erdoğan törendeki konuşmasında partisinin “17 yıllık tek başına yerel ve geneldeki iktidar” dönemlerini adeta eleştirmiş ve hiçbir başarılı hizmete vurgu yapmamıştı. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Erdoğan’ın “1994 belediyecilik başarısını” sahiplenme çabası bir bakıma partisinin 17 yıllık başarısızlığını kabul etme anlamına geliyordu. Ayrıca Erdoğan, Milli Görüş’ün başarısını da gayri ihtiyari tasdik etmiş oluyordu</b>.</span><span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="background: white; color: #1d2129; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Ancak <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">iktidar medyasında gözümüze çarpan "1994 Ruhu'yla yeni ufuklara" sloganı yeni bir şehir efsanesi inşa etme çabası</b> olma niteliğini de taşıyor. Bunu en bariz olarak faiz olgusuna bakarak gözlemleyebilmekteyiz. Ekonomideki olumsuz dalgalanmalara rağmen AK Parti döneminde </span><span style="background: white; color: #14171a; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt; letter-spacing: 0.2pt;">bankalar kazanmaya devam ediyor: 2018'de bankaların faiz gelirleri yüzde 29 artarak 146,2 milyar TL'ye çıktı!</span><span style="background: white; color: #1d2129; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: #1d2129; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"><br /><span style="background: white;">Herşeyleri gibi <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">AK Parti’nin faiz karşıtlığı da sadece semboller üzerinden duygu siyaseti yapmaktan ibaret kalıyor</b>.</span> <span style="background: white;">Güya Gezi Olaylarının müsebbibi "faiz lobisi"ydi. Lakin o zamandan bu zamana, AK Parti döneminde bankacılık her yıl en kazançlı çıkan sektör olma konumunu korumakta devam etmekte!</span><br /><br /><span style="background: white;">Milli Görüş çizgisinin son partisi olan Saadet Partisi’nin lideri <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Temel Karamollaoğlu</b>'nun da belirttiği gibi, "<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">ruh çağırmakla gelmez</b>". Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etrafındaki siyasi ekibe ve danışman kadrolarına baktığımızda, pek çok ismin Milli Görüşçülükle ve de 1994 ruhuyla uzaktan yakından alakalı olmadıklarını görebilmekteyiz.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ayrıca neredeyse resmi gazete görünümündeki iktidara yakın medyanın söylemine ve habercilik anlayışına bakınca da, bunların 1994 Ruhu’yla en ufak bir irtibatını görebilmemiz mümkün değil.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ve <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">şunu açıkça söyleyebiliriz ki 1994 Ruhu'nun karşısında olduğu her şey bugün AK Parti iktidarının bünyesinde vardır</b>. </span><br /><span style="background: white;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">1994 Ruhu ifadesini Milli Görüşçü belediyelerde asılan “Rüşvet alan da, veren de mel’undur” yazılı levhalarda bulmuştu</span></b><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">. 2004’ten sonra yerel yönetimlerde yer alan zihniyet, “çalıyor, ama çalışıyor” veya “rüşvet alan da veren de memnundur” şeklinde ifade edilir olmuştur. Ayrıca 2002’de “Milli Görüş gömleğini çıkardığını” söylemiş olan Erdoğan kendisine Muhafazakar Demokrat gömleğini seçerek bir yerde 1994 Ruhu’nu da geride bıraktığını ilan etmiştir. 1994’de Erdoğan’ın belediye başkanı seçildiği İstanbul dahil, Türkiye’nin pek çok şehrinde seçimleri kazanan Refah Partisi olmuştur. 2001 yılına kadar AK Parti’nin herhangi bir tüzel kişiliği bile mevcut değildir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<h2 style="background: white; margin: 0cm; vertical-align: top;">
<span style="font-size: 12pt;">Hal buyken bugün Erdoğan’ın 1994 Ruhu üzerinde tekel kurma çabası içinde olduğu görülmektedir. Ak Parti medyasında “<span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; color: #333333;">AK Parti’nin ilk kez belediyelerde ağırlığını hissettirdiği 1994 seçimleri” veya “</span></span><span style="color: black; font-size: 12pt;">Erdoğan’ın 1994 yılındaki belediyecilik anlayışı”</span><span style="color: black; font-size: 12pt; font-weight: normal;"> gibi ifadelerin kullanıldığını görmekteyiz. Oysa o tarihte ne AK Parti vardır ne de bir siyasi lider olarak Erdoğan! Ancak bugünün iktidar partisi </span><span style="color: black; font-size: 12pt;">otoriter muktedir narsizmi</span><span style="color: black; font-size: 12pt; font-weight: normal;"> diyebileceğimiz bir tavır içinde 1994 Ruhu üzerinde tekelci bir hak iddia edebilmektetir!<o:p></o:p></span></h2>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Bu tekelci tavır <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">günümüzde yaşadığımız İkinci Milli Şef Dönemi</b>’nin bir tezahürüdür.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Ülkemizde genel ve yerel seçimlerin düzenleniyor olması kimseyi yanıltmamalıdır. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">İçinde bulunduğumuz konjonktürde seçimler ve parti çokluğu Tek Partili İkinci Milli Şef (Reis) Yönetiminin kamuflajı olmaktan öte gidememektedir</b>. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Seçimlerin düzenlendiği ve birden fazla partinin varlığını sürdürdüğü, ama otoriter vasfı şüphe götürmez rejimler de vardır. Siyaset Biliminde bu tip rejimler seçimli otokrasi, yarışmacı otoriterlik veya plebisiter otoriterlik<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>gibi isimlerle adlandırılmaktadır. Bugün ülkemizde varolan böyle bir rejim türüdür. Maalesef bugün ülkemizde bir hukuk devletinin varlığından ve hukukun üstünlüğünden sözetmek imkansız hale gelmiştir.<o:p></o:p></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Adalet yoksunluğu ve zulüm için mazeret üretilemez. Beka, hukuksuzluğun ve kutuplaştırıcı bir siyasi dil kullanmanın gerekçesi olamaz. Beka gerekçesiyle zulmü meşrulaştırmaya çalışırsanız beka ve milli güvenlik sorununun ortaya çıkması için temelleri atmış olursunuz</span></b><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Tarih ve tarihi şahsiyetler üzerinden hamaset inşasının ve istismar çabasının son günlerde merhum Necmettin Erbakan’ı da tekeline alma gayreti içinde olduğu görülmektedir</span></b><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">. Ancak Erbakan’ın tarihten alınması gereken dersler olarak saydığı hususlardan fersah fersah uzak olanlar, merhumun ismini maalesef taciz etmekten öte gidememektedirler. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Nedir Erbakan’ın tarihten alınması gereken dersler olarak üzerinde durduğu hususlar</b>?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"><br /><i style="mso-bidi-font-style: normal;">--- Materyalizm değil, maneviyatçılık esas alınmalıdır,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">--- Çatışma değil, diyalog esas alınmalıdır,<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">--- Çifte standart değil, adalet esas alınmalıdır,<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">--- Üstünlük değil, eşitlik esas alınmalıdır,<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">--- Sömürü değil, işbirliği esas alınmalıdır</span></i><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;">Dolayısıyla, Erbakan’ın talebesi görüntüsünü vermekten hoşlansalar da, günümüzün muktedir/ler/inin asıl ilham kaynağı Makyavelizm ve “dün dündür, bugün de bugün” sözünde ifadesini bulan ilkesiz pragmatizmdir. </span></b><span lang="TR" style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<h2 style="background: white; margin: 0cm; vertical-align: top;">
<span style="color: black; font-family: "acuminpro-semibold" , serif; font-weight: normal;"> </span></h2>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"><span style="mso-tab-count: 5;"> </span>LEVENT BAŞTÜRK<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"><span style="mso-tab-count: 5;"> </span>Saadet Partisi ESKİŞEHİR<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12pt;"><span style="mso-tab-count: 4;"> </span>B.B.B. Adayı</span></div>
</div>
Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-32363818138038058592019-01-31T14:42:00.004-07:002019-01-31T14:56:39.687-07:00“CeHaPe ZİHNİYETİ” BAHANE, İKİNCİ MİLLİ ŞEFLİK ŞAHANE!<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-size: 16.0pt; mso-ansi-language: TR;">“CeHaPe ZİHNİYETİ” BAHANE, İKİNCİ MİLLİ ŞEFLİK
ŞAHANE! <o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyu4bGG5c0aKkzZVIImUUm1SbyGlJAFz9NOz7n2Ssu1fNNjUsEF3998fYm1gpNZNJHANKTK3_L75FNjHHiv1BzlohV_YWtysgmMxg_1rDG5ws-k4mlZBptN0KwYJMcetkfs7GJrg/s1600/saray.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="541" data-original-width="1000" height="173" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyu4bGG5c0aKkzZVIImUUm1SbyGlJAFz9NOz7n2Ssu1fNNjUsEF3998fYm1gpNZNJHANKTK3_L75FNjHHiv1BzlohV_YWtysgmMxg_1rDG5ws-k4mlZBptN0KwYJMcetkfs7GJrg/s320/saray.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">İktidar partisinin 24 Haziran Genel Seçimleri kampanyasından bu zamana kadar giderek artan dozda “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">CeHaPe zihniyeti</b>” sözünü bol bol duyar olduk. Sadece duymakla kalmıyoruz, onunla korkutuluyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Peki, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">nedir bu CeHaPe zihniyeti</b>?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Bundan kasıt 1923-1946 yılları arasında ülkeyi idare etmiş CHP hükümetleri, bu hükümetlerin projeleri ve icraatları ve bütün Cumhuriyet tarihi boyunca CHP iktidarda olmasa bile ülkede rejimin siyasi meşruluk sınırlarını çizen resmi ideoloji Kemalizm’dir</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">. CHP 1950’den sonra bir daha tek başına iktidara gelememiştir.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>CHP ve onunla aynı zeminde örtüşen partiler (SHP ve DSP gibi) 1950 sonrası dönemde ancak koalisyon hükümetleri olarak iktidarda yer almışlardır. Ancak Türkiye’de askeri darbe veya müdahale dönemlerinde Kemalizm (veya Atatürkçülük) darbelerin meşrulaştırıcı fikri çerçevesini oluşturmuştur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">“CeHaPe zihniyeti”, kıtlık ve yokluk gibi durumlara da bir referanstır</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">. İkinci Dünya Savaşı yıllarında temel tüketim mallarının karneye bağlanmış olması Türkiye toplumunun toplumsal hafızasında kazınmaz bir şekilde yer etmiştir. Ayrıca 1978-1979 yıllarında Başbakan Bülent Ecevit önderliğindeki CHP’nin ana gövdesini oluşturduğu koalisyon hükümeti döneminde ampül, pirinç, yemeklik yağ, tüp ve gaz gibi bazı temel tüketim maddelerinin kıtlığı çekilmiştir. “CeHaPe zihniyeti”ne referans yapılırken kıtlığı çekilen ürünlerin karaborsa dışında temin edilmesi esnasında yaşanmış uzun kuyruklara da bir vurgu vardır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Ancak “CeHaPe zihniyeti” derken asıl ve en mühim vurgu toplumsal ve siyasal baskılarıyla zihinlerde yer etmiş Tek Parti Yönetiminin otoriter vasfıdır. Bu dönemde Devlet’le CHP özdeşleşmiştir, yani içiçe girmiştir.</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"> Ancak “CeHaPe zihniyeti” ifadesini bir korkutma taktiği olarak diline dolamış olan Ak Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu döneme referansı İsmet İnönü’yle sınırlıdır. Oysa 1923-1938 yılları arasındaki Tek Parti Yönetiminin lideri Mustafa Kemal Atatürk’dü. Erdoğan pragmatik bir biçimde kendi siyasi söyleminde bir meşrulaştırma vasıtası olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü araçsallaştırmayı tercih etmiştir. Atatürk hariç tutulunca, ister istemez <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">sadece İsmet İnönü’yü şeytanlaştırma üzerinden yeni bir baskıcı Tek Partili Yönetim tasviri yapılmıştır. Bu tasvir zaman içinde bir hınç ve kin nesnesi olarak bir simgesel nitelik de kazanmıştır</b>.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Kısaca, “CeHaPe zihniyeti” derken kasıt büyük ölçüde Devlet’le Parti’nin özdeşleşmiş olduğu bir baskıcı rejime referansta bulunulmaktadır</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Bağımsızlık mücadelesinde Cezayirli direnişçiler safında Fransızlara karşı savaşmış Martinikli düşünür ve psikiyatrist <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Frantz Fanon</b> <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">parti-devlet bütünleşmesinin sonuçlarını şöyle izah eder</b>: “<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Eğer bir parti iktidarla özdeşleşirse kendi batıl amaçlarına ulaşmanın, yönetimde bir iş elde etmenin ve terfi etmenin, rütbe kazanmanın ve bir kariyer sahibi olmanın en kısa yolu olur</i>.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Kısaca, Fanon’a göre parti-devlet özdeşleşmesi liyakatın olmadığı ve kayırmacılığın hakim olduğu bir yönetim anlayışını icraata koymaktadır. Fanon’un ortaya koyduğu açıdan bakınca, işin gerçeği, bugün ülkemizdeki iktidar bizzat şeytanlaştırdığı bir yönetim anlayışını icraata dökmüş bir siyasi aktör olarak karşımıza çıkmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Tek partili dönemde ülkemizde yönetim veya hükümet kendini “Milli Şef” sembolüyle ifade etmiştir. Elitler ve müesses nizamdan menfaat temin edenler Milli Şef etrafında kenetlenmiştir. Bugün korkutulduğumuz budur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Ancak </span></b><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="background: white; color: #1d2129; font-family: "helvetica" , sans-serif; font-size: 10.5pt; line-height: 14.98px;">anlamak istemediğimiz</span></b><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="mso-ansi-language: TR;"> <span lang="TR">de şudur</span></span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">: Bugün ülkemizde yönetim veya hükümet kendini “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Reis</b>” sembolüyle ifade etmektedir. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Elitler ve müesses nizamdan çıkar sağlayanlar Reis etrafında kenetlenmiş vaziyettedirler.</b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><o:p></o:p></span><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Aslında <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">günümüzde yaşadığımız bir İkinci Milli Şef Dönemidir</b>.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Ülkemizde genel ve yerel seçimlerin düzenleniyor olması kimseyi yanıltmamalıdır. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">İçinde bulunduğumuz konjonktürde seçimler ve parti çokluğu Tek Partili İkinci Milli Şef (Reis) Yönetiminin kamuflajı olmaktan öte gidememektedir</b>. Fanon’un iktidar-parti özdeşleşmesi konusunda ifade ettiği gerçekler bugün de hayatımızın bir parçasıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Seçim demokratik bir rejimin bir gerekli şartıdır; fakat yeterli şartı değildir<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">. Seçimlerin düzenlendiği ve birden fazla partinin varlığını sürdürdüğü, ama otoriter vasfı şüphe götürmez rejimler için geliştirilmiş ve ülkemiz için de geçerli olan çeşitli kavramlar vardır: Seçimli otokrasi, rekabetçi otoriterlik, melez rejim ve plebisiter otoriterlik<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>vs</b>.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Yaşadığımız otoriter rejim gerçekliğini örtmek için bize sunulan bir diğer gerekçe de <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">“dini alandaki kazanımlarımız”</b>dır. Ancak yine <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Fanon’un belirttiği gibi, sömürü düzenlerinde dini müesseseler/yapılar bizleri Tanrı’nın yoluna değil, efendinin/ezenin/muktedirin yoluna çağırır. </b>Günümüzde bunu<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"> Cuma hutbelerinde </b>bol bol hissediyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">İçinde bulunduğumuz 2. Milli Şef Dönemi’nin bir diğer mühim özelliği de <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">şatafatlı saray hayatı</b>dır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Saray bir itibar unsuru olarak sunulur. Ve israf, itibarla meşrulaştırılır</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">. Bir tane yetmez, irili ufaklı ikincisi yapılır, üçüncüsü de planlanır. Timsah henüz canlıyken soyulan derisinden imal edilen 30 bin dolarlık çantada itibar denilen şeyin aslında bir <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">yozlaşma</b> olduğu ortaya konulur. Halkın en temel ihtiyacı olan et, süt ve yumurtadan bile yüzde 8 vergi alan bu zihniyet topladığı vergileri harcayarak kilosu 4 bin lira olan çay içer, resepsiyonlarında normal vatandaşın görmediği, hatta adını bile duymadığı ejder meyveli smoothie servis eder.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">İbn Haldun’dan yola çıkarak ifade edecek olursak, bu durum devleti yıpratıp bir eski giysi haline getiren ve sonunda büsbütün yıkıp yok eden varlıklı, parlak bir hayattır</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">. </span>Lak<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">in İbn Haldun’un adına üniversite açan <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">muktedir/ler/imiz için özelde İbn Haldun, genelde tarih ve tarihi şahsiyetler sadece ve sadece birer istismar nesneleridirler</b>. Tarihi bir ders vesilesi olarak görmek gibi bir eğilimleri yoktur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Ibn Haldun</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"> şöyle der: “<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Devlet basiretli hareket eder, tedbirli davranır, haksızlık etmez ve doğru yoldan sapmazsa pazarında som altın ve saf gümüş revaç bulur. Ama kinle hareket eder, kötü amaçlar peşinde koşar ve zulüm ve batılın komisyonculuğuna yönelirse o durumda pazarında kötü şeyler revaç bulur. Araştırıp doğruyu bulmadaki ölçü, eleştirel ve basiretli olmaktır</i>.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Muktedir/ler/imizin adına üniversite açtığı Ibn Haldun adaletin öneminden söz ediyor, haksızlık etmeyin diyor, kin gütmeyin ve zulmetmeyin diyor... Fakat Muktedir/ler/imiz hepsini yapıyor!<br /><br /><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">İmam Ebu Yusuf</b>’a göre “<i style="mso-bidi-font-style: normal;">bina adalet üzerine<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ve doğruluk harcından mahrum temeller üzerine kurulduğu vakit Allah o binanın temellerini bozar, yapanların ve yapılmasına yardım edenlerin üzerine yıkar</i>”.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Adalet yoksunluğu ve zulüm için mazeret üretilemez. Beka, adaletin ortadan kaldırılmasının gerekçesi olamaz. Beka gerekçesiyle zulmü meşrulaştırmaya çalışırsanız beka sorununun ortaya çıkması için temelleri atmış olursunuz</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Tarih ve tarihi şahsiyetler üzerinden hamaset inşası ve istismar çabasının son günlerde merhum Necmettin Erbakan’ı da tekeline alma gayreti içinde olduğu görülmektedir</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">. Ancak Erbakan’ın tarihten alınması gereken dersler olarak saydığı hususlardan fersah fersah uzak olanlar, merhumun ismini maalesef taciz etmekten öte gidememektedirler. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Nedir Erbakan’ın tarihten alınması gereken dersler olarak üzerinde durduğu hususlar</b>?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /><i style="mso-bidi-font-style: normal;">--- Materyalizm değil, maneviyatçılık esas alınmalıdır,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">--- Çatışma değil, diyalog esas alınmalıdır,<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">--- Çifte standart değil, adalet esas alınmalıdır,<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">--- Üstünlük değil, eşitlik esas alınmalıdır,<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">--- Sömürü değil, işbirliği esas alınmalıdır</span></i><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">Kolayca takdir edileceği gibi, günümüzün muktedir/ler/i Erbakan’ın talebesi görüntüsünü vermekten hoşlansalar da, asıl derslerini, önce lanetler gibi göründükleri, ama aslında öykündükleri tek parti liderliğinden, sonra da “dün dündür, bugün de bugün” sözlerini tarihe paslı çiviyle çakmış Süleyman Demirel’den almışlar ve hatta sofistikasyon bakımından onları bile fersah fersah geride bırakmışlardır</span></b><span lang="TR" style="mso-ansi-language: TR;">.</span></div>
</div>
Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-19431334146698089622013-09-18T01:20:00.000-06:002013-09-18T01:20:56.424-06:00American Foreign Policy Course Syllabus<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">OSMANGAZİ
ÜNİVERSİTESİ<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">İİBF
Uluslararası İlişkiler Bölümü<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">American
Foreign Policy<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Course
Syllabus<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Instructor:
Levent Baştürk </span></b><a href="mailto:leventbasturk@yahoo.com"><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">leventbasturk@yahoo.com</span></b></a><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="mso-list: l2 level1 lfo2; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">1<span style="font-family: 'Times New Roman'; font-size: 7pt; font-weight: normal; line-height: normal;"> </span></span></b><!--[endif]--><b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Introduction<o:p></o:p></span></u></b></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpLast" style="margin-left: 54.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">A)<span style="font-family: 'Times New Roman'; font-size: 7pt; font-weight: normal; line-height: normal;"> </span></span></b><!--[endif]--><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">: The rise of Modern World System:
The genesis of modernity’s 500 years<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Gregory Helms, <u>Straight Power Concepts in the
Middle East: US Foreign Policy, Israel, and World History</u>, pp.
1-21.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">B)The
Rise of the U.S. as a World Power<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Meldan Tanrısal, “Kolomb’dan Wovoka’ya
Kızılderililer,” <u>Doğu-Batı,</u> Yıl: 8; Sayı: 32, 2005, pp. 11-33.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Gregory Helms, <u>Straight Power Concepts in the
Middle East: US Foreign Policy, Israel, and World History, </u>pp. 22-47.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">I. Hossein & M. M. Saleh, <u>American Foreign
Policy & the Muslim World</u> (E. A. Abdel Salam, <i>Major Issues in American Foreign Policy: A
Historiographical Analysis</i>), pp. 195-215<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C. Akça Ataç, “Bağımsızlık savaşçılığından Dünya hükümdarlığına: Amerikan İmparatorluk
Anlayışının tarihsel gelişimi,” <u>Doğu-Batı,</u> Yıl: 10; Sayı: 42, 2007, pp. 111-126.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">2- <b>Theoretical
Approaches and American Exceptionalism</b><o:p></o:p></span></u></div>
<div class="MsoListParagraph" style="margin-left: 53.4pt; mso-add-space: auto;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C.
Cox & D. Stokes,<u>Theories US
Foreign Policy,</u> (B. Schmidt, <i>Theories
of US foreign policy</i> & D.
Deudney – J. Meisser, <i>American
Exceptionalism</i>), pp. 7-42. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0.0001pt;">
<b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt;"><br /></span></u></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0.0001pt;">
<b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt;">3-
The Domestic
Context: Foreign Policy Politics and the<o:p></o:p></span></u></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic;">Process of
Choice</span></u></b><b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">
<o:p></o:p></span></u></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Bruce W Jentleson, <u>American foreign policy: The
dynamics of choice in the 21st century</u>, <u><span style="color: white; mso-themecolor: background1;"> </span></u>pp.
27-71, 2nd Chapter. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">4-
Historical Context <o:p></o:p></span></u></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">A)
The Rise of the USA as a World Power<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C. Cox & D. Stokes, <u>US Foreign Policy</u>,
(W. LaFeber, <i>The US rise to world power,
1776-1945</i>), pp. 45-62. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">B)
US During the Cold War <o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C. Cox & D. Stokes, <u>US Foreign Policy</u>,
(Richard Saull, American Foreign Policy during the Cold War) pp. 63-87. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C)
Post-Cold War Era<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C. Cox & D. Stokes, <u>US Foreign Policy</u> (John
Dumbrell, <i>America in the 1990s: searching
for the purpose</i>), pp. 88-104. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Bruce W Jentleson, <u>American foreign policy: The
dynamics of choice in the 21st century</u>, <u><span style="color: white; mso-themecolor: background1;"> </span></u>pp.
342-404, 7th Chapter (Post–Cold War Geopolitics: Major Powers and Regions).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic;">D) American
Foreign Policy after 9/11 <o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;">Zühtü
Arslan, “<i>11 Eylül’ün “Öteki” yüzü: Leviathan’ın dönüşü</i>,” <u>Doğu-Batı,</u>
Yıl: 5; Sayı: 20-II, 2002, pp. 81-88.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;">E.
Fuat Keyman, “<i>Globalleşme, Oryantalizm ve Öteki sorunu: 11 Eylül sonrası
dünya ve Adalet</i>,” <u>Doğu-Batı</u>,
Yıl: 5; Sayı: 20-II, 2002, pp. 11-32.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;">Samuel
Huntington, “<i>Medeniyetler Çatışması mı?</i>”, <u>Doğu-Batı,</u> Yıl: 10;
Sayı: 41, 2007, pp. 83-106.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;">Edward
Said, “<i>Cehaletin Çatışması</i>,” <u>Doğu-Batı,</u> Yıl: 10; Sayı: 41, 2007,
pp. 109-114.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;">Bayram
Soy, “<i>Birinci Dünya Savaşı’ından İkinci Irak Savaşı’na Ortadoğu: Medeniyetler Çatışması mı, Çıkar
Mücadelesi mi?”</i> ,” <u>Doğu-Batı,</u> Yıl: 10; Sayı: 41, 2007, pp. 117-145.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C. Cox & D. Stokes, <u>US Foreign Policy </u>(C.
Kennedy-Pipe, American Foreign Policy after 9/11), pp. 401-419).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic;">5- American
foreign policy in the Middle East <o:p></o:p></span></u></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;">Burcu
Bostanoğlu, “<i>Amerika ve Osmanlı’nın Akdeniz’de başlayan seyir defteri</i>,” <u>Doğu-Batı,</u> Yıl: 10; Sayı: 42, 2007,
pp. 213-225.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-style: italic; mso-bidi-font-weight: bold;">Nasuh
Uslu, “<i>ABD’nin temel tehdit kaynağını kurutma ve Hegemonya kurma adına
Ortadoğu’ya yönelmesi</i>,” <u>Doğu-Batı,</u> Yıl: 10; Sayı: 42, 2007,
pp.127-153.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Bruce W Jentleson, <u>American foreign policy: The
dynamics of choice in the 21st century</u>, <u><span style="color: white; mso-themecolor: background1;"> </span></u>pp.
405-479, Chapter 8, (The Middle East: A special focus). <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">İ. Hossein & M. M. Saleh, <u>American Foreign
Policy & the Muslim </u>World (Daud A. Abdullah, America’s Palestinian
Policy: An Outsider’s Perspective), pp. 269-291. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Cenap Çakmak, “Arap Baharı Sürecinde ABD’nin Dış
Politikası”, in <u>Arap Baharı, Ortadoğu’da Demokrasi Arayışı ve Türkiye modeli</u>, pp.77-109. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">6-
Key Issues</span></u></b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><o:p></o:p></span></u></div>
<div class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo3; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">A)<span style="font-family: 'Times New Roman'; font-size: 7pt; font-weight: normal; line-height: normal;"> </span></span></b><!--[endif]--><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Globalization, global economy and trade, and environment<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Bruce W Jentleson, <u>American
foreign policy: The dynamics of choice in the 21st century</u>, <u><span style="color: white; mso-themecolor: background1;"> </span></u>pp. 528-551 & 568-579, Chapter
8, (The Middle East: A special focus). <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo3; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">B)<span style="font-family: 'Times New Roman'; font-size: 7pt; font-weight: normal; line-height: normal;">
</span></span></b><!--[endif]--><b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Global
Economy<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">İ. Hossein & M. M.
Saleh, <u>American Foreign Policy & the Muslim </u>World (H. H. Khondker, <i>The New-Old
Empire: The political economy of US foreign policy</i>), pp. 218-243.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C. Cox & D. Stokes,
<u>US Foreign Policy </u>(Peter Gowan, <i>Global
economy</i>), pp. 335-356.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C)
Global Terrorism</span></b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">C. Cox & D. Stokes,
</span><u style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">US Foreign Policy </u><span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">(Paul Rogers, </span><i style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">Global
Terrorism</i><span style="font-family: 'Times New Roman', serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">), pp. 357-373).</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">D)
“Humanitarian” Intervention<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Bruce W Jentleson, <u>American
foreign policy: The dynamics of choice in the 21st century</u>, <u><span style="color: white; mso-themecolor: background1;"> </span></u>pp. 480-527.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<b><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">E)
Energy<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Ahmet Öztürk, “<i>Enerji Sorunu ve Amerikan dış politikası</i>”,
içinde, C. Çakmak, C. Dinç, A. Öztürk, <u>Yakın Dönem Amerikan Dış Politikası;
Teori ve Pratik</u>, pp. 433-460.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></u></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<b><u><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">7-
Conclusion<o:p></o:p></span></u></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Füsun Türkmen, “<i>ABD’nin
dış politikası: Devamlılık ve değişim</i>” <u>Doğu-Batı,</u> Yıl: 8; Sayı: 32, 2005, pp. 157-180.<o:p></o:p></span></div>
<div style="border-bottom: dotted windowtext 3.0pt; border: none; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1.0pt 0cm;">
<div class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: dotted windowtext 3.0pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: dotted windowtext 3.0pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">C. Cox & D. Stokes,
<u>US Foreign Policy (</u>Anatol Lieven, The future of US foreign policy), pp. 433-450. <o:p></o:p></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><b><br /></b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><b>-Not politikası ve diğer hususlar:</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><b><br /></b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Pop-quiz: %
15<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Ödev: %
25<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Arasınav: % 30<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">Final: %
30<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">- Öğrenciyi
genel durumuna göre değerlendirmek eğilimindeyim. Bir başka deyişle, yukarıda gördüğünüz tablo
dışındaki faktörler de nihai notun belirlenmesinde etkili olacaktır. Derslere
hazır gelme ve derste katılımda bulunma, bu açıdan öğrenci için önemlidir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">- Pop-quiz, <b>zamanı
önceden belirtilmeden yapılan ani sınavlara verilen isimdir</b>. Dönem içinde
en az dört tane pop-quiz yapmayı düşünüyorum. Sayı bundan fazla da olabilir. Bu
tip sınavlardan amaç, öğrencinin derse hazır gelmesini ve derste bulunduğu süre
zarfında derse konsantre olmaya yöneltmektir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">- Ödev, Amerikan dış politikası hakkında yazılmış
bir kitabın okunarak değerlendirilmesinin yapılmasından ibaret olacaktır. Seçilen
kitabın hacmine göre, bir kitabın sadece bir kısmının da ödev konusu olarak
belirlenmesine de izin verilebileceltir. Bu hususta, ödeve başlamadan önce bana
danışılması gerekmektedir. Ödevlerin başka yerlerden (ç)alıntı olması durumunda
veya yapıştır-kopyalama usülüyle ödev hazırlandığında, karşılığı olan not “0”
(sıfır) olacaktır. Bunu anlamak o kadar zor değil ve kesinlikle teşebbüs
etmemenizi rica ederim. Kurulan cümleden tutun da, çoğu zaman tavsiye edilen
dışındaki kaynaktaki yanlışlara kadar pek çok şey bunu ele vermektedir. Ayrıca,
bunu anlamak için geliştirilen programlar var. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">- Öğrenci çokluğu nedeniyle, daha önce yaptığım
gibi, ödev-sınav yöntemini uygulamam söz konusu olmayaca AZXktır. Sınavlar üç bölümden oluşacaktır: İlk iki bölümde sorular
İngilizce olacaktır. Bu bölümlerden birincisi, çoktan seçmeli, diğeri ise
boşluk doldurma şeklinde olacaktır. Üçüncü bölüm ise Türkçe olacaktır. Bu
bölümde öğrenci 2 veya 3 yorum sorusuna muhatap olacaktır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">- Derslere hazırlıklı gelmek ve derse katılımda
bulunmak benim için çok önemlidir. Derse hazır gelen, sorulan sorulara cevap
veren, sorular soran ve gerektiğinde görüşünü paylaşan öğrencilerin
değerlendirilmesi sadece yazılı kağıdı veya ödevle sınırlı kalmayacaktır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">- Derse devam mecburiyeti yoktur. Yoklama alacağım;
ama devam mecburiyeti ile bunun hiç bir ilgisi yok. Öğrenciyi devama zorlayarak
derse ilgisiz öğrenciyi sınıfa çivilemeyi
ve sonra onu derste dikkat dağıtıcı fiillerde bulunmaya davet edici tavrı faydalı bulmuyorum. Ancak
hiç bir zorlama olmadan düzenli olarak derse devam eden, derse iştirak eden,
not tutan ve imtihanlarda ders notlarından da istifade ederek cevap veren
öğrenciyi değerlendirmemle diğer öğrencileri değerlendirmem aynı olmayacaktır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">-Üniversiteler katı disiplin ortamı değillerdir.
Lakin, öte yandan, suistimal ve kuralsızlık ortamı da değillerdir. Benim
açımdan gerek dersin başında gerekse teneffüslerde derse dönüşte zaman kuralına
riayet önem taşımaktadır. İdeal olan öğrencinin, derse başladığı an
girmesidir. Bazı durumlarda, anlaşılır
bir nedenle geç kalma mazur görülmelidir. Ancak
bunun da makul olan bir sınırı vardır. Bu sebeple, ders başladıktan
sonra eğer 15 dakikadan fazla derse geç kalmışsanız, lütfen derse girmeyiniz ve
teneffüsü bekleyiniz. Teneffüslerde ise,
15 dakika ara demişsek, bu 15 dakikadır; 20 olmaz, yarım saat hiç olmaz. Bu
konuda öğrencilerden, anlayış bekliyorum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 115%;">- Derslere dışarıdan gelen biri olarak hergün okulda
bulunmam söz konusu değildir. Ancak bana ulaşmak isteyen öğrenciler, e-mail
veya Facebook mesajı üzerinden ulaşabilirler. Ayrıca, belli bir günün belli bir
saatini ofis saati olarak ayarlamayı düşünüyorum. Bana bu ofis saatleri dahilinde de
ulaşabilirsiniz. Bir aksilik olmadıkça, öğrencilerin maillerine hemen cevap
vermeye çalışırım. Bir sorun olduğunda da, genellilke öğrenciye yardım için
elimden geleni yaparım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
</div>
Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-59444208707862874552012-07-04T08:28:00.001-06:002012-07-04T08:28:21.684-06:00<br />
<div class="MsoNormal" style="background-color: #f2f2f2; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; margin: 7.5pt 78.75pt 7.5pt 21.75pt;">
<b><span style="color: #333333; font-family: "Arial","sans-serif"; font-size: 10.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="http://mail.yahoo.com/" title="Click to search for messages with same subject"><span style="color: #333333; text-decoration: none; text-underline: none;">OGÜ YAZ OKULU SİYASİ TARİH I DERSI
ARA SINAV YERİNE GEÇECEK YAZI VE SUNUM SORULARI</span></a><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">1-
İstanbul’un fethinin Siyasi Tarih açısından önemi ve dünya siyaseti üzerindeki
etkisi nedir? Oral Sander’in kitabının 64. Sayfasında bu hususta söylediklerine
aynen katılıyor musunuz? Eğer katılıyorsaniz, nedenini açıklar mısınız?
Katilmiyorsaniz eksik bulduğunuz hususların neler olduğunu izah eder mısınız?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">2- Osmanlı
Devletinin farklı inançların birarada yaşamasını temin etme yolunun bir
vasıtası olarak uygulamakta olduğu “milletler sistemi” nı anlatır mısınız? Bu
bağlamda Sloven felsefeci Slavoj Zizek’in Osmanlı uygulamasından yola çıkarak
ifade ettiği görüşlerine katılıyor musunuz? Neden? Zizek’in fikirleri için bkz:
<a href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1064971&CategoryID=82">http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1064971&CategoryID=82</a> ve <a href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1065048&CategoryID=81">http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1065048&CategoryID=81</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">3- Oral
Sander’in kitabının “Atatürk’ün ulusçuluk anlayışı’ kısmında (s. 415-417)
yaptığı açıklamalarında katıldığınız ve katılmadığınız hususları nedenleriyle
birlikte açıklar mısınız?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">4- “1492”
yılı Siyasi Tarih açısından neden çok önemli bir yıldır?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">5-
Etnosentrizm ile ırkçılık arasında bir bağ var mıdır? Varsa etnosentrik bir
bakış olan Avrupa-merkezli bakış acısını ırkçı bir bakış açısı olarak
değerlendirebilir miyiz? Avrupa-merkezli bir bakışla Avrupa dışı toplumlara ve
bu toplumların tarihlerine yaklaşmanın sakıncaları nelerdir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">6- Endülüs
İslam tecrübesinin Batı’ya etkileri nelerdir? Batı’nın Endülüs’ten öğrendikleri
ve oğrenemedikleri nelerdir? Bu durum Batı merkezli modern dönemi olumlu ve
olumsuz olarak nasıl etkilemiştir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">7- Birinci
Dünya Savaşı öncesi çok kutuplu uluslararası ortam ile bugünlerde çok
kutupluluğa evrilen uluslararası ortam arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir? Bugünlerde gelecek
bir dünya savaşının tohumlarının atldigini iddia etmek mümkün müdür?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">8- Immanuel
Wallerstein’in Dünya Sistemi Teorisini kısaca izah eder misiniz? Bu teoriye
göre günümüz Türk dış politikasına nasıl bir yaklaşımda bulunmak mümkün
olabilir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">9- Oral
Sander’in Siyasi Tarih kitabının 1. cildinde şöyle bir cümle var: “Osmanlıların
bir başka üstünlüğü, daha önceki Müslüman Arap fetihlerinin yaratmış olduğu
imajın aksine, düşmanlarına dinsel bağnazlıktan uzak bir şekilde bakmalarıdır”
(s.60). “Objektif” kıstasları kullanarak yapılacak bir Siyasi Tarih analizine
göre, Oral Sander’in bu cümlesine hak vermek mümkün mü? Neden?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">10- 19.
Yüzyıl’da Afrika’nın sömürgeleştirilmesi sürecinde Belçika Kongosu’nda neler
oldu?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">11- Oral
Sander’in Siyasi Tarih kitabının 1. Cildinin “Bati Egemenliği Dönemi”ni
incelediği kısımda bu egemenliği temin eden unsurlar arasında sömürgeciliğe
önemli faktörlerden biri olarak özel bir önem atfetmemesi sizce bir eksiklik mi
değil mi? Neden?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">12- Kırım
Savaşı ile Islahat Fermanı arasındaki ilişki nedir? Islahat Fermanı’nın Siyasi
Tarih ve Türk siyasi hayatı açından önemi nedir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">13- Osmanlı
Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Arap topraklarını kaybetmiş
olmasında Arap milliyetçiliği hareketinin önemli bir rolü olmuş mudur?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">14- Kırım
Savaşı dünya siyaseti açısından neden çok önemlidir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">15- Çin ile
İngiltere arasındaki Afyon Savaşlarının nedenini ve önemini izah eder misiniz?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">16-
İran’daki 1990 Tütün İsyanının nedenini ve önemini izah eder misiniz?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">17- Bismarck’ın
Alman milli birligininin sağlanması ve Siyasi Tarih açısından önemi nedir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">18-
Napolyon Fransası’nın Dünya siyaseti üzerindeki etkisi ve Siyasi Tarih
açısından önemi nedir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">19-
Rusya’daki Bolşevik Devrimi (1917)’ne yol açan toplumsal, ekonomik ve siyasi
sartlar nelerdir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">20-
Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nin Siyasi Tarih açısından kısa ve uzun dönemli
tesirleri neler olmuştur?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">21- Mısır’daki
Kavalalı Mehmet Ali isyanının a) siyasi tarih açısından önemi nedir?; b) bastırılmasının siyasi </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">tarih açısından ne
gibi sonuçları olmuştur?; c) bastırılması başarısız olsaydı, neler olabilirdi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">22- Osmanlı
İmparatorluğunu parçalayan gizli anlaşmalar nelerdir? Sizce günümüze kadar olan
etkileri açısından bu anlaşmalar içinde en önemli olan(lar)ı
hangisi/hangileridir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">23-Birinci
Dünya Savaşına giden yolda, çok kutuplu uluslararası sistemde büyük güçlerin
arasındaki rekabette Afrika çok önemli bir konumdadır. Bugün yine çok
kutupluluğa doğru yönelmiş bir dünya ile karşı karşıyayız ve tekrar Afrika
üzerinde bir rekabetin yoğunlaştığını gözlüyoruz. Sizce Afrika üzerinde bugünlerde gözlemlediğimiz
rekabet yeni bir dünya savaşına gidişin işaretlerinden birisi mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">24- a)
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesi, Soğuk Savaş dönemi ve günümüzdeki
uluslararası güç dengelerini karşılaştırınız. b) Günümüzün güç dengesi
şartlarında Türkiye ve benzeri ülkelerin uluslararası sistemde, iki ve tek
kutupluluğun hakim olduğu dönemlere göre daha fazla hür hareket edebildiklerini iddia
edebilir miyiz?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">25- ABD’nin
kurulması ile neticelenen Amerikan bağımsızlık mücadelesinin “devrim” olarak
tanımlanması sizce doğru mudur? Bu bağımsızlık mücadelesinin başarıya
ulaşmasının uluslararası siyaset açısından ne gibi önemli sonuçları olmuştur?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">26- Fransız
Devrimi Fransa’da ve Avrupa’da neyi değiştirdi? Bu devrimin Dünya tarihi
açısından önemi nedir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background-color: white; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-size: 12pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background-color: white; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-size: 12pt;">27- Büyük bir
felaket olarak tanımlayabileceğimiz Birinci Dünya Savaşından sonra neden
daha istikrarlı bir dünya düzeni kurulamadı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background-color: white; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; margin-bottom: 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background-color: white; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; margin-bottom: 0.0001pt;">
<span style="font-size: 12pt;">28- Avrupa Uyumu
nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır? Hangi gelişmeler bu uyumun dayandığı temellerin
yıkılmasına neden olmuştur? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-66871810707172922942011-09-08T01:19:00.002-06:002011-09-08T01:44:25.259-06:00PALMER RAPORU VE İSRAİL’İN KUYRUĞUNA TAKILAN CHP<div class="MsoNormal"><b>PALMER RAPORU VE İSRAİL’İN KUYRUĞUNA TAKILAN CHP*<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin-left: .5in; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list .5in; text-indent: -.25in;"><b>1-<span style="font: normal normal normal 7pt/normal 'Times New Roman';"> </span></b><b>Palmer-Uribe raporu bazılarının iddia ettiği gibi, İsrail’in etkide bulunması ya da Turkiye’nin uluslararası kurumlarla iletişim beceriksizliği yüzünden mi daha çok İsrail’in tezlerini destekler şekilde çıkmıştır? Rapor Türkiye aleyhine hukuki sonuçlar doğurdu mu?<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Palmer-Uribe Paneli tarafından hazırlanmış olan raporun belli açılardan İsrail lehine bir rapor olacağı başından Palmer ve Uribe isimleri açıklandığında belliydi. <b>Eski Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe Velez yönetimi esnasında insan hakları ihlalleriyle bilinen bir kişidir</b>. Uribe’nin kirli cikininda, insan hakları savunucularının güvenlik görevlilerince yasadışı gözlemlenmesi ve taciz edilmesi, bir komşu ülkeye (Ekvator) karşı uluslararası hukuk ihlalleri, rüşvet ve her türlü ekonomik ve <st1:place w:st="on"><st1:country-region w:st="on">mali</st1:country-region></st1:place> kokuşmuşluk, insanlığa karşı işlenen suçlar ve teröre karşı mücadele adı altında işlenmiş çok sayıda aşırılıklar yer almaktadır. Böyle bir insanın özünde bir insani eylem olan İsrail’in Gazze’ye karşı uyguladığı ablukayı kırma girişimine karşı işlenen suçu soruşturmaya atanması olabilecek en büyük garipliklerden biridir. <b>Uribe zamanına ait keşfedilen sadece bir kitlesel mezarda, yargısız infaz sonucu öldürülmüş yaklaşık 2000 kişinin cesedi bulunmuştur</b>.. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b>Uribe’nin Kolombiya’sı, dünyada İsrail ve Mısır’dan sonra en fazla Amerikan yardımı alan üçüncü ülke olduğu gibi, pek çok Amerikan üssüne de ev sahipliği yapmaktadır. İsrail ve Kolombiya arasında pek çok konuda tam bir fikir ve yaklaşım birliği olduğu gibi, iki haydut devlet arasında üst seviyeden askeri işbirliği de vardır.Son yıllarda, İsrail Kolombiya’ya en fazla silah ve askeri malzeme satan ülke olmuştur. Latin Amerikalılar arasında bu ülke “Latin Amerika’nın İsrail’i” olarak adlandırılmıştır. Ayrıca Uribe çeşitli Siyonist kuruluşların çeşitli ödüllerine layık görülmüş bir isimdir. İsrail’e karşı duyduğu yakınlık herkes tarafından bilinmektedir. <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Komisyonun dört üyesinden ikisi zaten Türkiye ve İsrail tarafından atanmıştır. Rapora daha çok damgasını vuracak olan <b>eski Yeni Zelanda Başbakanı Geoffrey Palmer</b> ile Alvaro Uribe’dir ve Uribe’nin pozisyonu başından bellidir. <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">Eğer</st1:city></st1:place> bir yönlendirme olmuşsa, bu Palmer üzerinde olmuş demektir. Palmer bir uluslararası hukuk uzmanı olarak komisyonun da başındadır. <b>Ancak 2010 yılının Eylül ayında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları komisyonunun atamış olduğu veri toplama heyetinin hazırlamış olduğu raporda İsrail’in Mavi Marmara’ya olan saldırısı açıkça yasadışı bir saldırı olarak belirlenmiştir</b>. <b>Lakin Palmer Raporu, BM İnsan Hakları Komisyonunun raporunu hiç gözönüne almamıştır. Üstelik komisyon heyeti, iki ülkenin sağladığı belge ve raporların yanısıra 100 tane tanığın ifadesine basvurmusken, Palmer heyeti sadece her iki ülkenin kendisine sağladıkları ile yetinmiştir</b>. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Turkiye’nin konu üzerine hazırladığı rapor yanısıra pek çok delili de sunmuş olmasına rağmen, İsrail sadece kendi eyleminin hukuka uygun olduğunu savunan bir “bağımsız komisyon” raporunu Panele sunmuş ve delilleri ise kendine saklamıştır. <b>Palmer-Uribe raporu da zaten açıkça ulaştıkları sonuca, yeterince unsurun gözönüne alınmadan ve sadece Türkiye ve İsrail tarafından kendilerine sunulanla yetinilerek varıldığını ve bu yüzden hukuka ve gerçeklere dayalı kesin bir karar olmadığını ve sadece bir görüş olduğunu belirtir. <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b>Öte yandan Palmer-Uribe Paneli'nden önce kurulan BM İnsan Hakları Komisyonu veri toplama heyeti ile Türkiye tam anlamıyla işbirliği yapmışken, İsrail bu heyetle işbirliğini toptan reddetmiştir</b>. <b>Hal buyken, Palmer raporunda, hem hiç bir tanığın dinlenmediği, Panelin kendi değerlendireceği delilleri toplamağı ve sadece iki ülke tarafından sunulan delillerce yetinileceği söylenmesine rağmen, gemidekilerin İsrail askerlerine şiddete başvurduğunun ve bunun İsrail askerlerini kendilerini savunmaya ittiğini söylemesi ise, açıkça tarafgir bir tavır alındığının işaretidir. Bu başka tarafgirlik ise uluslararası konsensüse aykırı şekilde İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo ve ablukayı legal bulunması ve uluslararası sularda Mavi Marmara gemisini durdurmaya çalışmasını savunmasıdır. <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Kısaca, Palmer’in şahsi üzerinde yönlendirme ve etkileme çabalarının söz konusu olduğunu iddia etmek mümkün olmakla beraber, Uribe’nin baştan pozisyonunun ne olduğu oldukça açıktır. Bu nedenle <b>Türkiye’nin baştan Panel üyelerinin tarafsızlığı konusunda yeterince titiz davranmadığını söylemek mümkündür</b>. Panel’in vardığı sonuçlara bakınca da, Türkiye’nin iletişimsizliği İsrail’in yonlerdirmesinden de ziyade, <b>baştan bu Panel’in daha çok İsrail’i haklı çıkaran bir ara formül olarak düşünüldüğü bellidir. Sonuçta çıkan metnin hukukiliginden ziyade kullanışlılığı kıstası göze alınmış ve onun üzerinden İsrail lehine bir meşruiyet kurulmak istenmiştir</b>. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b>2- <b><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: EN-US;">Kemal Kılıçdaroğlu ve diğer CHP kurmaylarının Palmer Raporu sonrasındaki açıklamalarını nasıl karşılıyorsunuz</span></b>? <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><span class="apple-converted-space"><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;"> </span></span><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">İsterseniz bunun cevabını, biz “yeni” CHP’nin ABD’de pazarlamasını üstlenmiş Amerika’daki en güçlü İsrail lobisi olan<span class="apple-converted-space"> </span><b>Amerikan İsrail Kamu İlişkileri Komitesi</b><span class="apple-converted-space"> </span>(AIPAC)’nin düşünce kuruluşu olarak faaliyet gösteren<span class="apple-converted-space"> </span><b>Washington Enstitüsü</b><span class="apple-converted-space"> </span>(WINEP)’nde uzman sıfatıyla istihdam edilen<span class="apple-converted-space"> </span><b>Soner Çağaptay</b>’ın 12 Haziran seçimleri öncesinde kaleme aldığı yazılarında izah ettiği düşüncelerinden yola çıkarak arayalım.<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/noug/My%20Documents/Downloads/palmer%20rap%20ve%20CHP.doc#_ftn1" name="_ftnref1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference"><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222; font-family: 'Times New Roman';">[1]</span></span></span></a><o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">CHP’deki değişimi, adeta kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir dönüşümmüş gibi Batılı çevrelere izah eden, ama Deniz Baykal’ı başkanlıktan uzaklaştıran kaset skandalına hiç deginmeyen yazılarında, Çağaptay “<b>eski CHP</b>”–“<b>yeni CHP</b>” ve “<b>eski Kemalizm</b>”-“<b>yeni Kemalizm</b>” tasniflerine gider. Çağaptay’a göre “Eski Kemalistlerin” idaresi altındaki gelişimini durdurmuş ve donmuş “<b>eski CHP” Batı karşıtıdır</b> ve katı laikçi-milliyetçi modernleşmeyi demokratikleşme ve halkın iradesine tercih etmektedir. “Yeni Kemalist” anlayışla yola çıkan “yeni CHP” fosilleşmiş bir siyasal yapıyı dinamik bir sosyal demokrat hareket haline dönüştürmeye başlamıştır.<span class="apple-converted-space"> </span><b>Kemal </b></span><span class="apple-style-span"><b><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: black;">Kılıçdaroğlu</span></b></span><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">’nun <b>öncülüğünde yeni Kemalistler, AK Parti’nin Orta Dogu’daki din temelli ittifak arayışlarına karşı, kuvvetli bir Batı yanlısı tutum tak</b></span><span class="apple-style-span"><b><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: black;">ı</span></b></span><b><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">nm</span></b><span class="apple-style-span"><b><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: black;">ı</span></b></span><b><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">şlard</span></b><span class="apple-style-span"><b><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: black;">ı</span></b></span><b><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">r ve AB(D) yanlısı bir tutum içine girmiştir</span></b><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">. <o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">Soner Çağaptay’ın gerçekliği yansıtmaktan ziyade, apaçık bir şekilde Yeni CHP’yi 12 Haziran seçimleri öncesinde ABD’nde pazarlama amacını taşıyan yukarıda aktardığımız fikirleri bize bir proje ile karşı karşıya olduğumuzu gösterdiği gibi, bu projenin hazırlanmasında katkısı olan merkezlerin birisinin de adresini vermektedir.<span class="apple-converted-space"> </span><b>Deniz Baykal</b><span class="apple-converted-space"> </span>yönetimindeki Eski CHP’nin özellikle ABD, AB ve İsrail’le ilişkiler konusunda yukarıdaki tabloya tam olarak oturmadığı bir gerçektir. WİNEP ve benzeri İsrail yanlısı ve neo-kon kuruluşların Turkiye’de 28 Şubat Sureci’nde başrolü oynayan aktörlerle olan işbirliği ve bu süreçe olan katkıları oldukça açık seçik bilinen bir gerçektir. WİNEP o dönemde adeta o dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı<span class="apple-converted-space"> </span><b>Çevik</b><span class="apple-converted-space"> </span><b>Bir</b>’in ikinci adresi olmuştur. <b>Aşırı sağcı ve emperyalist bir dış politika vizyonuna sahip olan bu kuruluşun “solcu, liberal ve sosyal demokrat Yeni CHP’nin pazarlanması işinde rol üstlenmesi oldukça düşündürücüdür</b>. İlişkinin boyutu pazarlamanın da ötesine gitmektedir. <b>WİNEP, bir zamanlar Çevik Bir’e ikinci adres olduğu gibi, şimdi de yeni CHP’nin kurmaylarının endamlarını göstermek için kullandığı bir araç olmuştur</b>.<o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">CHP’nin eski Genel Başkan Danışmanı ve şimdiki Genel Başkan Yardımcısı emekli Büyükelçi<span class="apple-converted-space"> </span><b>Faruk Logoğlu</b><span class="apple-converted-space"> </span>22 Kasım 2010 yılında Washington’da Washington Enstitüsü’nce düzenlenen “<b><i>Türk-Amerikan Ortaklığını Yeniden Üretmek</i></b>” konulu bir konferanstaki sunumda <b>“Türkiye’nin ruhunu gösteren ve modern Turkiye’yi karakterize<span class="apple-converted-space"> </span><st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">eden</st1:city></st1:place><span class="apple-converted-space"> </span>şeyin Turkiye’nin ABD, İsrail, NATO ve AB ile olan ilişkileri olduğunu” </b>söylemiştir<b>.</b> Ona göre Turkiye’nin ABD ile olan ilişkileri kaçınılmaz bir zorunluluk üzerine oturmaktadır ve İsrail’le ilişkiler sağlıklı olmadıkça ABD ile ilişkilerin sağlıklı bir zeminde götürülmesi de mümkün değildir. AB ile ilişkiler de Turkiye’de demokrasi ve laikliğin geleceği açısından çok büyük önem taşımaktadır.<o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">28 Mart 2010’da yine Washington Enstitüsü’nde yapılan bir konuşmada, CHP Genel Başkan Yardımcısı<span class="apple-converted-space"> </span><b>Osman Korutürk</b>, yeni CHP’nin dış politika vizyonunu anlattığı konuşmasında Logoğlu’nun ifade ettiği görüşleri tekrarlamıştır. <b>Daha da ilginci, gerek heyet olarak yurtdışında yaptıkları görüşmelerde gerekse Turkiye’de medyaya yapılan açıklamalarda yeni CHP’nin dış politika kurmayları Washington Enstitüsü merkezli olarak başlatılan ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin iyice gerilmesi neticesinde bütün Batı medyasında görülmeye başlayan “eksen kayması” tartışmalarını tescil ettiler ve hatta “eksen değişmesi” kavramını tedavüle soktular</b>. 2011 yılının Mart ayında Washington’a gönderilen CHP heyeti yine aynı görüşleri tekrarladı ve bu arada Washington Enstitüsü’nde de bir konuşma yapmayı ihmal etmediler ve her bulundukları ortamda İsrail’le ilişkileri onarma sözü verdiler. Kemal Kılıçdaroğlu da aynı fikirleri Avrupa gezisi esnasında tekrarladı.<o:p></o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="line-height: 11.15pt;"><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222;">Bu kısa açıklamamız gösteriyor ki, Palmer Raporu sonrasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Genel Başkan Yardımcısı Faruk Logoglu’nun AK Parti hükümetinin İsrail politikasını kinamalari ve rapor öncesi ve sonrasında İsrail’le yaşanan gerginlikten hükümeti sorumlu tutmaları bir tesadüf değil, Deniz Baykal’in CHP Genel Başkanlığını kaset operasyonu sonucu kaybetmesinden sonra ortaya çıkan yeni sürecin bir parçasıdır.</span><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; color: #222222; font-size: 10pt;"> <o:p></o:p></span></div><div><br />
<hr align="left" size="1" width="33%" /><div id="ftn1"><div class="MsoFootnoteText"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/noug/My%20Documents/Downloads/palmer%20rap%20ve%20CHP.doc#_ftnref1" name="_ftn1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: 'Times New Roman'; font-size: 10pt;">[1]</span></span></span></a> Bu konuda ayrıntılı bilgi için, daha önce <b>Mercek Akdeniz</b>’de yayınlanmış olan ““<i>Yeni CHP” Bir Amerikan Projesi midir?</i>” başlıklı makaleme bakabilirsiniz: <a href="http://siyaset-toplum.blogspot.com/2011/06/yeni-chp-bir-amerikan-projesi-midir.html">http://siyaset-toplum.blogspot.com/2011/06/yeni-chp-bir-amerikan-projesi-midir.html</a></div><div class="MsoFootnoteText">*Yazi Bu hafta yerel gazete, Mercek Akdeniz'de yayinlanacaktir. </div></div></div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-12498587666655806752011-07-20T05:39:00.001-06:002011-07-20T05:39:58.355-06:00Suriye Kıyamı Hakkındaki Çarpıtmaların Sefaleti<div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"> <span class="Apple-style-span" style="-webkit-border-horizontal-spacing: 2px; -webkit-border-vertical-spacing: 2px; font-family: Arial; font-size: 21px; font-weight: bold;">Suriye Kıyamı Hakkındaki Çarpıtmaların Sefaleti</span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="Apple-style-span" style="color: #993300; font-family: Tahoma; font-size: 15px;"><strong>Levent Baştürk </strong></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Büyükelçilik baskını ABD yönetiminin Esad rejimine karşı tavrında değişikliğe yol açtı. Bu zamana kadar Esad rejimi ile birlikte hareket etmenin yollarını arayan ABD, sonunda bu rejimin her türlü meşruiyetini kaybettiğini ilan etti, ama hâlâ çekilmesi çağrısını yapmadı. Bu durum henüz ABD’nin daha Esad'la uzlaşma kapılarını kapamadigini ve, kısa bir süre için de olsa, onunla uzlaşma yolu aramaya devam edeceğini gösteriyor.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Bu durumun karşımıza çıkardığı bir başka manzara da su: Herşeyden önce, birilerinin öne sürdüğü, Suriye’deki gösterilerin ABD ve İsrail’in kışkırtmaları sonucu meydana geldiği iddialarının bir geçerliliği bulunmuyor. Zaten gösteriler Mart ayında ilk başladığında, Suriye yönetimi, gösterilerin bir komplo olduğunu iddia ederken, sadece İsrail’e referansta bulunmuş, ABD’nin etkisini hiç gündeme bile getirmemişti. Ayaklanmanın arkasında ABD'nin olduğu iddiasının yanlışlığı beraberinde Türkiye'nin de bu ayaklanmada ABD ve diğer "direniş" karşıtı güçlerle işbirliği içinde olduğu iddialarını geçersiz kılmaktadır.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">SURİYE MUHALEFETİNE YÖNELİK EKSİK VE ÇARPITILMIŞ HABERLER <o:p></o:p></span></span></strong></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Bugünlerde İran, Suriye ve İran-Suriye etkisindeki Lübnan basınında sık sık gündeme getirilen Suriye muhalefetinin en önemli unsurlarından birini oluşturan <strong>İhvan</strong> (<strong>Müslüman Kardeşler</strong>)<strong>hareketi</strong>nin ABD-İsrail-Suudi ve Hariri-Türkiye işbirliğinin bir maşası olarak Suriye rejimini istikrarsizlastirmaya çalıştığı iddialarının herhangi bir dayanağı bulunmamaktadır. İhvan Suriye’yi terkederek muhalefete geçen Suudi Arabistan ve Hariri ile bağlantısı olan ama ABD’den fazla itibar görmeyen eski Suriye devlet başkan yardımcısı <strong>Abdülhalim Haddam</strong> ile üç yıl kadar <strong>Milli Selamet Cephesi</strong>’nin içinde yer almış, ama İsrail’in 2008 yılında Gazze’ye karşı kanlı saldırısından sonra, Filistin’in özgürlük mücadelesinin kendilerinin daha büyük önceliği olduğunu belirterek bu konuda kayıtsız kalan Haddam’la olan beraberliğine 2009 yılında son vermiştir.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Suriye muhalefetinin özellikle El Cezire ve Batı medyasında son zamanlarda çok boy gösteren bir diğer unsuru olan <strong>Adalet ve Kalkınma Hareketi</strong>’nin (AKM) ileri gelenleri, hareketin ismini Başbakan Erdoğan ve AK Parti’den esinlenerek belirlediklerini söylüyorlar. <strong>Bu hareketin </strong>ş<strong>u anki görünümüne bakarak, sırf Turkiye’yi arkalarına lojistik destek yapmak umuduyla Adalet ve Kalkınma adını aldığını söylemek mümkün, çünkü Başbakan Erdogan’ın Suriye’ye karşı izledi</strong>ğ<strong>i politikaların bu hareketin Suriye rejiminden olan talep ve beklentilerine paralellik arzetti</strong>ğ<strong>ini</strong> <strong>gözlemlemiyoruz</strong>.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span style="font-family: Tahoma;"><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">Wikileaks</span></strong></span><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">’ın sızdırdığı belgelerden anladığımız kadarıyla, AKM’nin önderleri 2010 yılına kadar ABD’nden yaklaşık altı milyon dolar kadar yardım almışlar. Wikileaks belgeleri bu yardımın 2010’da bittiğini söylüyor ve halihazırda aynı <st1:country-region w:st="on"><st1:place w:st="on">mali</st1:place></st1:country-region> yardımın sürdüğüne dair yeni bir delil yok. Lakin hareketin gerçek gücünün bilinmemesine rağmen, merkez medyada görmüş olduğu ilgi hâlâ arkalarında Amerikan desteği olduğu kanısını uyandırmaktadır. Hareketin dış politika anlayışını “<strong>önce Suriye</strong>” sloganına sıkıştırmasını, Filistin meselesinde düşük profil izlemeyi tercih etmesi ve arkasında Amerikan desteği olmasının sonucu olarak görmek mümkündür. Ayrıca hareketin liderleri, basına verdikleri beyanatlarda kendileri ile İhvan arasında bir ilişki olmadığını daima vurgulama gereği duyuyorlar. Wikileaks belgerinde Amerikan yetkililerince AKM’nin kurucu üyelerinin liberal ve “ılımlı” müslümanlardan oluştuğu ve önemli bir kısmının eski İhvan mensubu olduğu belirtilmiş. AKM’nin Londra üzerinden Suriye’ye yönelik yayın yapan ve yine bir dönem ABD’nce finans edilmiş bir TV kanalı bulunmaktadır.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Arkalarındaki açık medya ve Amerikan desteğine rağmen, bu hareketin Suriye’deki halk ayaklanmasında başat bir rol oynadığı konusunda herhangi bir malumata rastlanmaması hareketin çok fazla bir etki alanının olmadığını göstermektedir ve arkasındaki Amerikan yardımına bakarak bütün ayaklanma hakkında sonuçlara ulaşmak gerçeği yansitmayacaktir.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Turkiye’de özellikle İran yanlısı internet medyasında ismine çok rastlanılan bir diğer oluşum da çocuk yaşlarında iken ABD’ne yerleşmiş, kendisini “<strong>Suriye’nin Ahmet Çelebisi</strong>” olarak takdim<st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">eden</st1:city></st1:place>, Siyonist lobi ve yeni muhafazakarlarla apaçık ilişkileri olduğunu saklamayan <strong>Ferid Gadri</strong>’nin <strong>Reform Partisi</strong>. Gadri sırf kendisinin şahsi girişimciliğinden kaynaklanan sağlam bağlantıları olan bir kişi olmasına rağmen, Suriye içinde etki alanı olmayan bir isim. Bir dönem sırf Washington’da kapıları açmasını bilen biri olduğu için ABD hükümetini Suriye’ye karşı daha sert tavır almaya zorlamak isteyen muhalif güçlerin 2000’li yılların başında kapısını çaldığı bir isim olan<strong>Gadri açıkça Suriye’de Amerikan ve hatta İsrail müdahelesine destek verdiği, Filistin meselesinde İsrail yanlısı tutum takındığı ve İslami hareketlere karşı olduğu için bugünlerde Suriye muhalif çevrelerinin genelinde itibarı olmayan bir isim</strong>. Suriye ve Amerikan vatandaslıkları yanısıra Suudi vatandaşlığına da sahip olan Gadiri kısa bir süre önce Suudi vatandaşlığından çıkarıldığı gibi, Suudi yönetimi Gadri’yle olan çok yağlı bir iş ihalesini de iptal etti. <strong>İşin enteresan tarafı şu ki, bu şahıs ve kurduğu adı var varlığı görünmez partisi Türkiye’de İran yanlısı internet medyasında “Suriye muhalefeti” başlığı altında yansılıtılıyor ve kendisinin Hamas ve Filistin Davası aleyhine olan sözleri manşete taşınıyor. Ancak Gadiri’nin aynı makalesinde Suriye İhvani aleyhine olan sözleri ve hakaretlerine ise hiç değinilmiyor</strong>.<em><o:p></o:p></em></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span style="font-family: Tahoma;"><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">Kısaca, Turkiye’de İran-Suriye ekseninde faaliyet gösteren çevreler sadece iki veya üç isim/hareket ve onların bağlantıları üzerinden kırk yıllık eli kanlı Baas diktatörlüğüne karşı insan fıtratının en doğal sonucu olarak ortaya çıkmış bir ayaklanmaya leke sürmeye çalışıyorlar</span></strong></span><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">. Oysa Suriye muhalefeti denilen kesim yüzden fazla oluşumu içinde barındırmaktadır. Bunların bir kısmının ABD/AB/Suudi bağlantıları da bilinmeyen bir durum değil zaten. Mesela, ABD-Suudi bağlantılarıyla kamuoyunda tanınan Hafız Esad zamanının Sünnî kökenli Başkan Yardımcısı <strong>Abdülhalim Haddam</strong> ile Hafız Esad'a karşı iktidar mücadelesini (Hafız'ın Sünnî çevresinden aldığı destek sayesinde) kaybederek yurtdışına çıkmak zorunda kalmış olan Hafız'ın kardeşi <strong>Rifat Esad</strong> Türkiye'de yapılan Suriye muhalefeti toplantılarına dahil edilmemişlerdir. ABD ile işbirliği yapan ama apaçık bir müdahele fikrini dile getirmeyen bazı grupların Turkiye’de düzenlenen toplantılara katılıyor olması da bütün bir ayaklanmayı ve muhalefeti karalamak için kullanılamaz. <strong>Bülent Şahin Erdeğer</strong>’in son yazılarından birinde belirttiği gibi, “siyasal yapılardan bağımsız biçimde kendi doğallığında ortaya çıkan halk örgütlenmelerinin ana merkezleri Suriye şehirlerinin büyük camileri olmuştur. Suriye’de İslami yaşam ağırlıklı olarak mescitlerde oluşturulan ilmî ders halkaları etrafına şekillenmektedir. Kanaat önderleri konumunda olan alimler mescitlerde hem halkın bilinçlendirilmesine hem de eğitimine katkı sağlamislardir”.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">TÜRKİYE'NİN İÇİNDE YER ALACAĞI NATO MÜDAHELESİ İDDİALARI YERSİZ<o:p></o:p></span></span></strong></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">İzmir'de konuşlandırılan NATO kuvvetleri ile Suriye’ye yapılacak olası bir müdahele arasında kurulan ilişkiler de asılsız; çünkü ABD'nin gündeminde Suriye'ye karşı bir NATO müdahelesi, Esad'a çekil talebi yapıldıktan sonra bile gündeme gelmesi söz konusu değil. Ayrıca Türkiye hâlâ Suriye’ye karşı Esad rejimini reform yapmaya yönlendirici bir siyaset izliyor ve en son olarak İran aracılığı ile Suriye üzerinde reform yönünde ikna edici olmayı denedi. Türkiye ile ABD arasında son zamanlarda ortaya çıkan politika benzerliği (ki şu ana kadar Esad başta kalmak suretiyle rejimin reforme edilmesi esasında birleşiyorlar) daha çok Turkiye’nin kendine özgü çıkarlarının dayatmasının ürünü ve ABD ile belli bir uyum içinde hareket etme kaygısından kaynaklanmıyor.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">ABD'NİN BEŞŞAR ESAD ISRARI<o:p></o:p></span></span></strong></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span style="font-family: Tahoma;"><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">Lâkin, apaçık bilinen bir başka gerçek, son zamanlardaki gelişmelerin ibreyi başka yöne doğru kaydırmasına rağmen, ABD’nin Beşşar Esad'la yola devam etmek istediğidir</span></strong></span><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">. Eski Lübnan Başbakanı Hairiri’nin 2005 yılında öldürülmesinden sonra, büyükelçisini çektiği <strong>Suriye’ye beş yıl aradan sonra Robert Ford gibi ehil bir büyükelçinin gönderilmesi, ta baştan Obama yönetiminin Esad rejimi ile ilişkileri geliştirmek istemesinin en önemli işaretlerinden biridir ve bu politika ABD’nin 1980lerden beri izlediği Suriye ile İsrail arasında barışı temin etme çabalarının bir uzantısıdır</strong>. Özellikle 1990-2000 yılları arasında ABD-Suriye ilişkilerinde önemli bir ilerleme kaydedilmiş olmasına rağmen, İsrail ve Suriye arasında bir barış antlaşması imzalanmamasındaki en büyük faktör Suriye’nin bu antlaşmanın imzalanmasından sonra da kendisinin Lübnan üzerindeki nüfusunun<st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> edilmesinde ısrarı ve İsrail’in Golan’ın Suriye’ye geri verilmesi karşılığında koştuğu ilave sartlardır..<o:p></o:p></span></span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px;"><span class="textexposedshow"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">SURIYE’YE KARŞI YAPTIRIMLAR YOLDA<o:p></o:p></span></span></strong></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span style="font-family: Tahoma;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">Fakat, <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eğer</st1:place></st1:city> Esad yönetimi muhalefeti yatıştıracak nitelikte reform teşebbüsünde bulunmazsa, önümüzdeki günlerde Suriye üzerinde, askeri müdahele dışında kalan, diğer baskıların artacağından hiç şüphe yok. Suriye ekonomik refah açısından bütün Arap ülkeleri arasında en kötü durumda olanlardan biri. 80 milyonluk Mısır ile 22 milyonluk Suriye'nin kişi başına düşen milli geliri neredeyse aynı. Ekonomisi bir kaç kaleme dayanıyor ve bunların başında petrol ve gaz gelirleri (diğer petrol zengini ülkelerle kiyaslaninca ufak bir rakam, ama Suriye'nin döviz gelirlerinin üçte birini oluşturmakta) gelmektedir. Suriye petrol ve gazı üzerinde uygulanacak bir yaptırım, Suriye’nin toplam üretimi dünya toplam üretiminin çok küçük bir kısmı olduğu için, bu petrolün su anki müşterisi durumundaki Avrupa ülkelerince alınmaması durumunda dünya petrol fiyatlarını etkilemesi mümkün değil, ama Suriye devletine önemli bir darbe vurması söz konusu (yaklaşık günde 8 milyon dolar civarında bir gelir sözkonusu olan). İşin ilginç yani da, "direniş" cephesinin elemanı olan Suriye petrolünün tüketicileri ve bu alanda Suriye’de yatırım yapanlar Kanada ve Avrupa ülkeleri. Dolayısıyla yaptırımlar yoluyla ABD, batılı müttefiklerini Suriye’den petrol almaktan, Suriye’nin petrol ve gaz sektörüne yatırım yapan Batılı şirketleri de, yatırımlarına devam etmekten vazgeçirmeye calışacaktır. Ayrıca Esad rejimine destek veren Suriyeli işadamları ve şirketlerine karşı da yaptırımların genişletilmesi suretiyle bu kesimin rejime verdiği desteği geri çekmesi de amaclananlar arasında yer almaktadır</span></span><span class="textexposedshow"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">. </span></span><span class="apple-converted-space"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"> </span></span></span><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><br />
</span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">İRAN YARDIMI YAPTIRIMLARIN MENFİ TESİRİNİ KALDIRIR MI?<o:p></o:p></span></span></strong></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span style="font-family: Tahoma;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">Suriye'nin önemli gelir kaynaklarından birisi olan turizm sektörü diğer sektörler gibi, Mart ayından beri süren gösteriler yüzünden negatif olarak etkilenmiş durumdadır. Bazı yorumcular uzun süreli bir ekonomik bunalımın Suriye rejimini cokertebileceği tahmininde bulunuyorlar. İran'dan gelecek yardımların ise 22 milyonluk bir ülkeyi uzun süreli ayakta tutabilmesi mümkün olmadığı gibi, İran'in Suriye'ye nefes aldırtacak kadarıyla bile yardım yapabilmesi aynı zamanda kendisini ekonomik anlamda ateşe atması olur. Bu nedenle bugünlerde dile getirilen, ama henüz İran’ın resmi olarak açıklamadığı yaklaşık 6 milyar dolarlık yardım ve bir aylık süre için her gün yaklaşık 300 bin varil bedava petrol Suriye için ancak kısa süreli bir rahatlama sağlayacaktır</span></span><span class="textexposedshow"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">. <o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="textexposedshow"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">YAPTIRIMLAR ALTINDAKİ SURİYE’YE KARŞI SUUDİ TAVRI NE OLUR?<o:p></o:p></span></span></strong></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Suriye'nin İran'a uzun süre için bel bağlaması zor; ama imdadına Rusya ve Çin yetişir mi? Hatta su anki Suriye rejimini yıkmak için Suriye'ye Lübnanlı lider Hariri ile işbirliği içinde el-Kaide benzeri Selefi militanları soktuğu iddia edilen Suudi rejimi de yardım elini uzatır mı? Hatta Kuveyt bile yardım elini uzatanlar arasında yer alır mı? Bunlar üzerinde spekülasyonlar yapmak mümkün, ama su an için kesin bir şey söylemek zor. Ancak Suriye’nin Arap dünyası içindeki spesifik konumu nedeniyle bunun mümkün olduğunu iddia edenler var. <strong>Artık ABD ile olan ittifak ilişkilerini yeni bir çerçeveye oturtmaya başlamış olan Suudi Arabistan, Suriye’yi İran’dan koparmak için, en azından iki ülke arasındaki ilişkileri yeni bir dengeye oturtmak için Suriye’ye yardım elini uzatması söz konusu olabilir</strong>. Geçmişte Lübnan’ın iç savaş kaosundan çıkmasında iki ülke işbirliği içinde olmuş, ama 2005 yılından sonra Suriye’nin İran-Hizbullah eksenine daha fazla kayması Suudi yönetimini rahatsız etmeye başlamıştı.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span style="font-family: Tahoma;"><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">ESAD’I ABD’YE YANAŞMAKTAN ALIKOYAN NED</span></strong></span><span class="textexposedshow"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">İ</span></strong></span><span class="apple-style-span"><strong><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;">R?<o:p></o:p></span></strong></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Peki Suriye'yi Amerika ile iş kesmekten alıkoyan nedir? Filistin davasına olan aşkı mı? <strong>Elimizdeki tarihi bilgiler geçmişte Esad ve rejiminin Filistinlileri ezenlerin safında da yer aldığını gösteriyor</strong>. 1970 yılında, Ürdün Kralı Hüseyin ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki çatışmada, FKÖ lehine çatışmaya dahil olan Suriye ordusunun o zamanki Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hafız Esad’ın kendisine emredileni yapmaması nedeniyle FKÖ’nün başarısız olduğu ve netice olarak FKÖ’nün Ürdün’den çıkarıldığı bilinen bir gerçek. Yine Lübnan iç savaşı esnasında Hafız Esad önce Hıristiyan Falanjistlerin yanında, daha sonra laik Şii milis gücü Emel’in yanında yer alarak Filistinli kanı döktüğü de çok iyi bilinmektedir.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;"> Suriye'yi ABD'ne yanaşmaktan İran'a karşı olan muhabbet mi alıkoyuyor? Hayır, aksine Suriye'de seküler bir yönetim var ve İran'la hiç bir ideolojik yakınlığı yok. Ayrıca, Suriye’nin resmi ideolojisi olan Baasçılık Arap milliyetçiliği üzerine inşa edilmiş bir ideoloji. Peki Şiîlik ortak bağı mı? Bunu Türkiye'de bolca iddia edenler var; ama bu iddialar deli sacmalamasının ötesine gitmiyor. Nusayrilik İran'da hakim olan Şii anlayışa göre de orta yolda olmayan ve yanlış bir anlayış. İnsana sormazlar mı, Eğer Nusayriler’le İran bir ortak paydadan yola çıkarak ilişki kurabiliyorsa, İran'ın Türkiye Alevileri üzerinde neden hiç bir etkisi yok? Veya neden “İslam Cumhuriyeti” olan Şii İran, nüfusunun yüzde 85’i Şii olan Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmada Ermenistan’ı destekliyor? Ayrıca, Suriye'deki rejimi ayakta tutanın sadece Nusayri azınlık olduğu iddiası da toptan yanlış. Hafız Esad hasta yatağındayken, onu devirmeye çalışan kardeşinin başarıya ulaşamamasının nedeni, Esad'ın yakın çevresini tamamiyle Sünnî kökenli insanların oluşturmuş olmasıydı ve Esad sağlığına kavuştuktan sonra kardeşiyle beraber onunla işbirliği yapmış pek çok Nusayri'yi saf dışı bıraktı. Ancak özellikle ordunun ve istihbarat teşkilatının yüksek kademelerinde Nusayri hakimiyeti var; ama rejim direncini sadece onların varlığı ve gücünden almıyor.</span></span></span><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><br />
<br />
<span style="font-family: Tahoma;"><strong>Suriye aslında ABD safında olmayı kendisine daha uygun bulmakla birlikte, ABD’nin Lübnan’da kendisine tanıdığı rol ile tatmin olmadığı için, kendisini Lübnan’da kalıcı kılan İran-Hizbullah çizgisinin yanında olmayı, mevcut şartlarda kendi çıkarlarına daha uygun bulmaktadır. Eğer Arap Baharı olmasaydı, belki şu an ABD ile Suriye arasında ilişkilerin tesisi yönünde çok büyük adımlar atılmış olurdu. Arap Baharı her iki tarafı da hazırlıksız yakaladı. ABD sırf bu iş için, beş yıldır büyükelçisi olmayan bir ülkeye, hem de Kongre'nin itirazlarına rağmen çok ehil bir elçi gönderdi ve Suriye de bunun farkında. Ama Arap Baharı rejimin güvensizlik duygusunu kamçıladı ve onu aşırı bir kendini koruma refleksi içine itti. Belki Esad ve etrafındaki bir kaç kişi reform istiyor. Rejimin önemli dayanaklarından olan Sünnî kökenli ekonomik elit de reform istiyor. Ama devlet elitinin büyük çoğunluğu (ki bunların arasında Sünnî kökenliler de epey var; sistem Sünnî kökenlileri tamamen izole etmiş değil) ve statükodan çıkarı olanlar reformlarla birlikte ayaklarının altındaki zeminin kayacağından korkuyorlar. ABD'yi Esad'dan caydıran zaten Esad'ın üstünü çizmiş olması değil; Esad’in bu kendi korkularına yenik düşmüş yapıyı dönüştürememiş olmasıdır</strong><span class="textexposedshow">.<o:p></o:p></span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><br />
</div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;">Suriye’de statükodan çıkarı olanların bu çıkarlarının elden gideceğinden doğan korkularını şiddete transfer ediyorlar ve her türlü yapıcı diyalog için kapıları kapatıyorlar. Onların İran'a sarılmasına neden olan da budur. Ama korkunun ecele faydası olur mu, onu hep birlikte göreceğiz.</span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;"><br />
</span></span></span></div><div align="justify" class="MsoNormal" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;"><span class="apple-style-span"><span lang="EN-US" style="color: black; font-size: 11pt;"><span style="font-family: Tahoma;"><span class="Apple-style-span" style="color: #993300;"><strong>Fikri Beyan sitesinde 20 Temmuz 2011'de yayinlandi: </strong></span></span></span></span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Times New Roman'; font-size: small;"><a href="http://www.fikribeyan.net/2333_Suriye-Kiyami-Hakkindaki-Carpitmalarin-Sefaleti.html">http://www.fikribeyan.net/2333_Suriye-Kiyami-Hakkindaki-Carpitmalarin-Sefaleti.html</a></span></div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-48973533047088076922011-07-04T20:55:00.000-06:002011-07-04T20:55:20.225-06:00SURİYE AYAKLANMASI, ESAD REJİMİNİN BEKASI VE AMERİKA<div align="justify" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; line-height: 0.53cm; margin-bottom: 0.49cm;"><span style="color: black;"><strong>SURİYE AYAKLANMASI, ESAD REJİMİNİN BEKASI VE AMERİKA</strong></span></div><div align="justify" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; line-height: 0.53cm; margin-bottom: 0.49cm; margin-top: 0.49cm;"><span style="color: black;"><strong>Levent Baştürk</strong></span></div><div align="justify" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; line-height: 0.53cm; margin-bottom: 0.49cm; margin-top: 0.49cm;"><span style="color: black;">30 Haziran tarihli İngiliz Guardian gazetesinin bir haberine göre, ABD ile Beşşar Esad rejimi arasında bir “yol haritası” üzerine bir anlaşmaya varıldı. Suriye muhalefeti tarafından basına sızdırılan bu yol haritası bir rejim değişikliği öngörmekle beraber Esad’ın şimdilik iktidarda kalmasını sağlamakta.</span></div><div align="justify" style="font-family: Verdana; font-size: 12px; line-height: 0.53cm; margin-bottom: 0.49cm; margin-top: 0.49cm;"><span style="color: black;">Haberden anladığımıza göre, bu yol haritasını bir taslak rapor halinde, hafta başında Şam’da yapılan muhalefet konferansında katılımcılara dağıtmışlar. Bu durum, haliyle Şam’da yapılan bu muhalefet toplantısına neden Suriye rejiminin müdahele etmediğini de açıklamaktadır. Bir yerde o toplantının, ABD ile Esad arasında geçen görüşmelerin muhalefete aktarılması işlevini yerine getirdiğini görüyoruz.</span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><strong>ABD’NİN ‘YOL HARİTASI’ ÜZERİNDE SURİYE UZLAŞIR MI?</strong></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;">ABD'n<span style="color: black;">i</span>n Suriye için çizdiği “yol haritası” Esad’ı güvenli ve barış içinde demokrasiye geçişi idare edecek lider olarak belirlerken, geçici hükümet olarak da görev yapacak olan bir Kurucu Meclis öneriyor. 100 üyeli bu Kurucu Meclis’in 30 üyesini Baas Partisi mensupları oluşturacaklar. Geri kalan 70 üye ise muhalefet adaylarıyla yapılan görüşmeler neticesinde tesbit edilerek Cumhurbaskan<span style="color: black;">ı</span>’nca atanacaklar. Baas Partisi’nin de kurulacak diğer partiler gibi, çıkarılacak olan siyasi partilar kanununa göre faaliyet gösteren normal bir parti olması yol haritasının ayrıntıları arasında yer almakta. Yol haritası ayrıca güvenlik güçlerine daha fazla sıkı denetim getirilmesi, barışçı gösteriler için izin ve basın özgürlüğü gibi unsurlar<span style="color: black;">ı</span> kapsıyor.</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="font-size: x-small;">Suriye muhalefetinin çok dağınık ve bölünmüş olduğu, Suriye rejiminin uzun soluklu bir çatışmada muhalefete karşı direnme kapasitesinin yüksek olması ve hem ülkenin geleceği hem de insan kaybı açısından uzun dönemli bir çatışmanın maliyetinin yüksekliği gözönüne alındığında, bu anlaşmayı muhalefetin kerhen de olsa kabullenme ihtimali oldukça yüksek görünüyor.</span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"><span style="font-size: x-small;">Amerikalı yetkililer basına sızdırılan bu girişimi üstlenmek istemeseler de, Suriye’nin içinde olduğu şartlara ve Amerikan-Suriye ilişkilerine dikkatli bir bakış, böyle bir uzlaşının veya “yol haritas</span></span></span><span style="color: black;">ı</span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"><span style="font-size: x-small;">”nin, aşağıda sayacağ</span></span></span><span style="color: black;">ı</span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"><span style="font-size: x-small;">m</span></span></span><span style="color: black;">ı</span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"><span style="font-size: x-small;">z sebeplerden ötürü, hem Esad hem de ABD açısından su an için en ideal çözümlerden biri olduğunu ortaya koymaktadır</span></span></span><span style="font-size: x-small;">.</span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="font-size: x-small;"><strong>1- Suriye’nin dışlanmışlığı ve ekonomik sorunları</strong></span><span style="font-size: x-small;">: Suriye İran’la olan ittifakı ve terörizme destek veren ülkeler listesinde olması nedenlerinden dolayı uluslararası ortamdan nispi olarak tecrit edilmis durumda. Oysa Suriye’nin bir an önce üzerinde yoğunlaşması gereken iktisadi meseleleri ve bunların üstesinden gelebilmesi için de kaynak tedarik etmeye ihtiyacı var. Suriye, kişi başına düşen gelir sıralamasında Arap dünyasında bile en düşük gelire sahip olanlar arasında. Dünya Bankasının 181 ülkeyi içeren sıralamasında ise 114. sırada yer almaktadır. Her Arap ülkesi gibi, genç nüfusu artış gösteren Suriye’nin İran’la yetinerek bu ekonomik kısır döngünün dışına çıkması ise çok zor.</span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="font-size: x-small;"><strong>2- Hamas-Hizbullah-İran faktörlerine ve Golan’ın ilhakına rağmen İsrail’le istikrarlı sınır ilişkileri</strong></span><span style="font-size: x-small;">: Aslında Suriye ile İran ideolojik olarak farklı kutuplarda yer alan ülkeler olarak ortak bir amaç etrafında birleşmiş değiller. Bugün Hamas’a ev sahipliği yapan Esad rejiminin Filistinliler’le olan tarihi ilişkilerine bakınca, rejimin kirli ve kanlı bir sayfaya sahip olduğunu da görüyoruz. Hamas liderliğinin yıllardır Suriye’de faaliyet göstermesi, bu ülkenin onlara güvenli bir yuva olduğu anlamına gelmiyor. Hamas Esad rejimince karşısına uygun bir fırsat geçinceye kadar elde tutulan bir pazarlık malzemesi olma özelliğini taşıyor. Suriye’ye ait olan Golan Tepeleri 1967’den beri İsrail’in işgali altında ve resmen İsrail bu toprakları ilhak ettiğini açıklamış. Buna rağmen, İsrail’in en istikrarlı sınır bölgesini Suriye ile olanı oluşturuyor. Hal böyle olunca, Suriye rejimi Hizbullah’a lojistik destek ve Hamas liderliğine sığınma sağlayarak kendisinin İsrail karşısında konumlandırdığı imajını teşhir ederek ülke içindeki despotik rejimi, aktif bir düşmanın varlığıyla meşrulaştırmaya çalışıyor. Yol haritasının kabul edilmesi durumunda, yeni dönemde yeni unsurların yönetime dahil olması nedeniyle Esad’in üzerindeki meşruiyet sorununu daha geniş bir tabana yayılacağı ve kendisine karşı olan uluslararası alandaki tecriti kaldıracağı için, Esad’ın hem Batı ve Hamas-Hizbullah-İran ile olan ilişkilerini çok daha farklı bir zemine oturtacağını söylemek kehanet olmayacaktır.</span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="font-size: x-small;"><strong>3- ABD ile iyi ilişkiler Suriye için yaşanmamış bir tecrübe değil</strong></span><span style="font-size: x-small;">: Suriye aslında 1990’ların başından 2000’li yılların ortasına kadar ABD ile ilişkileri geliştirme gayreti içinde oldu. Sovyet sisteminin çökmesinin ardından vuku bulan Irak’a karşı yapılan Birinci Körfez Savaşı, Rusya’nın bir süre için kendi içine kapanması sonucu yalnızlaşmış Suriye’ye ABD’ye yakınlaşması için altın bir fırsat sundu. Suriye bu savaşa az sayıda asker göndererek, sembolik olarak İrak’a karşı ABD’nin yanında yer alan bir Arap ülkesi olarak boy gösterdi. Suriye’nin Saddam Irak’i gibi Baas Partisi yönetimi altında olması, Suriye’nin ABD’nın yanında olmasına ilave bir sembolik önem kazandırıyordu. Bu tarihten sonra da çeşitli vesilelerle Suriye ile ABD arasında işbirliği devam etti. 11 Eylül olaylarından sonra da Suriye, ABD’nin “Terore Karşı Savaş” adı altında giriştiği faaliyetlere önemli katkılar sağladı. Ancak iki ülke arasında olan bazı tali sorunlara, 2005 yılında Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin bir silahlı saldırı sonucu öldürülmesi olayı eklenince Suriye ile ABD arasındaki ilişkiler koptu.</span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="font-size: x-small;"><strong>4- Obama yönetiminin Suriye’ye karşı yeni yaklaşımı</strong></span><span style="font-size: x-small;">: Bizatihi Obama yönetiminin beş yıllık bir aradan sonra, geçen yıl Robert Stephen Ford gibi Arap dünyasını, bu dünyanın kendi içindeki açmazlarını ve denge noktalarını iyi bilen bir büyükelçinin Şam'a, Kongre’nin engellemelerine rağmen atamış olması, Obama yönetiminin bu ülkeyle ilişkileri geliştirmek ve Suriye’yi uluslararası sisteme entegre etmek istemesinin açık bir işareti olmasıydı. Suriye rejiminin buradaki açık jesti görmemesi imkansız. Ancak bununla beraber, paketin parçası olarak bazı isteklerin olacağını da bilmemesi imkansız. Ayrıca, Ford’un atanmasını takiben Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns de Suriye’yi ziyarette etti</span><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">.</span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;">‘<span style="font-size: x-small;"><strong>ARAP BAHARI’ ABD-SURİYE YAKINLAŞMASINI SEKTEYE UĞRATTI</strong></span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">Eğer “Arap Baharı” denilen gelişmeler vuku bulmasaydı, belki de su an, Suriye ile Amerika arasında bir uzlaşma ortaya çıkabilirdi. Henüz ortak bir zeminde bir uzlaşmanın olmadığı bir ortamda Arap dünyasındaki başkaldırıların patlak vermesinin Suriye rejimini endişeye sevkettiği açık. Arap Baharı’n</span></span><span style="font-size: x-small;">ı</span><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">n Libya’ya karşı bir dış müdaheleyi beraberinde getirmesi de Suriye rejimini, hayatta kalma içgüdüsünün yönlendirdiği bir refleksle hareket etmeye itti. Her ne kadar Arap Baharı’n</span></span><span style="font-size: x-small;">ı</span><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">n bir proje olduğu ve bölgenin toptan dönüşümü için bir yerlerden düğmeye basıldığı iddiaları bol miktarda dile getirilse de, aslında gelişmelerin dikkatlice izlenmesi, ABD ve diğer Batılı güçlerin de buna hazırlıksız yakalandığını gösteriyor (bu ifade ABD ve/veya diğer Batılı güçlerin bölgeye ilişkin projelerinin olabileceğini/olduğunu inkar etmiyorum). Türkiye’de belli çevrelerde de alıcı bulan komplo teorilerine göre, malum proje çerçevesinde Suriye’de olanların arkasında ABD-İsrail-Suudi Arabistan- Türkiye-Müslüman Kardeşler ortaklığında ortaya konmuş olan bir eylem söz konusu.</span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">Bir defa İsrail açısından, nasıl olacağı bilinmeyen bir Müslüman Kardeşler idaresi yerine reflekslerinin bile nasıl olduğunu bildikleri bir Esad idaresi kesinlikle tercih edilir bir durum. Arab Baharı’na hazırlıksız yakalanan, ama gelişmeleri kendisinin bölgeye ilişkin tasavvurlarına göre yönlendirmeye çalışan ABD açısından da Suriye’deki sürecin sağlıklı bir şekilde yönlendirilmesi Esad rejimiyle uzlaşmaktan geçiyor.</span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;"><strong>ABD NEDEN ESAD’LA UZLAŞMAYI SEÇ</strong></span></span><strong>İ</strong><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;"><strong>YOR?</strong></span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">Altı milyon nüfusa sahip olan bir Libya’da daha örgütlü bir silahlı başkaldırının devletin direnmesi sonucu dış mudaheleyle desteklenmek zorunda kalınması, sanıldığı gibi Kaddafi’nin daha çabuk devrilmesini beraberinde getirmedi. Ve hatta dış müdahele, sebep olduğu sivil halk ölümleri ve tahmin edilenin ötesinde yol açtığı yıkımlarla, başında haklı görünen bir isyanın meşruiyetini tartışılır hale soktu.</span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">Suriye açısından resime bakınca vaziyet Libya’da olduğundan çok daha karmaşık bir mahiyet arzediyor. İran’in resmi yayın organı Press TV ve çeşitli Lübnan ve Suriye kökenli yayınlarda dile getirilen Suriye’ye sızmış El Kaide ile irtibatlı çeşitli silahlı Selefi örgütlerin varlığı iddialarının su ana kadar herhangi bir delili sunulmuş değil. Delil olarak piyasada sadede Şeyh Adnan Arur’un bir video konuşmasında dile getirdiği cinayet ve tecavüz odaklı rejime karşı komplo tavsiyeleri var. Videoda söylenenlerin otantik olup olmadığı belli olmadığı gibi, Adnan Arur’un yüzün üzerinde irili ufaklı gruplara bölünmüş Suriye muhalefeti içindeki yeri ve önemi de belli değil. Hele hele, Türkiye ve Müslüman Kardesler’in İsrail’le işbirliğine koşulduğu iddiasının hiç bir mesnedi yok. Üstelik bu iddialar ortaya atılırken, Suriye’ye meşruiyet sağlamada yem olarak kullanılan Hamas’ın Müslüman Kardeşler’in Filistin dalı olduğu ise toptan ihmal ediliyor.</span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">Suriye muhalefeti açık olarak kesinlikle silahlı bir başkaldırıya girişmeyeceğini ilan etmiş durumda ve rejimin bu yöndeki bütün suçlamalarını reddediyor. Eğer hal böyleyse, gösterilerin aralıksız devam etmesi halinde, eğer rejim silahla karşılık verme kararı alırsa, Tunus ve Mısır’da tanık olduğumuz ordunun tarafsız kalmayı tercihi durumuyla karsılaşmayacağımız su ana kadar belli olmuş durumda. Bir başka deyişle, ABD’nin Suriye’de orduyu yanına çekip diktatörü ve etrafındakileri saf dışı bırakma ihtimali şimdilik yok. Ancak ordunun Sünnî kökenli alt rütbeli subayları ve erlerinin saf değiştirip sivilleri rejime karşı korumaya çalışması ihtimali belki doğabilir. Böyle bir durumda da ortaya çıkacak bir iç savaş, Libya’dakinden çok farklı olarak, bütün bölgeyi tehdit eden bir durum alır. Bir NATO müdahelesi veya sınırlı kapsamda Türkiye tarafından yapılan bir müdahele durumunda ise, Suriye’yi kaybetmemeyi kafasına koymuş bir İran’ın sıcak çatışmaya girmesi ve su ana kadar pek sesini çıkarmayan Rusya’nın da Suriye rejimi lehinde tavır alması ihtimali önümüzdeki manzarayı daha da karmaşık hale getiriyor. Böyle bir gelişmeyi ne ABD’nin ne de diğer NATO üyelerinin, gerek Libya tecrübesinden yola çıkarak ve gerekse başka faktörlerden dolayı istediklerini iddia etmek pek tutarlı bir görüş değil. Bu nedenle, su an Suriye’deki ayaklanmaların dış güçlerin askeri müdahelesini davet etmek için ortaya konan bir icraat olduğu iddiaları kesinlikle gerçeği yansıtmıyor.</span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">Ayrıca Suriye siyasi elitlerinin seküler dünya görüşü, Batıcı oryantasyonu, düşünce/davranış/karar verme biçimlerinin bilinir olması, mevcut rejimin olduğu gibi çökmesi halinde bir güç boşluğunun ortaya çıkması ihtimali ve şu anki muhalefet içinde İslami elementlerin ne kadar güç kazanıp yeni rejimin dış siyasetini ne dereceye kadar Batı ve İsrail aleyhine belirleyeceginin bilinmezliği gibi unsurlar ABD için köklü bir rejim değişimi yerine Esad önderliğinde tedrici bir dönüşüm fikrini ön plana çıkarmaktadır.</span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;"><strong>ABD’NİN SURİYE’YE YAKLAŞIMI LİBYA’YA OLANDAN FARKLI</strong></span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">ABD’nin su ana kadar aldığı tavırla Libya’da olduğundan çok farklı bir tavrı ortaya koyduğunu açık ve net olarak görmekteyiz. Baas rejimini tedrici olarak dönüştürmeyi amaçlayan bu tavır ABD yönetiminin neden bu zamana kadar Esad rejiminin gayri meşru olduğunu ilan etmekten özenle sakındığını da açıklamaktadır.</span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><br />
</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-size: x-small;">Turkiye’nin seçim öncesinde, Başbakan Erdogan’ın Suriye güvenlik güçlerinin saldırılarını “vahşet” olarak nitelendirdiği konuşmasından başlayarak düzenli bir şekilde tavrını net olarak muhalefetin yanında belirlediği ve Suriye rejimini reform yapmaya çağırdığı konuşmalarda aldığı tavır ile ABD’nin şu an aldığı tavır büyük ölçüde örtüşmektedir. Ancak her iki ülke idaresinin yaklaşımlarındaki bu örtüşmeyi sağlayan sebepler birbirlerinden farklı ve kendine özgüdür. Her iki ülkenin Suriye üzerinde ortak bir noktada yer alması bir sonuçtur ve sonucu sebebin yerine koyarak girişilen her türlü açıklama biçimleri ve bunların üzerine inşa edilen “Suriye’yi istikrarsızlaştırma senaryoları” bir komplo teorileri olmanın ötesine gitmemektedir</span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"><span style="font-size: x-small;">.</span></span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"><span style="font-size: x-small;"><br />
</span></span></span></div><div style="font-family: Verdana; font-size: 12px; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial, sans-serif;"><span style="font-size: x-small;">Dünya Bülteni 2 Temmuz 2011</span></span></span></div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-59332957133220952012011-07-04T20:47:00.000-06:002011-07-04T20:47:39.725-06:00THK pilotları İsrail'de:HAVA ÖĞRENCİLERİ MÜBADELESİ TÜRKİYE İLE İSRAİL ARASINDA YENİ BİR YAKINLAŞMA İŞARETİ Mİ?<div class="baslikbuyuk" style="color: #003b7f; font-family: Arial, Times, sans-serif; font-size: 22px; font-weight: bold; font: normal normal normal 12px/normal Arial, Times, sans-serif; margin-bottom: 5px; margin-left: 0px; margin-right: 5px; margin-top: 5px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; position: relative; text-align: left;">THK pilotları İsrail'de</div><div class="spot" style="color: #666666; font-family: Arial, Times, sans-serif; font-size: 16px; font-weight: bold; font: normal normal normal 12px/normal Arial, Times, sans-serif; margin-bottom: 0px; margin-left: 5px; margin-right: 0px; margin-top: 5px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left;">Uluslararası bir organizasyon kapsamaında İsraile giden THK pilotlarının gidişi İsrail medyasında "işbirliği" olarak yorumlandı. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /></div><span class="Apple-style-span" style="font-family: Arial, Times, sans-serif; font-size: 12px;"><br clear="all" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /></span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Arial, Times, sans-serif; font-size: 12px;"><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /></span><div class="vucut" style="color: black; font-family: Arial, Times, sans-serif; font-size: 12px; font-weight: normal; font: normal normal normal 12px/normal Arial, Times, sans-serif; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left;"><div style="font-size: 14px; line-height: 19px; margin-bottom: 1%; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 1%; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Levent Baştürk - Dünya Bülteni 4 Temmuz 2011</strong></div><div style="font-size: 14px; line-height: 19px; margin-bottom: 1%; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 1%; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><br />
</strong></div><div style="font-size: 14px; line-height: 19px; margin-bottom: 1%; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 1%; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun 12 Haziran seçimleri sonrasında Başbakan Erdoğan’a gönderdiği tebrik mesajıyla başlayan ve İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini geliştirmesini amaçlayan süreç, hükümet tarafından Türkiye kamuoyu yeterince aydınlatılmadığı için kafalarda soru işaretleri uyandıracak şekilde devam ediyor.<br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />İki gün önce İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak adına yayınlanan bir resmi açıklamada Özgürlük Filosu-2’nin engellenmesi yönünde olumlu gelişmelerin yaşandığı söylenmiş, filonun engellenmesi için önemli çabalar gösteren ülkeler arasında Türkiye'den de bahsedilmesi şaşrıtıcı gelmişti. Olumlanan gelişmelerin İsrail Dışişleri Bakanlığı ile Başbakan Netanyahu’nun yoğun çabalarının bir ürünü olduğunu söylemişti. Çok kısa bir süre önce, Twitter’da gönderdiği mesajla, Başbakan Erdoğan’ın dış politika danışmanı İbrahim Kalın, Barak’ın Türkiye’ye ilişkin yaptığı açıklamanın doğru olmadığını ve yakında Türk Dışişleri Bakanlıgı’nın Barak’ı yalanlayan bir açıklama yapacağını açıkladı. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><strong style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">TÜRK PİLOTLAR İSRAİLLİ AİLELERİN YANINDA KALACAK</strong><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />Ha’aretz gazetesinin İbranice yayınında çıkan bir başka haber kafalardaki soru işaretine bir başkasını daha ekledi. “Türkiye’den hava öğrencileri İsrail’i ziyaret ediyor” başlığıyla verilen haberin ilk alt başlığı da “Ankara ile Kudüs arasında diğer bir yakınlaşma adımı” şeklinde atılmış. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />Haberde belirtildiğine göre, Temmuz ayının ortasında, dünyanın çeşitli ülkelerinin hava kuvvetleri ve havacılık kuruluşlarının belirlediği gençlerden oluşan bir topluluğun parçası olarak Türkiyeli hava öğrencileri İsrail Hava Kuvvetleri’nin konuğu olacaklar. İsrail Hava Kuvvetleri’nin de bir parçası olduğu Uluslararası Hava Öğrencisi Mübadele Programı’na dahil edilen öğrenci pilotlar Şaron bölgesindeki “gönüllü ailelerin” yanında evlerde ağırlanacaklar. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />18 ile 21 yaşları arasındaki bu gençler İsrail’e iki haftalığına geliyor. Türkiye’nin yanısıra, İsrail’e ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda ve Hong Kong’dan gençler gelecek. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />Bu değişim programı, eşzamanlı olarak programa katılan bütün ülkelerde organize ediliyor. Başka ülkelerden gençler İsrail’e gelirken, Ha’aretz’in haberine göre “İsrail’den de bir “genç havacı savaşçılar” ekibi başka ülkelere, İsrail’in “Hasbara” (halkla ilişkiler, kamuoyu diplomasisi) faaliyetlerini de derinleştirmek amacıyle gidiyor. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><strong style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">İSRAİL’İN ÇOK ÖNEM VERDİĞİ PROGRAM</strong><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />Çoğu ülkenin sivil havacılık kuruluşları vasıtasıyla katıldığı bu programa İsrail’in bizatihi Hava Kuvvetleri aracılığı ile katılması programa çok büyük önem atfettiğini gösteriyor. İsrail’den başka ülkelere gönderilen kişilerin orada İsrail adına “halkla iliskiler” memuru gibi hareket etmesi üzerinde vurgu yapıldığı gibi, İsrail’de konukların evlerde ağırlanmasının önemine yapılan vurgu da çok önemli. Hava Kuvvetleri adına Hava Öğrenci Mübadelesi Programı Başkanı olarak görevli Yarbay Yinon Bar Shilton’a göre, konukların İsrail milleti ve kültürü ile “dolaysız / aracısız yakınlık” kurmasını sağlamada birinci dereceden vasıta işlevi gören bu gençlerin İsrailli ailelerce ağırlanması bütün konuk etme sürecinin en önemli parçasını oluşturmaktadır. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />İsrail Hava Kuvvetleri uzun yıllardır Hava Öğrencisi Mübadele Programı içinde faaliyet göstermekte. Bu programı başlatan ve yürüten Uluslararası Hava Öğrenci Mübadelesi Teşkilatı (İACEA – International Air Exchange Association) askeri pilot adayları ile havacılığa ilgisi olan geçler arasında ve pilot adayları ve gençler üzerinden de onların bağlı oldukları hava kuvvetleri ve havacılık örgütleri arasında dostlukların kurulmasını amaçlamaktadır. Teşkilatın başta Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri olmak üzere toplam 21 üyesi var. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><strong style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">İSRAİL BASININDAKİ HABERLER MASUM GÖRÜNMÜYOR</strong><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />Aslında Türk Hava Kurumu aracılığıyla Türkiye’nin iştirak ettiği Uluslararası Hava Öğrenci Mübadelesi Teşkilatı tarafından yürütülen, her yıl yapılan ve bu zamana kadar da fazla önemsenmemiş bu faaliyetin Ha’aretz’de çok farklı bir şekilde yansıtılmış olmasını masum bir habercilik olarak görmek imkansız. Yukarıda üzerinde durduğumuz Ehud Barak’ın açıklaması ve daha önce Türk Dışişleri Bakanlığı’nın yalanladığı MOSSAD ile bağlantılı DEBKAfile sitesinde yayınlanan İsrail Başbakan Yardımcısı Moshe Ya’alon'un gizlice Türkiye'ye gelerek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile görüştüğünü iddia eden yayın gibi belli yönlendirici tarzda hazırlanmış. İsrail kasıtlı olarak Türkiye ile ilişkileri ve işbirliğini geliştirdiği imajını veren ve uluslararası kamuoyunu yönlendirmeye yönelik yanlış mesajlar verip bunun üzerinden rant yemeye çalışmaktadır. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><strong style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">TÜRKİYE’NİN DÜŞÜNEMEDİĞİ BOYUT</strong><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" />Ancak, bu meselenin Türkiye tarafından da mahzurlu yönleri olduğu farkediliyor. Türkiye uzun yıllardır bu uluslararası kuruluşla birlikte, sivil görünümlü Türk Hava Kurumu vasıtasıyla bu programa katılmakta sakınca görmediği anlaşılıyor. Ancak israilin bunu propaganda amaçlı ve üstyelik askeri bir çerçevede değerlendirdiği çok açık.</div><div style="font-size: 14px; line-height: 19px; margin-bottom: 1%; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 1%; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Ama ilgili kuruluşun amaç olarak ifade ettiği hususu İsrail'in bu faaliyete, Türkiye'yi işin içine katmasak bile, atfettiği ehemmiyetle birleştirince, Türkiye’nin bu tip faaliyetlere katılacaksa, daha hassas davranması zaruretini Ha’aretz gazetesinin bu yayını açıkça göstermekte. Gazete Türkiye’nin her yıl tekrarlanan iştirakini spesifik bir muhtevanın içine yerleştirip ona farklı bir bakış ve okuma da getirmekte. <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /><strong style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">SİVİL ORGANİZASYON; AMA İSRAİL…</strong></div><div style="font-size: 14px; line-height: 19px; margin-bottom: 1%; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 1%; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">İsrail, bu normal ve sivil gibi görünen çalışmayı bizahiti kendi Hava Kuvvetleri’nin sorumluluğuna bırakmıştır. Ayrıca bunu bir Hasbara çalışması, yani İsrail’e için insanların zihnini ve kalbini kazanma faaliyeti olarak görmektedir. Türkiye bu faaliyete Türk Hava Kurumu vasıtasıyla katılıyor. THK'nin verdiği ilanlara bakılırsa, sivil halktan gelen başvuruları değerlendirmek suretiyle öğrencileri seçip programa katılan ülkelere onları gönderiyor.</div><div style="font-size: 14px; line-height: 19px; margin-bottom: 1%; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 1%; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">AKILLARDA KALAN SORU İŞARETLERİ</strong></div><div style="font-size: 14px; line-height: 19px; margin-bottom: 1%; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 1%; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Ama pratikte hakikaten Türkiye’den gönderilen öğrencilerin kaçta kaçı sivillerden oluşuyor? Gönderilecek öğrencilerin seçimi için yapılan sınavlardan yüz üzerinden yüz puan alması lazım ve THK üyesi olanların 20 puanı garantilenmiş durumda. Ayrıca “sivil” görünümlü, emekli subaylar tarafından idare edilen ve devletin bazı dönemlerde halkı bağış yapmaya zorladığı THK ne kadar sivil bir kurum? İlaveten, hala Mavi Marmara yüzünden beklediğimiz özür ve tazminat gelmemişken, İsrail’le gönülleri normalleşme işareti sayılabilecek bir çalışmanın içinde olmak Türkiye için doğru mu?</div><div style="font-size: 14px; line-height: 19px; margin-bottom: 1%; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 1%; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">İsrail bu faaliyeti, bir “gönülleri ve zihinleri fethetme” olarak görüp bunu Hava Kuvvetleri’nin idaresine vermişken, Türkiye’nin buna seyirci kalarak, bu çalışmaya kurban göndermesi kabul edilebilir bir durum mu? En azından öğrenciler gönderilirken, İsrail’e öğrenci gönderilmemesi gerekmez mi? <br style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;" /></div></div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-78815710720991743872011-06-19T21:33:00.000-06:002011-06-19T21:33:41.389-06:00AK PARTİ’NİN SON SEÇiM ZAFERİ AMERİKA’DAN NASIL OKUNUYOR?<div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">AK PARTİ’NİN SON SEÇiM ZAFERİ AMERİKA’DAN NASIL OKUNUYOR?<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><span class="Apple-style-span" style="font-family: Arial, Times, sans-serif;"><i><b>Levent Baştürk</b></i></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="font-size: 10pt;"> </span>Bu sorunun cevabını aramadan önce söze, <b>tek bir Amerika olmadığını, farklı yorumlar yapan, farklı fikirlere sahip ve farklı tahliller dile getiren "birden fazla" Amerika olduğunu</b> söyleyerek başlayalım. Amerikan basınında, düşünce kuruluşlarında ve <b>hatta Amerikan yönetiminin değişik kurumları arasında bile değişik görüşlerin varlığı</b> söz konusu. Bu çeşitliliğe rağmen, son genel seçimden AK Parti’nin birinci olarak çıkacağından Amerika’da kimsenin bir kuşkusu yoktu, ama oy oranı konusunda değişik beklentiler vardı. Beklentilere paralel olarak da seçimin neticesine yüklenen anlamlar da birbirinden farklılık gösterebilmekteydi. Bu yazıda, çok genel hatlarıyla da olsa, Türkiye'deki son genel seçimden yola çıkarak, yukarıda sözünü ettiğim çeşitliliği ve sebep olduğu görüş ve duruş farklılıklarını izah etmeye çalışacağım.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Beyazsaray ve Başkan <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Basbakan’ı tebrik etmek için telefonla arayan <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Obama’nın</b> görüşme esnasında <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">AK Parti’nin seçim başarısını “tarihi zafer” olarak nitelemesi, üçüncü defa seçimde elde edilen başarıdan söz etmesi ve iki ülke arasındaki mevcut iyi ve güçlü ilişkilerin ileride daha da güçlendirilmesi için iki tarafın yakın çalışma içinde olması gereğinin üzerinde durması, Obama’nın seçim<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>neticelerini memnuniyet verici bulduğunu</b> gösteren ifadelerdir. AK Parti hükümetinin İran, Filistin, Rusya, NATO füze kalkanı ve son olarak da Libya’ya müdahele konusunda izlediği politikalar ve aldığı tavırlar Amerikan <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>politikalarıyla tamamen örtüşmemiş olmasına rağmen, Türkiye’nin Müslüman ülkeler arasında nispeten yerleşmiş laik ve demokratik bir rejime sahip olması ve İslamcı geçmişten gelen kişilerce kurulmuş bir siyasi parti tarafından istikrarlı bir biçimde yönetiliyor olması, Obama’nın Türkiye’ye, herşeye rağmen, olumlu bakmasını belirlemektedir.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Dışişleri Bakanlığı<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">13 Mayis’ta <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bakanlık</b> sözcüsü Mark Toner imzalı AK Parti’nin seçim başarısını tebrik <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">eden</st1:city></st1:place> <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">basın açıklamasına bakıldığında acayip denilebilecek ve de teamüle ters düşen bir durumu</b> hemen farketmek mümkün. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Birincisi</b>, metnin benzer metinlere göre kısa olması hemen göze çarpıyor. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">İkincisi</b>, metinde kullanılan dilin haddinden fazla ve diplomatik teamüle pek uymayacak kadar kuru olduğu dikkatinizi çekiyor. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Üçüncüsü</b>, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">metinde Türk halkı tebrik edilir ve serbest ve adil bir seçimden dolayı takdir edilirken bu tebrik ve takdirin seçimin galibi olan siyasi aktörden ve hükümetten esirgendigini</b> görüyoruz. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Türkiye’nin ABD açısından önemi, iki ülke arasındaki ittifak ilişkilerinin boyutu ve Türkiye’nin uluslararası sistemdeki küçümsenemeyecek yeri düşünüldüğünde, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Amerikan Dışişleri’nin neden bu şekildeki bir tebrik metninin açıkladığının ilk sebebi olarak akla seçim sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı</b> geliyor. Kuvvetli bir rivayete göre, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">aralarında Dışişleri’nin de bulunğu Obama yönetiminden bir kesimin bu seçimden beklentisi, CHP’nin yüzde 30-32, AK Parti’nin de yüzde 38 civarında bir oy almasıydı</b>. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Bu beklentiden kaynaklanan hayal kırıklığının yanısıra <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Amerikan Dışişleri ve Türk hükümeti arasında geçen bazı gerginlikler de hesaba katılması gereken faktörler arasında yer almaktadır</b>. Bilindiği gibi, Oda-TV’ye karşı düzenlenen operasyon, Soner Yalçın, Ahmet Şık, Nedim Şener ve ODA-TV personelindan bazı gazetecilerin tutuklanmasının ardından Amerikan Dışişleri ile hükümet arasında düşük yoğunluklu ama geniş bir zaman dilimine yayılan bir gerilim yaşandı. Bu gerilimin akabinde, The Economist ve New York Times’da CHP’ye verilen desteğe yönelik eleştiri olarak <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Başbakan’ın</b> seçim meydanlarında <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kemal Kilicdaroglu’nun küresel bir çetenin projesi olduğunu iddia etti</b>. Sözü uzatmamak için biz burada, Amerikan Dışişleri’nin bu eleştiriyi üzerlerine alınması için yeterince sebebin olduğunu belirtmekle yetinelim. Sonuç olarak, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Amerikan Dışişleri tebrik mesajında özne olarak Türk hükümeti ve AK Parti’yi görmeyerek ve metinde uygun olmayan bir üslup kullanarak bir yerde hükümeti ve Basbakan’ı küçümsediğini gösterir bir hava vermeye çalıştığını</b> iddia etmek yanlış olmayacaktır.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Savunma Bakanlığı (Pentagon)<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Pentagon’un AK Parti hükümetleri öncesi dönemi özlemle aradığını söyleyebiliriz. 2003 yılında Amerikan askerlerinin Türkiye üzerinden İrak’a geçmesine izin veren tezkerenin gecmemesiyle Türk hükümeti ve Pentagon arasında başlayan sorunlara Türkiye’nin İran konusunda takındığı tavır, NATO füze savunma kalkanı projesine olumlu bakmaması ve, en son olarak da, uçuş kodlarının verilmesinin reddedilmesi üzerine Türkiye’nin F35 uçaklarının siparişini erteleme sorunları da eklendi. Libya’ya yönelik müdahele öncesinde Türkiye’nin bazı şerhlerinin olması ve süreci yönlendirmeye çalışması da Türkiye’ye karşı olan hoşnutsuzlukları artırdı. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Bu şartlar altında, şunu söylememiz mümkün<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">: Washington’daki diğer kurumlar gibi, Pentagon da Türkiye’deki son seçimi AK Parti’nin kazanacağından emindi. Öte yandan yeni CHP’nin açıkça ilan edilmiş, İsrail’le ilişkilerin tamir edilmesini de ihtiva <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">eden</st1:city></st1:place>, pro-Amerikan dış siyaset anlayışının Pentagon çevrelerini de CHP’nin başarılı olması yönünde bir beklenti içine soktuğunu söylemek yanlış olmayacaktır</b>. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Buradan yola çıkarak da, AK Parti’nin yüzde 50’lik seçim başarısının Pentagon çevrelerinde memnuniyet yaratmadığını, ama öte yandan Erdogan’in ve AK Parti’nin gücünü pekistirmesine sebep olabilecek 330 ve üzeri milletvekili sayısına ulaşamamasının bazı endişeleri Pentagon çevrelerinde gidermiş olgunu söylemek mümkündür</b>.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kongre<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Amerikan Kongresi’nde Türkiye’ye karşı son zamanlarda, tek değil ama, en büyük tavır belirleyici unsurun İsrail’le olan ilişkiler olduğunu inkar etmek imkansız</b> bir durum. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kongre’de</b> bu seçim sonuçlara yönelik tepkiyi <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">üç bakış acısına</b> göre değerlendirmek mümkün: <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Birincisi</b>, Türkiye’yi artık <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">düşman</b> olarak gören bakış acısı. Buna göre, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Türkiye artık</b> İran, İsrail, füze kalkanı, Rusya ve Cin’le geliştirilen ilişkiler gibi faktörler göz önüne alındığında <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Batı müttefiki olmaktan çıkmış ve Amerikan çıkarlarına aykırı hareket eder hale gelmiştir</b>. Daha çok aşırı sağcı, muhafazakar ya da Hıristiyan sağına mensup Kongre üyeleri açısından bu son seçim onların fikirlerini pekiştirici bir rol oynamıştır<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">. İkinci</b> kategoride Türkiye’yi özellikle bölgesel siyasette yeni bir <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">rakip</b> olarak görenler var. Mümkün olan alanlarda işbirliğinin sürdürülmesini savunan <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">bu kesime göre, bu seçim sonuçları Türkiye’nin bağımsız dış politika izleme isteğini daha da artırıcı bir rol oynayacaktır</b>. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Üçüncü</b> kesim olarak da, Türkiye’yi <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">sorunlu müttefik </b>olarak görenlerin varlığından söz edilebilir. Türkiye’nin Batı ittifakı içinde kalmasını gerektiğini ve Filistin sorununun bir çözüme bağlanması durumunda da büyük ölçüde Türkiye ile olan sorunların bir kısmının giderileceğini düşünen bu kesime göre de <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">bu seçim sonuçları, bu sorunlu müttefik konumunun daha bir süre devam edeceğinin habercisi</b> olmuştur. Bu yasanilamaz bir durum değildir; fakat ihtiyaç hasıl olduğunda zaruri uyarılar da yapılmalıdır.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Düşünce kuruluşları<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Düşünce kuruluşlarının seçimden AK Parti’nin başarıyla çıkmasına olumlu bakıp bakmadıkları büyük ölçüde onların pro-İsrail olup olmamalarıyla doğrudan alakalı bir durum. <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">Ancak</st1:city> <st1:state w:st="on"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">AK</b></st1:state></st1:place><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"> Parti’nin milletvekili sayısını 330 ve üzerine çıkaramaması farklı gerekçelerle de olsa, bütün düşünce kuruluşlarının olumlu gördüğünü söylemek mümkün</b>. Seçim sonuçlarına nasıl yaklaşıldığı konusunda ise önemli ayrılıklar olduğunu farketmemek imkansız. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">2004’den beri ABD’nde karar vericilerin düşüncelerini, Türkiye’deki muhalefetle koordine bir şekilde yürüttükleri kampanyalarla AK Parti aleyhine etkilemeye çalışan pro-İsrail ve yeni muhafazakar düşünce kuruluşları için bu seçim sonuçları tabii ki hayal kırıklığı oldu</b>. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Orta Doğu Forumu</b> kuruluşunun kurucusu <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Daniel Pipes</b>, seçim günü yaptığı bir değerlendirmede, bu seçimin <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Türkiye tarihinin “son serbest secimi”</b> olacağı kehanetinde bulundu. Ancak <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Pipes AK Parti’nin 330’un altında milletvekili çıkarması üzerine “zafer gibi görünen maglubiyet” değerlendirmesini</b> yaptı ve “şimdilik” de olsa Türk demokrasisinin kurtulduğunu iddia etti. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Türkiye’de 28 Şubat döneminde isminden çok sözettiten ve o dönemde Çevik Bir’in ikinci adresi olan ve bugünlerde “yeni CHP”nin Washington’da pazarlanması işini yürüten <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Washington Enstitüsü</b> uzmanlarından <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Soner Çağaptay da CHP’nin gösterdiği “b</b>ü<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">y</b>ü<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">k performansla” hem Türkiye’de demokrasiyi hem de AK Parti’yi kendisinden kurtardığını iddia</b> etti. Oysa Pipes ve Çağaptay Mart ve Nisan aylarında kaleme aldıkları yazılarında CHP’nin AK Parti’nin bir iki puan önünde gittiğini iddia ediyorlardı ve AK Parti oylarının yüzde 29-31 civarında olduğunu söylemekteydiler. Amerika’daki anti-AK Parti kampın en önde gidenlerinden olmalarına rağmen <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Çağaptay ve Washington Enstitüsü, bu seçim sonrasında eski saldırgan halleri yerine daha yumuşak bir tavrı tercih</b> edip <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">yeni dönemde Türk demokrasisinin aktörlerine karşılıklı olarak paylaşmayı öğrenmeyi tavsiye </b>etmesi ve <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">son seçimlerden kendince Arap Baharı için olumlu sonuçlar </b>çıkarması ise dikkate sayan bir durumdu. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Seçim sonuçları karşısında, anti-AK Parti kamptan en uzlaşmaz tavrı <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Amerikan Girişim Enstitüsü (AEİ)’nden Michael Rubin</b> gösterdi. Ona göre, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">bu seçim sonuçları artık Türkiye’nin bir müttefik değil düşman olduğunu</b> bir kere daha teyid etmişti ve Türkiye artık bu konumuna göre muamele görmeliydi. Bu kamptan olan muhafazakar <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Heritage Vakfı</b> da seçim sonuçlarından dolayı endişe ifade edenler arasında yer aldı, ama <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Türkiye ile hala üzerinde uzlaşılabilen alanlarda ortak çalışmanın devam etmesinde fayda olduğunu ifade ederken İran, İsrail’le ilişkiler ve füze kalkanı konularında Türkiye’nin işbirliğine zorlanmasını savundu ve bunda başarılı olunmazsa, Türkiye’yi bir müttefik olarak görmekten vazgeçilmesi gerektiğini</b> dile getirdi. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Atlantik Konseyi, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı</b> ve <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Brooking Enstitüsü</b> gibi liberal veya merkez düşünce kuruluşları <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">genelde seçim sonuçlarına Türk demokrasisin pekişmesi açısından olumlu yaklaştılar</b>. Bu kuruluşlara mensup <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Ross Wilson</b> (ABD’nin eski Ankara büyükelçisi), <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Henri J Barkey</b> ve <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Ömer Taşpınar</b> gibi isimler, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">sorunlu bir bölgede, halkın yarısının onayını almış güçlü bir iktidarın yönettiği istikrarlı, ekonomisi gelişen ve demokratik bir Türkiye’nin Amerika’nın önemli bir müttefiki olduğu olgusuna</b> vurgu yaptılar. Giderek kendine daha fazla güvenen ve kendi bakış açısını izlediği dış politikaya yansıtan Türkiye ile bazı çıkar uyuşmazlıklarının olması normaldi, ama bunlar üzerinde bir orta yol bulmak mümkün olabilirdi. Ayrıca, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">AK Parti’nin istediği sayıda milletvekili sayısına ulaşamaması, onu iç siyasette yeni anayasanın hazırlanması ve Kürt meselesi gibi çok önemli konularda çözüm ararken diğer politik aktörlerle uzlaşmaya itecek olması açısından olumlu</b> bir durumdu. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Medya<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Dış politika, özellikle de İsrail’e karşı alınan tavır, nedeniyle Türkiye’nin iç siyasetini Türkiye’deki laikçi-batıcı muhalif kesimlerin gözüyle aktarmayı tercih eden <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Washington Post, Wall Street Journal ve New York Times</b> gibi günlük gazeteler ve <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Time dergisi</b> gibi <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">merkez medya</b>da <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">2011 seçim sonuçlarına genelde olumlu</b> yaklaşıldı. Hepsinde seçim sonuçlarını belirlemede siyasi ve ekonomik istikrarın önemli katkısı olduğu belirtildi. Genelde bu yayınların AK Parti ve Başbakan Erdoğan eleştirileri ve yorumları Türkiye’nin merkez medyasıyla uyum içinde olup belli saptirmalar içerse de, bu durum seçim sonuçlarına olumsuz yaklaşılmasına neden olmadı. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Başbakan Erdoğan'ın başarısının beklenen bir sonuç olduğu belirtildi, ama 330 milletvekili elde edememesinin Türk demokrasisinin geleceği açısından olumlu bir durum</b> olduğu vurgulandı. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Ayrıca Kürt haklarıyla özdeşleştirilen 36 bağımsız milletvekilinin seçilmiş olması da hazırlanacak yeni Anayasa için olumlu bir faktör</b> olarak görüldü.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-17070629886601268772011-06-09T23:37:00.000-06:002011-06-09T23:37:28.176-06:00“YENİ CHP” BİR AMERİKAN PROJESİ MİDİR?<div class="MsoNormal">“<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-size: 14.0pt;">YENİ CHP” BİR AMERİKAN PROJESİ MİDİR?</span></b> </div><div class="MsoNormal"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-weight: bold;"><a data-hovercard="/ajax/hovercard/user.php?id=100000263644149" href="http://www.facebook.com/profile.php?id=100000263644149" style="color: #3b5998; cursor: pointer; text-decoration: none;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: large;">Levent Baştürk</span></a></span></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">İngiltere’de yayınlanan ve her ülkede dünya gündemini takip <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">eden</st1:city></st1:place> <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>pek çok kişi tarafından okunan bir yayın olan <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">The Economist</b> dergisinin geçen haftaki sayısında yer alan bir Türkiye raporu ve editör yazısında Turkiye’deki genel seçimlerde Türk seçmenlerinin açıkça CHP’ye oy vermesi istendi. Dergideki yazılarda sekiz yıllık AK Parti hükümetlerinin başarılı icraatleri büyük ölçüde aktarılıyordu. Öte yandan Ergenekon davasındaki suistimaller, medya üzerindeki baskılar, Başbakan Erdoğan’ın tek adam olma ihtirası taşıdığı ve AK Parti iktidarının otoriter olmaya meylettiği gibi bahaneler öne sürülerek Türk demokrasinin geleceği açısından Türk seçmenlerinin CHP’ye oy vermesi isteniyordu. The Economist’e göre AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesi engellenemeyecekti; ama tek başına Anayasa’yı yapabilecek çoğunluğu elde edemezse, bu onu diğer partilerle ortak hareket etmeye zorlayacaktı. Dolayısıyla AK Parti’nin gücünü dengelemek için CHP’ye oy verilmesi Türk demokrasisinin sağlıklı gelişimi için bir zaruretti.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Yeni CHP bir “ABD projesi” ya da “kuresel çete projesi” iddiaları <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">The Economist’e çıkan bu habere, en ilginç tepki CHP’nin 22. ve 23. dönem İzmir milletvekilliğini yapmış olan, geçmişte laikçi, ulusalcı ve hatta ırkçı sayılacak çıkışlarıyla gündeme gelmiş olan <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Dr Canan</b> <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Ar</b>ı<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">tman</b>’dan geldi. CHP’nin seçim beyannamesinde halktaki anti-Amerikanizmi giderme vaadinde bulunduğunu da hatırlatan Arıtman “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Yeni CHP bir Amerikan projesidir</b>” dedi.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Canan Arıtman’ın teşhisine benzer bir teşhis de fazla geçmeden Başbakan Erdoğan’dan geldi. Partisinin İstanbul Kazlıçeşme ve onu izleyen mitinglerinde Başbakan Erdoğan “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">meğer, CHP’nin yeni genel başkanı, sadece ulusalcı bir proje değil, uluslararası bir projeymiş. Biz, CHP’nin yeni genel başkanını, Türkiye’deki çetelerin projesi biliyorduk, meğer sadece onların değil, küresel çetelerin de projesiymiş</b>’’ diyecekti. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Peki Canan Arıtman ve Başbakan Erdoğan bu görüşlerinde tamamiyle haklılar mi?</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Proje nedir? Yeni CHP bir proje midir? <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">CHP’nin nasıl bir proje olduğu konusuna girmeden önce, isterseniz bir proje tarifi verelim. Oldukça genel geçer bir tarife göre, proje belirli bir ekip tarafından, belirli bir başlangıç ve bitiş süresinde, belirlenmiş hedefler doğrultusunda kaynak kullanılarak gerçekleştirilen faaliyetler bütünüdür. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Bu tanıma göre “yeni” CHP bir proje olarak adlandırılabilir mi? İsterseniz bunun cevabını, biz “yeni” CHP’nin ABD’de pazarlamasını üstlenmiş Amerika’daki en güçlü İsrail lobisi olan <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Amerikan İsrail Kamu İlişkileri Komitesi</b> (AIPAC)’nin düşünce kuruluşu olarak faaliyet gösteren <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Washington Enstitüsü</b> (WINEP)’nde uzman sıfatıyla istihdam edilen <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Soner Çağaptay</b>’ın düşüncelerinden yola çıkarak arayalım. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">CHP’deki değişimi, adeta kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir dönüşümmüş gibi Batılı çevrelere izah eden, ama Deniz Baykal’ın başkanlıktan uzaklaştıran kaset skandalına hiç deginmeyen yazılarında, Çağaptay “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">eski CHP</b>”–“<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">yeni CHP</b>” ve “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">eski Kemalizm</b>”-“<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">yeni Kemalizm</b>” tasniflerine gider. Çağaptay’a göre “Eski Kemalistlerin” idaresi altındaki gelişimini durdurmuş ve donmuş “eski CHP” Batı karşıtıdır ve katı laikçi-milliyetçi modernleşmeyi demokratikleşme ve halkın iradesine tercih etmektedir. “Yeni Kemalist” anlayışla yola çıkan “yeni CHP” fosilleşmiş bir siyasal yapıyı dinamik bir sosyal demokrat hareket haline dönüştürmeye başlamıştır. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kemal </b><span class="apple-style-span"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="color: black; font-family: Arial; font-size: 10.0pt;">Kılıçdaroğlu</span></b></span>’nun öncülüğünde yeni Kemalistler, AK Parti’nin Orta Dogu’daki din temelli ittifak arayışlarına karşı, kuvvetli bir Batı yanlısı tutum tak<span class="apple-style-span"><span style="color: black; font-family: Arial; font-size: 10.0pt;">ı</span></span>nm<span class="apple-style-span"><span style="color: black; font-family: Arial; font-size: 10.0pt;">ı</span></span>şlard<span class="apple-style-span"><span style="color: black; font-family: Arial; font-size: 10.0pt;">ı</span></span>r ve AB yanlısı bir tutum içine girmiştir. Partinin yeni yönetim kurulu liberal, ilerici ve sosyal demokrat fikirli insanlardan oluşmaktadır ve Atatürk’ün görüşlerinin liberal ve revize edilmiş bir biçimini savunmaktadırlar. Eskisi gibi dine mesafeli değillerdir, ama AK Parti’nin meşruiyetini dindarlıktan alan muhafazakarlı<span class="apple-style-span"><span style="color: black; font-family: Arial; font-size: 10.0pt;">ğ</span></span>ına da itiraz etmektedirler. Onun yerine, dine ve dindarlığa kapıları açan, ama sosyal muhafazakarlığı dışlayan bir tutum içine girmişlerdir. Böylece, <span class="apple-style-span"><span style="color: black; font-family: Arial; font-size: 10.0pt;">Kılıçdaroğlu</span></span>’nun yeni Kemalizmi dine ve dindarlığa kapıları açmakla birlikte, sosyal muhafazakarlığı dışlayarak din ve devlet ayrımını koruyabilmektedirler.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Yeni CHP bir ABD projesi midir?<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Soner Çağaptay’ın gerçekliği yansıtmaktan ziyade, apaçık bir şekilde Yeni CHP’yi pazarlama amacını taşıyan yukarıda aktardığımız fikirleri bize bir proje ile karşı karşıya olduğumuzu gösterdiği gibi, bu projenin hazırlanmasında katkısı olan merkezlerin birisinin de adresini vermektedir. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Deniz Baykal</b> yönetimindeki Eski CHP’nin özellikle ABD, AB ve İsrail’le ilişkiler konusunda yukarıdaki tabloya tam olarak oturmadığı bir gerçektir. Aslında Çağaptay’ın çizdiği dinle barışık laiklik ve halk temsili konuları, Türkiye bağlamında, özelde WİNEP’in genelde İsrail yanlısı ve neo-kon kuruluşların da mecburen adapte olmak zorunda kaldıkları bir gelişmedir. WİNEP ve benzeri İsrail yanlısı ve neo-kon kuruluşların Turkiye’de 28 Şubat Sureci’nde başrolü oynayan aktörlerle olan işbirliği ve bu süreçte olan katkıları oldukça açık seçik bilinen bir gerçektir. WİNEP o dönemde adeta o dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Çevik</b> <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bir</b>’in ikinci adresi olmuştur. Aşırı sağcı ve emperyalist bir dış politika vizyonuna sahip olan bu kuruluşun “solcu, liberal ve sosyal demokrat Yeni CHP’nin pazarlanması işinde rol üstlenmesi oldukça düşündürücüdür. İlişkinin boyutu pazarlamanın da ötesine gitmektedir. WİNEP, bir zamanlar Çevik Bir’e ikinci adres olduğu gibi, şimdi de yeni CHP’nin kurmaylarının endamlarını göstermek için kullandığı bir araç olmuştur. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">CHP’nin Genel Başkan Danışmanı ve Parti Meclisi üyesi emekli Büyükelçi <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Faruk Logoğlu</b> 22 Kasım 2010 yılında Washington’da Washington Enstitüsü’nce düzenlenen “<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Türk-Amerikan Ortaklığını Yeniden Üretmek</i>” konulu bir konferanstaki sunumda “Türkiye’nin ruhunu gösteren ve modern Turkiye’yi karakterize <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> şeyin Turkiye’nin ABD, İsrail, NATO ve AB ile olan ilişkileri olduğunu” söylemiştir. Ona göre Turkiye’nin ABD ile olan ilişkileri kaçınılmaz bir zorunluluk üzerine oturmaktadır ve İsrail’le ilişkiler sağlıklı olmadıkça ABD ile ilişkilerin sağlıklı bir zeminde götürülmesi de mümkün değildir. AB ile ilişkiler de Turkiye’de demokrasi ve laikliğin geleceği açısından çok büyük önem taşımaktadır. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">28 Mart 2010’da yine Washington Enstitüsü’nde yapılan bir konuşmada, CHP Genel Başkan Yardımcısı <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Osman Korutürk</b>, yeni CHP’nin dış politika vizyonunu anlattığı konuşmasında Logoğlu’nun ifade ettiği görüşleri tekrarlamıştır. Daha da ilginci, gerek heyet olarak yurtdışında yaptıkları görüşmelerde gerekse Turkiye’de medyaya yapılan açıklamalarda yeni CHP’nin dış politika kurmayları Washington Enstitüsü merkezli olarak başlatılan ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin iyice gerilmesi neticesinde bütün Batı medyasında görülmeye başlayan “eksen kayması” tartışmalarını tescil ettiler ve hatta “eksen değişmesi” kavramını tedavüle soktular. 2011 yılının Mart ayında Washington’a gönderilen CHP heyeti yine aynı görüşleri tekrarladı ve bu arada Washington Enstitüsü’nde de bir konuşma yapmayı ihmal etmediler ve her bulundukları ortamda İsrail’le ilişkileri onarma sözü verdiler. Kemal Kılıçdaroğlu da aynı fikirleri Avrupa gezisi esnasında tekrarladı. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Bu kısa açıklamamız gösteriyor ki, The Economist, The New York Times ve Reuters gibi medya organlarının Türk seçmenlerini son seçimlerde CHP’yi desteklemeye çağırması bir tesadüf değil, bir sürecin parçası. Bugün kendi iç dinamikleri ile dönüşemeyen CHP’nin AK Parti’ye karşı ABD, İsrail ve AB’nin katkı ve etkisiyle dönüştürülmesi sürecini yaşadığımızı söyleyebiliriz. Bu çerçevede de özelde ABD’nin genelde Batı’nın bir yeni CHP projesi olduğunu iddia etmek tam anlamıyla yanlış olmaz. Ancak bunu söylemek yeni CHP’yi tamamen Batı’nın gerçekleştirmeye koyduğu bir projenin ürünü yapmaz. Neden? </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Projenin Türkiye Boyutu <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Ülkelerin iç politikalarının dışarılarda bir yerlerde dizayn edilip içeriye dikte edildiği şeklindeki bakış, özellikle Türkiye gibi bir ülke söz konusu olduğunda, tam anlamıyla açıklayıcı olmaz. Uluslararası desteğin rolü ve etkisi elbette önemlidir, ama dikkatle incelersek, bu gücün çoğu zaman var olan süreci kolaylaştırıcı ya da hızlandırıcı rol oynadığını görürüz. Bu açıdan bakınca, Yeni CHP’yi anlamak için Türkiye bağlamını da iyi okumak gerekmektedir.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">AK Parti iktidarı gerek merkeze taşıdığı ekonomik ve sosyal güçler itibariyle, gerekse temsil ettiği değerler açısından Turkiye’deki yerleşik ekonomik çıkar çevrelerini, statü gruplarını ve kalıplaşmış egemen yargıları sarstı. Bu haliyle AK Parti’ye karşı olan çevrelerde bir direnme ortaya çıkardı. Ne var ki Turkiye’deki başlıca üç muhalefet odağı (CHP, MHP ve BDP) oldukça dar olan vizyonları gereği, çok geniş bir yelpazeyi oluşturan toplumsal muhalefetin tümünü kucaklayıcı olamadı. MHP ve BDP etnik kökenli bir toplumsal ve siyasal muhalefetin odağı olmakla yetinirken, CHP daha çok içe kapanmacı ulusalcılık, laikçilik ve hayat tarzı endeksli bir muhalefet odağı olmanın ötesine geçemedi. Bu üç parti içinde AK Parti’ye karşı oldukça geniş bir alana yayılan muhalefet çevrelerini biraraya toplamaya en müsait yapı olma özelliğini de CHP’nin taşıdığı bir gerçekti. Ancak Deniz Baykal’ın başında olduğu bir CHP bunu başaramazdı. Onun önderliğindeki bir CHP ile ne uluslararası alanda bir meşruiyet arayışına girisilebilirdi ne de hayat tarzı nedeniyle AK Parti’den uzak duran ama CHP’ye de mesafe koyan kentli liberal demokrat kesimlerin desteği alınabilirdi.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">AK Parti’ye karşı statüko içinde kalarak mücadele etmenin nafile olduğu ortaya çıkmıştı, ama statüko ile özdeşleşmiş Deniz Baykal CHP’si ile girişilen her yenilik hamlesinin daha başlamadan bittiği de geçmişte görülmüştü. Kısa sürede AK Parti iktidarına alternatif olamayacak bile olsa güçlenmiş bir CHP ile AK Parti’yi en azından bir hizaya sokmak mümkün olabilecekti. Bu aşamada klasik Kemalist anlayışın ve onunla özdeşleşmiş siyasal hiyerarsilerin tasfiyesi zarureti vardı. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Deniz Baykal’a karşı gerçekleştirilmiş olan kaset operasyonu ezberini bozmuş bir CHP’yi piyasaya surebilmenin ilk adımı oldu. Deniz Baykal ve onunla birlikte eski Kemalist anlayışın tasfiyesi hem içeride hem de dışarıda var olan arayışların bir ortak zeminde buluşması üzerine mümkün oldu. Bu ortak zemin de, bir çıkar, fikir ve değerler birliği üzerinden sağlandı.</div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-36669498691611113382011-05-31T08:02:00.006-06:002011-05-31T09:10:07.927-06:00BİR "SEMBOL" OLARAK ÜSAME VE ÖLÜMÜ: İSLAM DÜNYASI VE AMERİKAN DIŞ SİYASETİ - 2<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQyG2hI28llcJZAvTbcgR-3sthDKbyrGJbHQe4TxB2n2A6qDfs9EZFQ55JuTWOOhsImbks9HHQ71tAJ52a2WmovGFVw_DPRoMi1hYUtFY0TygZLT44RrrCsPiKz8h0b2a933kRUA/s1600/257115_10150205796157389_694202388_6904772_3245743_o.jpg" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5612881815099934050" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQyG2hI28llcJZAvTbcgR-3sthDKbyrGJbHQe4TxB2n2A6qDfs9EZFQ55JuTWOOhsImbks9HHQ71tAJ52a2WmovGFVw_DPRoMi1hYUtFY0TygZLT44RrrCsPiKz8h0b2a933kRUA/s320/257115_10150205796157389_694202388_6904772_3245743_o.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; float: right; height: 320px; margin: 0 0 10px 10px; width: 240px;" /></a><br />
<h2><strong>BİR "SEMBOL" OLARAK ÜSAME VE ÖLÜMÜ: İSLAM DÜNYASI VE AMERİKAN DIŞ SİYASETİ - 2</strong></h2><h2><strong></strong><span class="Apple-style-span">Levent Baştürk</span></h2><div><span class="Apple-style-span"><br />
</span></div><h2><div class="photo photo_none"><div class="photo_img"><span class="Apple-style-span"><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"></span></span><br />
<div class="MsoNormal"><span class="Apple-style-span"><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;">Yazımızın ilk bölümünü, artık eski paradigma üzerinden ABD ve müttefiklerinin Orta Doğu toplumları ile ilişkilerini sürdürmeye devam etmelerinin imkansızlığını belirterek bitirmiştik. Buna rağmen, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Amerika'nin bölgede takip ettiği tutarsız ve iki yüzlü siyaset bütün boyutları ile devam etmekte olduğunu görüyoruz.</b> Amerika Mısır ve Tunus'da oluşacak olan dengeleri kendi lehine olacak şekilde belirleme çabası içinde. Ayrıca Amerika'nın ilan edilmemiş savaşlarından birinin sürdüğü Yemen'de, bu savaştan istediği sonucu alabilmek için, Amerika ve müttefikleri döktüğü oluk oluk kana rağmen, yıkılacağı kesinleşene kadar <st1:place w:st="on"><st1:country-region w:st="on">Yemen</st1:country-region></st1:place> rejiminin yanında tavır almaya devam ettiler.</span></span></div><span class="Apple-style-span"><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"> <div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Öte yandan son yıllarda Batı’yla ilişkilerini çok geliştirmiş olmasına rağmen tam olarak Batı ittifak sistemiyle entegre olmamış Kaddafi rejimine karşı, oradaki muhalefeti korumak bahanesi altında savaş açılmış durumda. Mevcut rejimin değişmesi halinde İran etkisi altına kayma riski taşıyan Bahreyn'de ise, Amerika ve müttefikleri, Suudi askerleri tarafından ortaya konan vahşete tam olarak seyirci kalmış durumdalar. Suriye'de ise durum biraz daha karışık. İran ve Hizbullah'in müttefiki olan ve Hamas'a kol kanat geren Esad rejimi Amerika için bir hoşnutsuzluk kaynağı. Ancak iktidarda olduğu yarım yüzyıl boyunca, Hizbullah'a sağlanan destek dışında, bölge dengelerini sarsma açısından rahatsız edici bir hareketi de yok Suriye'nin. Suriye'ye ait olan Golan Tepeleri'nı İsrail resmen ilhak etmiş olmasına rağmen, Suriye rejimi İsrail'le 1973'den beri retorik seviyesini aşan ciddi bir sorun yaşamadı. İsrail'in daha çok yakınlarda, nükleer silah geliştirme denemelerinin yapıldığı iddiasıyla, Suriye'nin bazı tesislerini bombalaması bile Suriye ile İsrail arasındaki izafi sükûneti bozmadı. Kısaca, gelişmeler Suriye'nin Libya benzeri bir müdaheleye, kısa süre içinde maruz kalmayacağını gösteriyor.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>"<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Arap Baharı</b>" dediğimiz halk başkaldırılarının son aşamasının ne olacağının bilinmediği mevcut şartlarda, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Üsame'nin sembolik ölümü, <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">eğer</st1:city></st1:place> Amerika şu ana kadar yaptığı hatalarından ve bölgedeki yeni gelişmelerden doğru dersleri çıkarmazsa, sadece kısa vaadeli bir kazanç sağlayacak Amerikalı yöneticiler için</b>. Obama'nın "ulusal güvenlik sorunlarının emanet edilebileceği kuvvetli lider" imajını pompalamak ve, belki, gelecek seçimi kazanmasının ötesinde bir sonucu yok bu gelişmenin. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Üsame'nin sembolik ölümünün uzun süreli kalıcı etkilerinin olabilmesi için, Amerika dış politikasında şu değişikliklere gidilmesi gerekmektedir:<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1- Filistin Sorununa kalıcı ve adil bir çözüm arayışına samimi olarak girilmesi ve İsrail'in saldırgan vurdumduymazlığına karşı artık "dur" denmesi, <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">2- Irak ve Afganistan'in işgallerine bir an önce son verilmesi,<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">3- İran'ın bölge için tek sorun olarak görülmesinden vazgeçilmesi ve İran'la dikte edici olmanın otesince pozitif ve yapıcı bir diyaloğa girilmesi, <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">4- Amerika'nın açıkça ilan edilmemiş ama pratikde sürdürülen <st1:country-region w:st="on">Pakistan</st1:country-region>, <st1:place w:st="on"><st1:country-region w:st="on">Yemen</st1:country-region></st1:place> ve Somali'deki savaşlarına son verilmesi,<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">5- Bölgede, halkına karşı hesap vermeyi ve sorumlu olmayı en azından prensip bazında kabul etmiş rejimlerin tesisi yolunda somut adımların atılmasının Batı tarafından da, bir nüfus etme endişesi taşınmadan desteklenmesi, <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">6- Amerika'nın bölgeye yönelik siyasetini başlıca üç açıdan yeniden gözden geçirmesi: <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>a) İsrail'in her yaptığının yanına kar kalmasını sağlayan kayıtsız şartsız desteği çeken ve İsrail'e uluslararası hukuka göre göre sorumlu olmaya zorlayan bir anlayış, <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>b) Bölge ülkeleriyle, bölge insanlarının özlemleriyle Amerikan çıkarları arasında denge sağlayan eşitlik esasına dayalı yeni bir ilişki biçimine girilmesi, <o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>c) Enerji kaynakları üzerinde rakipsiz hegemonya kurmayı amaçlayan Amerikan güdümünde baskı rejimlerinin varlığının devam ettirilmesine yönelik politikanın değiştirilmesi ve devrilen liderlerin yerine, yine eskiden olduğu gibi, Amerika için kirli işleri görecek taşeronların aranmaması.<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Yukarıda kısaca değindiğimiz esaslar çerçevesinde bir değişim olmadıkça, bizatihi Üsame'nin sembolik reenkarnasyonu ile karşılaşmak veya kaynağını ve ilhamını Üsame'den almış yeni sembollerin belirdiğini görmek o kadar şaşılacak bir durum olmayacaktır. Bazıları El Kaide'nin taşeron olduğunu düşünebilir. Bazıları aslında bu örgütün hiç olmadığını ve birilerinin kendi yaptıkları bütün suçları bu olmayan örgüte mal ettiğini de düşünebilir. Bütün bu düşüncelere rağmen, aynen Üsame gibi, onunla özdeş olan El Kaide, biraz silikleşmiş olsa da, hala bir sembol olarak varlığını korumakta ve başında yine Üsame kadar olmasa da belli bir sembolik görünürlüğü olan bir kişi bulunmakta.. Bu örgütün her ne kadar yöntemi ve felsefesi müslümanların çok büyük coğunlugunca <st1:city w:st="on">kabul</st1:city> görmese de, ortadan kaldırmak için mücadele verdiğini iddia hegemonya sisteminin adaletsizliklerine getirdiği eleştiriler neredeyse müslümanların büyük coğunlugunca <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">kabul</st1:city></st1:place> görmektedir.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Ayrıca El Kaide'nin var olmadığı veya taşeron olduğu yolundaki görüşler, Amerikan dış siyasetine eleştirel bakış getiren pek çok gözlemci tarafından paylaşılmamaktadır. Bu gözlemcilerin bir kısmına göre, Amerika 11 Eylül olaylarını bahane ederek önceden planladığı bir istilaya girişmiş bile olsa, aslında bu aynı zamanda El Kaide'nin Amerika'yı bir bataklığa çekme stratejisinin de bir sonucudur. 11 Eylül sonrası izlenen işgal politikalarının Amerika'ya maliyeti çok pahalı olmuş ve Amerikan ekonomisini neredeyse batma durumuyla karşı karşıya getirmiş, dünya hegemonyası kurma arzusunda olan Amerika'nın var olan izafi hakimiyetinin de çözülmesi sürecini başlatmıştır. Bu görüşü kabul eden yorumcular, tecrübeli gazeteci Robert Fisk'in El Kaide'nin artık bittiği yolundaki görüşlerini paylaşmamaktalar ve El Kaide'nin 10 yıldır süregiden savaşta, Üsame gerçekten hayatını kaybetmiş olsa bile kaybeden taraf olmadığını iddia etmektedirler.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Üstelik "Terörle Savaş" şiarıyla yola çıkan Amerika sadece ekonomik olarak iflasın eşiğine gelmemiştir. Ahlaki ve felsefi meşruiyet temelleri de yerle bir olmuştur. Demokrasi yaymak şiarıyla ortaya çıkan Amerika'nin terörle mücadele adına çıkardığı yasalar ve geliştirdiği yeni kurumsal yapılar, zaten tartışılır yönleri olan Amerikan demokrasisini her yönden sorgulanır hale getirmiştir. Adalet ve insan hakları gerekçesiyle yola çıkan Amerika, Guantanamo’su, yargısız infazları, dünya çapında kurulan işkence üsleri ve pilotsuz uçak bombardumanlari sonucu ölen masum insanlar nedeniyle, dünyada adalet anlayışı en çok sorgulanan güç haline gelmiştir.</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Üsame operasyonunun bizatihi kendisi, Amerika'nin boş zafer edalarına rağmen yaşadığı ahlaki ve felsefi iflasa işaret etmektedir. Fanatizme karşı mücadele şiarıyla yola çıkan Amerika'nın kendi toplumunda aşırı sağcı ve faşist İslamofobi zirve yapar hale gelmiştir. Bu durum demokratik ve insan haklarına saygılı olduğunu iddia <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">eden</st1:city></st1:place> diğer batı toplumlarına da sirayet etmiş ve beraberinde, kadının örtüsünde simgelenen bir yasakçı anlayışı doğurmuştur. Ayrıca Avrupa'da artan müslüman nüfusun çok uzun sayılmayacak bir süre içinde Avrupa'yı içerden çökerteceğine işaret <st1:city w:st="on">eden</st1:city> paranoyak bir bakış açısını yansıtan "<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Avroarabistan</b>" (Eurobia) kavramı Avrupa'nın müslüman önyargısının dışa vurumu olarak oldukça geniş bir kesimde <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">kabul</st1:city></st1:place> görmüştür. </div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal">Kısaca, bu görüşe göre, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">El Kaide kaybeden taraf olmamış, aksine Batı'ya karşı mücadelesini başlattığı gün ileri sürdüğü “Batı’nın müslümanların dostu olmadığı” iddialarını doğrulattığı gibi, Amerika'yı hem ekonomik ve <st1:place w:st="on"><st1:country-region w:st="on">mali</st1:country-region></st1:place> hem de ahlaki ve felsefi zeminde büyük bir meşruiyet sorunu içine sokmuştur.</b></div></span></span><br />
<span class="Apple-style-span"> </span></div></div></h2>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-77134806231494794822011-05-31T07:54:00.013-06:002011-05-31T09:44:25.028-06:00BİR "SEMBOL" OLARAK ÜSAME VE ÖLÜMÜ: İSLAM DÜNYASI VE AMERİKAN DIŞ SİYASETİ - 1<div class="MsoNormal" style="mso-layout-grid-align: none; mso-pagination: none; text-autospace: none;"><span style="font-family: Arial; font-size: 10pt;"><o:p> </o:p></span></div><div class="MsoNormal" style="mso-layout-grid-align: none; mso-pagination: none; text-autospace: none;"><span class="Apple-style-span" style="-webkit-border-horizontal-spacing: 2px; -webkit-border-vertical-spacing: 2px; border-collapse: collapse; line-height: 15px;"></span></div><div style="font-family: arial, helvetica, clean, sans-serif; line-height: 1.2em; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><br />
<div class="clearfix uiHeaderTop" style="font-size: 13px;"><div><h2 class="uiHeaderTitle">BİR "SEMBOL" OLARAK ÜSAME VE ÖLÜMÜ: İSLAM DÜNYASI VE </h2><h2 class="uiHeaderTitle">AMERİKAN DIŞ SİYASETİ - 1</h2></div></div><div class="clearfix"><div class="mbs uiHeaderSubTitle lfloat fsm fwn fcg"><b><span class="Apple-style-span" style="font-size: large;"> <a href="http://www.facebook.com/profile.php?id=100000263644149">Levent Baştürk</a></span></b> </div></div><br />
<div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">Son on yıl içinde, Üsame Bin Ladin'in öldüğü veya öldürüldüğü haberini bir kaç defa duymuştuk. Bu son ölüm haberi diğerlerinden farklı. Bu defa Amerika Üsame'nin öldüğüne kesin inanmamızı istedi. Bizzat Başkan Barack Obama'nin büyük bir zafer kazanmış bir kumandan edasıyla Amerika'nın bir numaralı düşmanının olduğunu bütün dünyaya ilan etmesini başka türlü yorumlamak imkansız. </div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">Eğer hal böyleyse, Üsame'nin öldürüldüğünün ilan edildiği anda Amerikan makamlarınca yapılan resmi açıklamalarla yirmi dört saat sonra konuya ilişkin yapılan resmi açıklamalar arasındaki çelişki boyutundaki farklılıklar neyin nesi? Yazının konusu bu farklılıklar olmadığı için onların neler olduğuna burada değinmek istemiyorum, ama nedenini ben şöyle açıklıyorum: İlk resmi açıklamalar Amerikan kamuoyunu etkilemek için yapılmış açıklamalardı. Haberden mest olmuş Amerikan halkının büyük çoğunluğunun sonradan yapılacak düzeltmelere dikkat etmeyeceği varsayıldı. Müteakkip günlerde yapılan ve Obama'nın halk tarafından tasvip edilme oranının yüzde 60'a çıktığını gösteren kamuoyu araştırmaları bu varsayımı doğruladı. İkinci resmi açıklama ile yapılan düzeltmeler ise, birilerinin olayı deşeleyip alternatif açıklamalarla gelmesi girişimlerinin önüne geçmek çabasıydı. </div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">Ancak Üsame ve El Kaide konusunda bu zamana kadar merkez medyada ve resmi makamlarca söylenenlere inanmayan kesimler, eski inançlarına daha kuvvetle sarılmaya başladılar. Bir kısmına göre, Üsame zaten 2001 yılında ölmüştü, bazılarına göre de 2006'da. Onlara göre, bu haberin arkasında başka amaçlar vardı. Bir kısmına göre ise Üsame hala hayatta... Kimileri de El Kaide diye bir örgütün hiç bir zaman olmadığını söylemeye devam ediyor, bir diğer kesim de bu örgütün CIA tarafından kurulmuş ve yönetilen ya da CIA için taşeron olarak çalışan bir örgüt olduğunda ısrar ediyor... </div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">Dünyanın dört bir tarafında sözlü ve yazılı medyada ve sosyal paylaşım sitelerinde herkes Üsame'nin ölüm haberinin ayrıntıları ve çelişkileri üzerine canhıraş bir gayret içinde olumlayan ya da yadsıyan yorumlar yapmakla meşguldü. </div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">Bu tartışmalarda genellikle gözden kaçırılan şunlar oldu:</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">A - Üsame 2001 yılında veya başka başka bir tarihte ölmüş veya öldürülmüş olsa bile, yakın zamana kadar bir "sembol" olarak yaşamaya devam etti. Onu bir sembol olarak yaşatan iki faktör vardı: Birincisi, ülkeden ülkeye boyutları değişse de, hemen hemen hepsinde otoriter baskı rejimlerinin hakim olduğu müslüman dünyada, Üsame aşağılanmışlık, horlanmışlık ve ezilmişlikten çıkış yolu arayan kitlelerin bir kısmı için gerek yerel gerekse küresel tahakküme karşı bir başkaldırı simgesiydi. Müslüman halkın, özellikle de gençliğin bir kesimi için Üsame Orta Doğu'da İslam düşmanlarının işbirlikçisi firavunlar olarak gördüğü rejimlere karşı çıktığı gibi, aynı zamanda bu rejimlerin en büyük destekçisi olan, müslüman topraklarını ((ırak ve Afganistan) işgal eden ve Filistin'deki Siyonist işgali ve ırkçı ayrımcılık sistemini destekleyen Batı'ya karşı da mücadele eden biriydi. </div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">İkincisi ise birincisinin tersi olan durumdu. Dünya son yirmi yıldır ekonomik güç dengelerinde bir değişime sahne olmakta. Bu durum orta ve uzun vadede kaçınılmaz olarak siyasi ve askeri güç dengelerinde kaymaları ve değişiklikleri de beraberinde getirecekti. Dünyada yeni ekonomik güç merkezlerinin doğması doğal olarak enerji ihtiyacını ve talebini artırmıştı. Siyasi ve askeri güç dağılımındaki kaymalar ve değişiklikler haliyle enerji kaynakları üzerinde acımasız bir rekabeti de beraberinde getirecekti. Bunun önüne geçmek ve bu kaynaklar üzerinde sarsılmaz bir hakimiyet kurmak amacını taşıyan Amerika için Üsame bu hakimiyet savaşını örtecek ve meşrulaştıracak bir "sembol" oldu. 11 Eylül Amerika'ya Üsame'yi bir "başağrısı" olmaktan çıkarıp bir "sembol"e dönüştürmenin imkânını sağladı. "Terör" ile "İslam"in özdeşleştirildiği 11 Eylül sonrası dönemde, bu ikisi Üsame'nin şahsında "tek" bir cisme bürünüp, "Üsame sembolü"nce temsil edilir oldu.</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">B - Tunus'da başlayan ve Mısır'da devam eden ve Bin Ali ve Mübarek'in devrilmeleri ile sonuçlanan ayaklanmalar bölge halklarinda şu kanaati uyandırdı: "Biz bu vahşi ve ilkel baskı rejimlerinin pençesi altında ilelebet yaşamaya mahkum değiliz." Bu idrak süreci beraberinde, şiddeti yöntem olarak benimsemiş başkaldırı ve mücadele sembolü olarak Üsame'nin ölümünü beraberinde getirdi. Silah kullanmadan ve bomba patlatmadan, halkın kendi kollektif iradesini kullanmasının sonucunda kolay kolay devrilmez denilen iki despot iktidardan ayrılmak zorunda kalmıştı. Bölgeyi çok iyi bilen tecrübeli gazeteci Robert Fisk'in deyimiyle, "Üsame bin Ladin Tahrir Meydanı'nda öldü". Hayatta bile olsa, başkaldırı sembolü olarak önemini yitirmiş Üsame'nin hedefte olduğu bir strateji ile yeni dönemin beraberinde getireceği yeni dengelerin idare edilemeyeceğini idrak eden Amerika için de Üsame'yi semboller aleminde de öldürmenin zamanı gelmişti.</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">"Terör" bir meşrulaştırma aracı olarak olgusal düzeyde düşük yoğunluklu sembolik kullanım değerini tamamen yitirmeyecekti; ama Üsame'nin bireysel bir sembol olarak miadı dolmuştu. Eğer bu ölüm gecikirse, elde edilebilecek bazı faydaların yitirilmesi sözkonusu olabilirdi. 2012'de tekrar başkan adayı olmayı düşünen Obama, bugüne kadar sadece ekonomide değil, ulusal güvenlik konusunda da dirayetli bir başkan imajı verememişti. Bu durumda, Amerikan halkının hafızasında hala "en fazla aranılan en tehlikeli terörist" sembolü olarak önemli bir yer işgal eden Üsame'nin öldürüldüğü haberi Obama'ya da bir imaj tazeleme imkanı verecekti. Bir direniş ve terör sembolü olarak Üsame'nin ortadan kalkması değişim rüzgârlarının estiği Orta Doğu'ya yönelik yeni bir sayfanın açılmasının zeminini de hazırlayabilirdi. </div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">Kısaca, hem Orta Doğu'da hem de Amerikan toplumu nazarında, Üsame'nin kollektif hafızada bir sembol olarak ölümü gerçekleşti. Hala kelimenin tam anlamıyla bir devrim boyutuna ulaşmamış ve kesin istikameti belirlenmemiş olan "Arap Baharı"nin ortaya koyduğu gerçek, bölgede statükonun artık kabul edilebilir olmadığı. Önceden Batı'nin bölgeye her önemli mudahelesinde ya da İsrail'in Filistin'deki her büyük ölçekli saldırısında öncelikli olarak Mısır'a bakılır ve önemli bir halk tepkisi gorulmediginde işler yolunda sayılırdı. Ancak Mısır'da daha bir hafta önce gerçekleştirilen Filistin'e destek gösterisinde boy gösteren sayıları iki milyona yaklaşan göstericiler eski görüntülerin ne kadar yanıltıcı olduğunu gösterdi.</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;">Artık eski paradigma üzerinden ABD ve müttefiklerinin bölge ile ilişkilerini sürdürmesinin imkânsızlığı ortada. Üsame'nin bir sembol olarak varlığının devam etmediği bir dünyada, Amerika'nin özelde Orta Doğu'da genelde Müslüman dünyada varolan kötü imajını tamir edebilmesi ve İslam dünyası ile müslümanlarca meşruiyeti sorgulanmayan bir ilişki gerçekleştirebilmesi mümkün olabilecek mi? Bu konuya, bir sonraki yazımızda devam edeceğiz. </div><div style="font-size: 13px;"><br />
</div><div style="font-size: 13px;"></div><div class="photo photo_none" style="font-size: 13px;"><div class="photo_img"><img class="img" src="http://a7.sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-ash4/223331_216552005030253_100000263644149_813405_3460010_n.jpg" style="width: 493px;" /></div></div><div style="font-size: 13px;"></div><div style="font-size: 13px;"></div><div class="photo photo_none" style="font-size: 13px;"><div class="photo_img"><img class="img" src="http://a5.sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-ash4/229127_216554421696678_100000263644149_813412_5989845_n.jpg" style="width: 493px;" /></div></div></div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-47588347681360204962009-06-06T18:29:00.001-06:002009-06-06T18:31:44.923-06:00A Joke: Bush-Blair Plan for World War IIIGeorge Bush and Tony Blair are sitting at a White House dinner, whispering to one another in the corner, when a diplomat from a friendly nation walks over to them and asks what they are discussing. <p>“We’re finalising our plans for World War III,” says Bush.<br />“Really?” says the diplomat. “And what are the plans?”<br />“We’re planning a war which will kill 14 million Muslims and one dentist,” answers Bush.<br />A look of confusion appears on the face of the diplomat. “One . . . dentist?” he asks. “Why? Why would you kill one dentist?”<br />At which point, Bush turns to Blair and smirks: “I told you no one would give a damn about the Muslims.”</p><p>Source: http://newstatesman.com/international-politics/2009/06/muslim-world-obama-bush-israel</p><p><br /></p>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-10902317392418565362009-05-27T05:05:00.003-06:002009-05-27T05:16:34.285-06:00“I LOVE NOT THOSE THAT SET”*<p class="MsoNormal" style="text-align: center; line-height: 200%; font-family: arial;" align="center"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"><span style="font-weight: bold;">“I LOVE NOT THOSE THAT SET”</span>*</span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: center; line-height: 200%; font-family: arial;" align="center">by<span style="font-weight: bold;"> Tongucnaz S. Basturk</span><br /><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"></span><span style="font-size: 8pt; line-height: 200%;"></span><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"></span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"><span style="font-family: arial;"> In his early twelfth century philosophical novel,</span> <i style="">Hayy Ibn Yaqzan</i>, Andalusian-Arab philosopher Ibn Tufayl illustrates the tale of a feral child who grows up to discover truths which the author presents as universal. Even though Hayy—the protagonist— matured outside of any human culture and lived alongside animals, he employed the human faculty of reason to understand not only the natural laws which govern the physical world, but also metaphysical concepts which extend beyond empirical observation. Despite never having encountered any theological theories, let alone that of monotheism, Hayy deduces by means of his reasoning the idea of a sole omnipotent deity who he terms the “Necessarily Existent.” Through the story of Hayy, Ibn Tufayl expresses that human beings have an innate potential to realize universal truths if they are only willing to strive for it. The notion that a person can grasp certain religious values—such as God’s oneness— without exposure to a society [or conveyed message] which upholds them is also suggested by the Qur’an, the sacred text of Islam. Revered as the “Word of God” by Muslims, the Qur’an positions itself as the last in a line of divine revelations, while stressing that Islam is the faith into which man was originally born and which prophets since Adam have taught. It calls upon people to learn from the text and offers guidance for those who are willing to believe its message. <span style=""> </span>The Qur’an claims that a person can discover the Truth—such as <i style="">tawhid</i> and life-after-death—by means of God’s signs and creations, even though he may not have access to a prophet’s teachings. </span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"><span style=""> </span>Throughout the Qur’an the imagery of natural phenomena are referred to as proofs for monotheism. Certain images, such as rain and night, are repeated to the extent that they become motifs scattered all over the text. Verses 33 to 40 of Ya Sin begin with “there is a sign for them in the lifeless earth” and proceed to contain both images of water and night, alongside that of gardens, various fruits, sunlight, and the moon. While these natural objects are described in great detail, there is also a constant emphasis on God’s position as Creator interspersed into the passages. The <i style="">surah</i> draws attention not only to the beauty of that which is described, but also to the creator who arranged the objects in such as manner: “It was not their own hands that made all this. How can they not give thanks? Glory be to Him who created all the pairs of things that the earth produces” (6:35-36). In Qur’anic passages, the beauties of creation are connected to and reflective of the power which designed them. In <i style="">The Meaning of the Qur’an</i>, Maududi explains that the shift between night and day reveals the “great regularity which is found in the alternation… [is] not possible unless the sun and the earth were bound in one and the same relentless system” (6:37; Maududi vol.11, p. 57). Because natural objects and cycles show an extreme degree of intricacy and systematization, they must be bound under the laws created by a single omnipotent deity. Maududi maintains that if there had been more than one creator “it cannot be imagined that such a comprehensive and universal plan with such deep and wise relationship could be produced , and should have continued to work with such regularity” (Maududi vol.11, p. 55). Since natural phenomena were designed by God, the Qur’an suggests that they disclose the truth of monotheism. </span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent: 0.5in; line-height: 200%;"><span style="font-size: 12.5pt; line-height: 200%;"><span style="font-family: arial;">Another instance of when</span> <span style="font-family: arial;">the Qur’an refers to nature as evidence of God’s might is in </span><i style="font-family: arial;">Surah</i><span style="font-family: arial;"> Al-Furqan, in which verses 45-50 illustrate the shadow, night, day, winds, water, and the sky respectively. After detailing the process by which rain revitalizes the arid earth, it advances to assert “We present the same phenomenon over and over again for them so that they may learn a lesson from it” (35:50). This verse is noteworthy since it acknowledges the repetition of natural imagery prevalent all over the Qur’an, a repetition which causes the reader to constantly confront and consider what is represented as evidence of a single deity. But furthermore, it also indicates the actual occurrence of rainfall, which occurs time after time as well. The change of seasons, the growth of fruits, and the cycle of day and night are recurring events of life which the Qur’an presents as indicators of God’s unity, or </span><i style="font-family: arial;">tawhid</i><span style="font-family: arial;">. In illustrating scenes from nature, the Qur’an persistently emphasizes that the power and unity of God are undeniable. </span></span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"><span style=""> </span>Among the natural imagery which the Qur’an depicts as signs pointing toward the single Divinity, some also indicate the afterlife ordained for humanity. As in verse 37 of Ya Sin, verse 47 of Al-Furqan describes the cycle of night and day by saying “It is He who made the night a garment for you, and sleep a rest, and made the day like a resurrection” (25:47). While this passage too suggests that the shift between day and night demonstrates the power of their Creator, it also coveys the idea that this phenomenon provides proof of life-after-death. It implies that just as nighttime rest leads to the awakening at daylight, the dead who are at rest will be resurrected into the afterlife. A. Yusuf Ali elaborates on this notion by explaining that “the Night is like Death, our temporary death before Judgment…… and the Day is like the renewal of Life at the Resurrection” (Ali, p.937). Once again, the Qur’an supports its claim through a reference to a natural phenomenon which humans encounter in their daily lives while suggesting that these phenomena testify to the afterlife of which Muhammad informed his society. Furthermore, the motifs of rainfall and growth of vegetation mentioned above work as indicators of the afterlife as well. Maududi’s exegesis explains: “rainfall brings to life dead land year after year. This clearly proves that Allah has the power to bring the dead back to life” (Maududi, vol.8, p.195). The Qur’an employs human experience of the altercations of the day and night and the seasons as evidence for the concepts of both monotheism and life-after-death. </span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"><span style=""> </span>Given that the Qur’an uses imagery from nature to provide evidence for the concepts of <i style="">tawhid</i> and the afterlife, it suggests that man can realize these concepts by studying natural phenomena. As stated above, the Qur’an acknowledges that it repeats certain motifs from nature throughout the text in order to demonstrate that God’s creations serve as signs. By means of these signs, man can discover truths— such as that of monotheism and the afterlife. The Qur’an expresses this notion by having phrases which address human perception or intellect precede or follow descriptions of nature. In verses 11 through 13 of An-Nahl, all three verses depict some form of creation and then assert that man can learn something by studying them. The description of crops is followed by “there truly is a sign in this for those who reflect” (16:11); celestial bodies by “in this there are many signs for those who make use of their common sense” (16:12); and colors by “there is indeed a sign for those who learn lessons from them” (16:13). By drawing a connection between nature and human intellect, these verses suggest that if people study creation—which includes their own bodies and minds (51:21) – they will gain some understanding of the God who created all that man sees and marvels at. In his interpretation of passages from Ya Sin, Maududi clarifies that verses detailing creation “are meant to make man understand that if he looks around himself with open eyes, and uses his common sense, he will find countless and limitless proofs of the existence of god and His Unity” (Maududi, vol.11, p.59). By means of his senses and reason, man can observe and think about the regularity manifest in <span style="font-family: arial;">creation and thereby understand that they disclose the reality of </span><i style="font-family: arial;">tawhid</i><span style="font-family: arial;"> and the afterlife.**</span></span><span style="font-size: 8pt; line-height: 200%; font-family: arial;"></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent: 0.5in; line-height: 200%;"><span style="font-size: 12.5pt; line-height: 200%;"><span style="font-family: arial;">In</span> <i style="font-family: arial;">Message of the Qur’an</i><span style="font-family: arial;">, Muhammad Asad explains that he rendered the term </span><i style="font-family: arial;">ayat</i><span style="font-family: arial;">—meaning signs—as “messages” since “those visual signs of a consciously creative Power convey a spiritual message to man” (Asad, 978). </span><i style="font-family: arial;">It is also interesting to note that the verses within surahs are called ayat as well; the physical experience of God’s creation is therefore comparable to the revelation enclosed within a sacred text.</i><span style="font-family: arial;"> As expressed by the previously quoted verse 35:50, the repetition of motifs in the Qur’an parallels man’s persistent encounter with the signs embedded in creation. Just as the Qur’an’s reader continually confronts descriptions of the natural signs which point to God, every person experiences these same signs over and over again throughout his life. One might therefore agree with Dr. Ingrid Mattson that “the fact that each verse mentioning signs ends in a call for thinking, listening, and reasoning” reveals how “God is to be approached by a multifaceted perceptive engagement with His creation” (Mattson 43). Because creation as a whole is a sign which man can study by way of his perception and intellect, man might be able to improve his understanding of God, even if he comes from a culture distanced from revelation.</span></span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent: 0.5in; line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;">Man’s ability to discover the Truth by means of exploring the signs within creation is an indication of his being truthful to the primordial nature with which God has endowed him. <i style="">Surah</i> Ar-Rum contains a passage which tells Muhammad to remain steadfast to his </span><span style="font-size: 12.5pt; line-height: 200%; font-family: arial;">religion because “This is the</span><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%; font-family: arial;"> </span><span style="font-size: 12.5pt; line-height: 200%; font-family: arial;">natural disposition God instilled in mankind—there is no altering</span><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%; font-family: arial;"> </span><span style="font-size: 12.5pt; line-height: 200%; font-family: arial;">God’s creation” (30:30). The Qur’an reveals that the teachings of Muhammad correspond to the nature with which God has endowed humans. As Asad states, the term <i style="">fitrah</i> implies</span><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"> “that the ability to realize God’s existence, oneness, and omnipotence is innate in man and that all deviation from this basic perception is a consequence of the confusion brought about by man’s progressive estrangement from his instincts” (Asad 365). The concept of <i style="">fitrah</i> demonstrates that human beings are equipped with an inborn knowledge of God’s unity and a capacity to comprehend the truth embedded within creation. In that sense, if one does not understand the truth of monotheism, it simply means that he has strayed from his nature. Maududi interprets this passage as conveying that “if you adopt the attitude of independence, you will be following a way opposed to your nature, and if you serve and worship another besides Allah, then you will be working against your nature” (Maududi, vol. 9, p.211). The concept of <i style="">fitrah</i> in the Qur’an expresses that man is naturally endowed with the capacity to understand the Truth, especially by way of the signs God has created around him. </span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"><span style=""> </span>The Qur’an illustrates that the prophet Abraham, by reflecting on nature, underwent the process of discovering the Truth. Abraham came from an idol worshipping society where people blindly adhered to the practices of their forefathers without being able to provide reasonable justifications for their beliefs (21:53), yet he felt that his culture’s practices were fallacious. <i style="">Surah</i> Al-An’am recounts the exploration he undertook to learn about his creator (6:74-79). He searched natural phenomena so as to find God, and considered the celestial bodies since it was already clear to him that manmade idols could not be the forces which created mankind. The Qur’an narrates “when the night outspread over him, he saw a star and said ‘This is my Lord.’ But when it set, he declared ‘I cannot love those that set’” (6: 76); he then proceeded to consider the moon and sun, but understood all of them were governed by laws. By use of his senses and reason, Abraham understood that these bodies were not deities, but merely signs which pointed toward their Creator. This narrative presents that for man to comprehend ‘the Reality’ “the only condition is that makes makes the right sort of observation of the phenemoena of nature and reflects on them carefully and exercises one’s reasoning to reach the truth by a connected, logical train of thought” (Maududi, vol.3, p.128). Abraham not only noticed the irrationality of worshipping idols, but embarked on an exploration to find his Creator, which he achieved by means of the perception and reason with which God had created him. </span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"><span style=""> </span>When Abraham becomes a prophet as a result of striving for the truth, The Qur’an portrays him as having urged his people to think about reality and reflect on the proofs in nature. When he encountered his father (6:74) or other members of his society (26:69), he questioned them about their beliefs to demonstrate how they were set on erroneous foundations. Like parts of the Qur’an which illustrate nature, the Qur’an depicts Abraham’s speeches as placing an emphasis on reason. He is shown as employing his reasoning and logical arguments in order to disprove idol worship (21:59-67), and frequently asking his people “will you not, then, use your reason” (21:67). Even though he was not sent a sacred text, the logic with which he tries to persuade people is nearly identical to that of the Qur’an. He provides the example of food and drink as evidence for man’s need to be grateful to the only God (26:79), just as passages of the Qur’an use grains and fruits as signs (36:35); he likewise uses the idea of creation to prove the existence of life-after-death (29:19). By remaining faithful to his <i style="">fitrah</i> and searching for the Truth, Abraham became a prophet, but also a sign. Maududi elaborates that there are “[s]igns in this that the Prophet Abraham did not follow the religion of his family, community and country but followed the true knowledge through which he came to know that <i style="">shirk</i> is falsehood” (Maududi, vol.9, p.152). While the systematization of creation and the recurring of natural cycles signal the existence of a single omnipotent deity, Abraham represents how human reason and human devotion—aspects of humanity which are also creations of God—can assist man in finding the Reality. </span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"><span style=""> </span>The story of Abraham’s rejection of idolatry and search for his Creator conveys the notion that man can discern the truths of <i style="">tawhid</i> by means of God’s creations. The Qur’an incorporates an abundance of imagery to emphasize that the sophistication and order of the natural world serve as evidence for both monotheism and the afterlife. And just as they function as proofs in Qur’anic verses, they are also proofs which recur throughout man’s life on earth. Given that one verse reads “[in all this] there are messages for people who use their reason” (45:5) and that God has endowed man with senses, the faculty of reason, and an inherent disposition to recognize God’s unity, man is equipped in such a way that—if he is willing to strive—he can discover the truths which nature reveals. While the Qur’an acknowledges that many may ignore or deny the signs which indicate the Truth, the life of Abraham becomes proof that humans can learn from the repeating cycles of nature if he puts the faculties with which God created him to use. </span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;"> ENDNOTES:</span></p><p class="MsoFootnoteText" style="margin-left: 0.75in;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;">* Qur'an, </span><span style="font-size: 11pt;"><span style=""><span style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; font-size: 7pt; line-height: normal; font-size-adjust: none; font-stretch: normal;"> </span></span></span><span style="font-size: 11pt;">6:76</span></p> <p class="MsoFootnoteText" style="margin-left: 0.75in;"><span style="font-size: 11pt;"><span style="">**<span style="font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; font-size: 7pt; line-height: normal; font-size-adjust: none; font-stretch: normal;"> </span></span></span><span style="">This idea is also captured by Muhammad Asad when he explains that man possesses “the faculty of reason with which [God] has endowed man, and which ought to enable every sane person to grasp the evidence of God’s existence by observing the effects of His creativeness in all nature” (Asad, 1069).</span></p> <p class="MsoNormal" style="line-height: 200%;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 200%;">WORKS CITED</span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent: 0.5in; line-height: 200%;"><u><span style="">The Qur’an English Translation By M.A.S. Abdel Haleem</span></u><span style="">. New York: Oxford UP, 2005.</span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent: 0.5in; line-height: 200%;"><u><span style="">The Holy Qur’an Translation and Commentary By A. Yusuf Ali</span></u><span style="">. Brentwood, MD: Amana, 1983.</span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent: 0.5in; line-height: 200%;"><u><span style="">Http://www.scribd.com/doc/10720330/Message-of-Quran-Muhammad-Asad-Islam</span></u><span style="">. <u>Scribd</u>. 7 May 2009 <scribd.com>.</span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent: 0.5in; line-height: 200%;"><span style="">Mattson, Ingrid. <u>The Story of the Qur'an Its History and Place in Muslim Life</u>. Malden: Wiley-Blackwell, 2007.</span></p> <p class="MsoNormal" style="text-indent: 0.5in; line-height: 200%;"><span style="">Maududi, S. Abul A’la. <u>The Meaning of the Quran</u>. Lahore: Islamic Publications, 1991. </span><span style=""> </span></p> <p class="MsoFootnoteText"><span style="font-size: 11pt;"> <br /></span></p><scribd.com></scribd.com>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-24403043315617467122006-08-09T22:51:00.015-06:002011-07-11T22:58:01.258-06:00<h2 class="PostHeaderIcon-wrapper" style="color: #1a1e0b; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 24px; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: inherit; margin-bottom: 0.2em; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0.2em; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; word-spacing: normal;">İsrail'in Eleştiriden Muafiyeti Veya Vicdanlara İpotek Koymak*</h2><div class="Post" style="color: #181910; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13px; margin-bottom: 10px; margin-left: 10px; margin-right: 10px; margin-top: 10px; min-height: 1px; min-width: 1px; position: relative; z-index: 0;"><div class="Post-body" style="padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; padding-right: 10px; padding-top: 10px; position: relative; z-index: 1;"><div class="Post-inner"><div class="PostHeaderIcons metadata-icons" style="color: #4a4d32; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; padding-bottom: 1px; padding-left: 1px; padding-right: 1px; padding-top: 1px;"><br />
</div><div class="PostContent" style="color: #181910; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><div class="article">Amerikan yazılı ve görsel medyasında, Ortadoğu'ya ilişkin yorumlar yapılırken artık nakarat halini almış olan bir ifade tekrar edilir durur: İsrail Ortadoğu'nun tek demokratik ülkesi olarak, bölgede demokratik değerlerin temsilcisidir. Oysa, İsrail'in Ortadoğu'daki varlığı Amerikan demokrasisini bile tırpanlanmasına neden olan bir faktördür.Özellikle de bu görünüm, Amerikan iç ve dış siyasetinde yeni muhafazakarların ağırlığını hissettirmesiyle daha bariz bir hal almıştır. Özellikle basında bu etki en yoğun olarak hissedilmektedir.<br />
<br />
Associated Press(AP)'in Filistin sorunu üzerine 2004 yılında yaptığı haberlerin bir dökümantasyonu bize bu ülkede insanların haber alma özgürlüğünün nasıl bir manipulasyon altında kaldığının bariz örnegini sunuyor.[1] 2004 yılında AP'nin İsrail/Filistin merkezli çatışmalar üzerine yaptığı haberlerin başlıkları ve ilk paragraflarına bakıldığında, İsrail'den hayatını kaybeden insanların sayısının 141 kişi olduğu görülüyor. Gerçek rakam ise 108. Aynı dönemde AP 543 Filistinli'nin öldürüldüğunü kaydetmiş. Gerçek rakam ise 821. Kayıplar oran olarak aktarıldığında, ortadaki manzara daha da kötü: Gerçek rakam bir İsrailli'ye karsi yedi Filistinli öldürülmüşken, AP,oran olarak aktardığında, iki İsrailli'ye karşılık bir Filistinli olarak aktarmış!..<br />
<br />
Eylemler ve çatışmalar nedeniyle hayatını kaybeden çocukların sayısına dair tarafgir tutum daha korkunc boyutlarda. AP 2004 yılında İsrailli cocuklara zarar veren sekiz olay varken, dokuz olay aktarmis başlık ve ön paragraflarda. Öte yandan, 179 Filistinli çocuğun 2004'deki çatışmalarda hayatını kaybetmesine rağmen, AP sadece 27 Filistinli çocuğun öldürüldüğünü kaydetmiş. Oransal olarak bakınca, İsrailliler'e gelince yuzde 113, Filistinlilere gelince yuzde 15 kayıp AP haberlerinde yer almış!...<br />
<br />
İki hafta önce Amerikan MSNBC'deki bir tartışmayı izlerken de, benzer bir tutumu farkettim. Tartışma esnasında, ekranın solunda açılan bir kutudan bombalanan yerleri, İsrail uçaklarından alınan hedef resimleriyle beraber veriyorlar. Gösterilen on hedefin sadece birisinde tepede bir tane makineli tüfek var. Ama diğerlerinde en ufak bicimde bir silah görüntüsü olmadığı gibi, hepsi de normal hepimizin bildiği apartman blokları.. Önce görüntü olarak, makineli tüfekli hedef geliyor, peşinden diğerleri. Tabii ki, bir makineli tüfeğe karşı atılan bombanın ağırlığının yarım ton olduğu da hiç söylenmiyor.<br />
<br />
Basındaki Filistinliler aleyhine olan önyargılı haber aktarımının yanısıra, medya üzerindeki İsrail çevrelerinin baskıları da ihmal edilemeyecek boyutlarda. Öyleki, bu sadece ulusal basınla sınırlı değil, Amerikan yerel basını da bu baskılardan muaf değil. Holger Jensen Colorado'nun Denver şehrinde basılan ve sadece bu eyalette satılan Rocky Mountain News gazetesinde hem uluslararası haberler bölümünün editörüydü hem de köşe yazarı. 9/11 sonrasında Filistin'e gitti ve oradaki olayları yerinden izledi. Bu arada yerleşmelerde oturan "barışsever ve terör kurbanı" İsrailliler'in, Amerikalı ve de gazeteci olmasına rağmen silahlı saldırısına uğradı. Döndüğünde bu intibalarını gazetesinde bir hafta boyunca yazdı. Tabii yer yerinden oynadı. Sadece Colorado'da değil, Amerika çapinda yoğun tepkiler aldı. Bir süre sonra, gazete sağlık sebepleriyle Jensen'in yazılarına bir müddet ara vereceğini söyledi. Tabii, Jensen bir daha gazetesine hiç dönemedi [2]<br />
<br />
Peki buna neden gerek duyulmakta? ABD'nde medyadaki tekelleşme, medya sektöründe belli bir kesimin ağırlığının olması ve Yahudi iş çevrelerinden reklam gelirlerini kaybetmeme gibi faktörlerin sebep oldugu bir durum bu. Ama asıl önemlisi, özellikle 9/11'dan sonra, son yıllarda belli bir kesimin izlediği sistemli bir psikolojik sindirme operasyonunun etkisi daha büyük ve dünya çapında etkili oluyor. Bu baskılardan sanat dünyası da nasibini alıyor.<br />
<br />
Rachel Corrie'i hepimiz hatırlıyoruz. Filistin'de terörle hiç alakası olmayan bir eczacının evinin yıkılmasını önlemek için bir İsrail buldozerinin önüne durmuş; ama buldozer onu ezip geçmişti. İsrail'in kaçırılan askerleri icin savaşa girmesine onay veren ABD kendi vatandaşının göz göre göre öldürülmesine seyirci kalmıştı. Rachel Corrie'yi anlatan, "Benim Adım Rachel Corrie" adlı, bir tiyatro oyunu hazırlanmış ve gösterime girmesine ramak kalmıştı. Başta ABD'nin prestijli gazetelerinden New York Times olmak üzere, yoğun bir negatif propaganda sonucu bu oyunun sahneye konması engellendi. [3]<br />
<br />
Bu baskılardan nasibini alanlar arasında akademiyi de unutmamak gerekiyor. Amerika'nın Uluslararası İliskiler teorisine katkıda bulunmuş, Harvard Üniversitesi'nde, Kennedy Kamu Yönetimi Okulu'nun dekanı Stephen Walt, yine kendisi gibi çok ünlü Chicago Üniversitesi'nden John Mearsheimer'le birlikte "İsrail Lobisi" başlıklı, 83 sayfalık bir araştırma yayınladı. [4] Her iki akademisyen de ortada, radikallikle ve de İsrail aleyhtarlığı ile alakası olmayan iki kişi. Sadece tarafsız olmak endişesini taşıyarak araştırmayı hazırlamışlar. Walt ve arkadaşının kafasındaki sorun Amerikan çıkarları ve bu açıdan bu lobinin etkisini inceliyor. Ve sonuç olarak dediği şu: bu lobinin, ABD'nin ve İsrail'in politikaları üzerinde hayati derecede etkisi var. Onların etkisi sonucu oluşturulan ve uygulamaya konulan politikaların sonuçları şu ana Amerıkan çıkarlarına zarar verdi. Bu arastırmaya malum çevrelerden gelen tepkiler üzerine Walt, Harvard'daki dekanlık görevinden istifa etmek zorunda kaldı. [5]<br />
<br />
Örnekler bunlarla bitecek gibi değil. Amerika'nın prestijli üniversitelerinden Columbia Universitesi'nde, Ortadoğu sorununun çözümü üzerine düzenlenmis bir konferans, konuşmacı olarak davetli olan İsrail büyükelçisinin protestosu üzerine ertelenmek zorunda kaldı. [6]<br />
<br />
Peki ya Columbia Üniversitesi'nden Raşit Halidi'nin başından geçenler? Halidi uzun süredir hedefte olan biri. Aslında radikal bir akademisyen değil. Filistin asıllı Halidi, hepimizin aşina olduğu tabirle, sosyal demokrat olarak nitelendirilecek biri. Bir ara FKÖ'nin Ulusal Merkez Komitesi'nde yer almış. Tabii ki, İsrail politikalarını eleştiren biri. İşte bu onu hedefe koyan faktör ve ayağını kaydırmak için herşey yapıldığı gibi, kendisi terör destekçisi olmakla suçlanıyor. Nedeni de "İntifada"yi pozitif bir sosyal-siyasal tepki olarak görmesi. Halidi'nin başında olduğu Ortadoğu Enstitüsü'nun ilk, ortaokul ve lise oğretmenleri için hazırlamış olduğu çeşitli seminerler ve dersler var ve bu derslerin birini de Halidi veriyordu. Yeni muhafazakarların ve Siyonistlerin yayın organı olan New York Sun gazetesinin, Halidi aleyhine açtığı bir kampanya sonucunda, New York Eğitim Dairesi, Halidi'yi bu dersleri vermekten, Üniversite'ye bile danışmadan men etti.<br />
<br />
Columbia Üniversitesi'nin başından geçenler bununla da bitmiyor. Üniversite'nin Yahudi asıllı öğrencilerinden bir grup, kendilerine destek veren bir kısım medya kuruluşu ile birlikte, üniversitenin Ortadoğu Dilleri ve Kültürleri Bölümü öğretim üyelerini hedef alan bir kampanya başlatmış durumda. [7]<br />
<br />
9/11'dan sonra kurulmuş olan "Campuswatch" adli bir kuruluş şu an üniversitelerin özellikle Ortadoğu bölümlerindeki öğretim üyelerini, genelde ise bütün İsrail ve Amerikan politikalarını eleştiren ve İslam hakkında pozitif imaj verecek şekilde ders veren öğretim üyelerini izlemek ve haklarında rapor hazırlamakla meşgul. Bu çabanın bir parçası olarak da son zamanlarda çıkan bir kitabın adı "Profesörler: Amerika'nın 101 En Tehlikeli Akademisyenleri". Listedeki 101 kişi içinde, eserleri Türkçe'de de basılmış olan Noam Chomsky, Norman Finkelstein, Howard Zinn, Frederic Jameson, John Esposito, Richard Falk, Ali Mazrui ve Hamid Algar gibi isimler yer alıyor. [8]<br />
<br />
Yeni muhafazakarların ve Siyonistlerin içinde yer aldığı bir baskı grubu aynı zamanda işinde kalabilme hakkını kazanmış profesörlerin de üniversitedeki görevlerine son verilebilmesini kolaylaştıracak bir yasanın çıkması için yoğun bir faaliyet içerisindeler. Özellikle üniversitelerin Ortadoğu ve Kültürel Çalışmalar gibi bölümlerinin anti-Amerikan, anti-İsrail ve yurtsever olmayan Marksistler ve çokkültürcü liberal solcularla dolu olduğunu ve onların tahakkümüne son vermek için böyle bir yasaya gerek olduğunu düşünüyorlar. Bu arada, aileleleri, tehlikeli profesörler listesindeki öğretim üyelerini istihdam eden üniversitelere öğrenci göndermemeye teşvik ederek bizzat üniversiteleri bu öğretim üyelerinin ilişiğini kesmeye zorlamaya çalışıyorlar.<br />
<br />
Murat Belge'nin 18 Temmuz tarihli yazısında dediği gibi, İsrail ve İsrail yanlısı çevreler "Her Filistinli bana düşmandır" düşüncesinden "Her Arap bana düşmandır"a geçmekle kalmadı, işi "Her Müslüman bana düşmandır"a da vardırdı. [9] Ve artık geldi iş 'Beni eleştiren herkes Filistinlidir' benzeri bir mantığa dayanmış durumda. Bu mantık yürütmenin etki derecesini de artırmak için, İsrail ile birlikte özelde ABD, genelde Batı birlikte anılmakta, İsrail'e yapılan bir eleştiri bunların hepsine yapılmış gibi gösterilmekte ve İsrail'in içinde olduğu sıcak çatışma da bir bölgesel toprak çatışması olmanın dışına çıkarılıp Batı medeniyetinin varolup yokolma mücadelesine dönüştürülmekte. Bu yapılırken de iki iki güçlü kozları var ellerinde: Holokost ve "terörle savaş."<br />
<br />
Yani, sizin anlayacağınız, vicdanlarımızı zincire vurarak sesimizi kesmek ve haksızlıklara kör kalmamızı istiyorlar.<br />
<br />
[1] Peter Philips, "News Bias in the Associated Press," commondreams.org,<a href="http://www.commondreams.org/views06/0722-21.htm" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://www.commondreams.org/views06/0722-21.htm">http://www.commondreams.org/views06/0722-21.htm</a><br />
[2] bkz. <a href="http://www.angelfire.com/co3/alaqsaintifada/Holger/where.html" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://www.angelfire.com/co3/alaqsaintifada/Holger/where.html">http://www.angelfire.com/co3/alaqsaintifada/Holger/where.html</a><br />
[3] <a href="http://www.pmwatch.org/pmw/mediocrity/displayCall.asp?essayID=340" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://www.pmwatch.org/pmw/mediocrity/displayCall.asp?essayID=340">http://www.pmwatch.org/pmw/mediocrity/displayCall.asp?essayID=340</a><br />
[4] Arastirmanin kisa bir ozeti icin bkz., John Mearsheimer ve Stephen Walt, "The Israeli Lobby," London Review of Books, <a href="http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html">http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html</a>. Kısa bır Turkçe özet için bkz. "ABD’nin Ortadoğu politikası İsrail lobisi tarafından mı belirleniyor?," Zaman, 30 Temmuz 2006,<a href="http://www.zaman.com.tr/?bl=yorumlar&trh=20060801&hn=318935" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://www.zaman.com.tr/?bl=yorumlar&trh=20060801&hn=318935">http://www.zaman.com.tr/?bl=yorumlar&trh=20060801&hn=318935</a><br />
[5] bkz. <a href="http://www.antiwar.com/justin/?articleid=8796" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://www.antiwar.com/justin/?articleid=8796">http://www.antiwar.com/justin/?articleid=8796</a> ve <a href="http://batir.jeeran.com/archive/2006/3/" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://batir.jeeran.com/archive/2006/3/">http://batir.jeeran.com/archive/2006/3/</a> , "Freedom of Expression: American Way!" baslikli makale<br />
[6] bkz. <a href="http://www.washington-report.org/archives/April_2005/0504056.html" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://www.washington-report.org/archives/April_2005/0504056.html">http://www.washington-report.org/archives/April_2005/0504056.html</a><br />
[7] bkz. yukaridaki link.<br />
[8] bkz.http://en.wikipedia.org/wiki/The_Professors:_The_101_Most_Dangerous_Academics_in_America<br />
[9] Murat Belge, "Israil," Radikal, 18 Temmuz 2006, <a href="http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=193197&tarih=18/07/2006" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-decoration: none;" title="http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=193197&tarih=18/07/2006">http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=193197&tarih=18/07/2006</a><br />
<br />
*<i> Su an yayinda olmayan Siyar.org sitesi icin kaleme alinmistir. (Agustos 2006). </i></div></div><div class="cleared" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; clear: both; float: none; font-size: 1px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"></div><div class="PostMetadataFooter" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: initial; background-image: url(http://www.mavicadir.com/sites/all/themes/jaded/images/divider2.png); background-origin: initial; background-position: 50% 0%; background-repeat: no-repeat no-repeat; height: 40px; margin-top: 40px;"><div class="PostFooterIcons metadata-icons" style="color: #3f412a; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; padding-bottom: 1px; padding-left: 1px; padding-right: 1px; padding-top: 1px;"> </div></div></div></div></div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1134620153227601222005-12-14T21:15:00.001-07:002011-07-15T04:51:17.269-06:00Ortadoğu'da İslamcılık Ve Demokrasi: Mısır Seçimleri Örnekolayı<h2 class="PostHeaderIcon-wrapper" style="color: #1a1e0b; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 24px; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: inherit; margin-bottom: 0.2em; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0.2em; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; text-decoration: none; text-indent: 0px; text-transform: none; word-spacing: normal;">Ortadoğu'da İslamcılık Ve Demokrasi: Mısır Seçimleri Örnekolayı</h2><br />
<em><strong>Levent Baştürk</strong></em><br />
<br />
<div class="Post" style="margin-bottom: 10px; margin-left: 10px; margin-right: 10px; margin-top: 10px; min-height: 1px; min-width: 1px; position: relative; z-index: 0;"><div class="Post-body" style="padding-bottom: 10px; padding-left: 10px; padding-right: 10px; padding-top: 10px; position: relative; z-index: 1;"><div class="Post-inner"><div class="PostHeaderIcons metadata-icons" style="padding-bottom: 1px; padding-left: 1px; padding-right: 1px; padding-top: 1px; text-align: -webkit-auto;"><span class="Apple-style-span"><br />
</span></div><div class="PostHeaderIcons metadata-icons" style="color: #4a4d32; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13px; padding-bottom: 1px; padding-left: 1px; padding-right: 1px; padding-top: 1px;"><br />
</div><div class="PostContent" style="color: #181910; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13px;"><div class="article">Mısır'daki son parlamento seçimleri, Türkiye'de İslami kesimler de dahil olmak uzere, hiç bir kesimde gereken ilgiyi görmedi. Oysa bu seçimin bir kaç açıdan bizim için önemi vardı. Birincisi, 9/11 sonrası dönemde ABD'nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi çerçevesinde, Ortadoğu'da istikrar adına otoriter rejimleri desteklemekten vazgeçip bölgede demokratik dönüşümü esas aldığının test edilmesi açısından önemliydi. Mısır gibi Arap Ortadoğu'sunda belki de en büyük ağırlığı olan bir ülkede önceki uyduruk seçimlerden farklı bir seçim yapılması ihtimali vardı. İkincisi, seçimlere yasaklı olduğu için parti olarak katılamasa da, bağımsız adaylar yoluyla katılan Müslüman Kardeşler (MK) hareketinin göstereceği performans açısından, son on yılını din-devlet ilişkileri, laiklik, demokrasi ve kimlik tartışmaları ile geçirmiş olan Türkiye'de bu seçimin bir anlamı olmalıydı. Üçüncüsü, bölgesel bir güç olma özlemi taşıyan Türkiye açısından bölgenin diğer önemli ülkesi Mısır'daki gelişmelere kayıtsız kalınması düşünülemezdi. Türkiye'nin bölgeye ve İslam dünyasına yönelik izleyeceği siyaset açısından bu seçim müslüman-Arap kamuoyunun nabzını tutan en önemli gösterge olması niteliğini taşıyordu.<br />
<br />
Mısır'daki seçimlere ve sonuçlarına karşı Türkiye'deki ilgisizlik aslında Türkiye'de yürütülen iç ve dış dünyaya yönelik siyasi tartişmaların ne kadar dış dünyayla irtibattan uzak bir biçimde yürütüldüğünün de bir işaretiydi. Bu ilgisizlikte belki, Mısır'da geçmişte yapılan bütün seçimlerin adet yerini bulsun türünden yapılmış kandırmaca seçimler olmuş olmasının yeri vardı. Ancak bu seçimlerin üzerine eğilmeyi gerektirecek çeşitli nedenlerin varlığı, geçmiş seçimleri bir mazeret olarak sunmayı geçerli kılmıyor. Peki bu seçimleri önemli kılan neydi?<br />
<br />
Bütün Arap ülkelerinde olduğu gibi Mısır'da da son yıllarda, reform niteliği taşıdığı şüpheli de olsa, siyasal alanı dönüştürmeye yönelik olduğu imaji veren bir takım değişiklikler yaşanmaya başlandı. Her ne kadar ABD bunda krediyi kendine verse de, değişim arayışının özünde içerideki taleplerin varlığı ve bunların rejim üzerindeki baskısının rolünü inkar etmek imkansızdır. Değişim kendini empoze etmekle beraber, Mısır'daki statükonun herşeyi hemen daha ilk seçimde elinden kaçırmak istemediği de ortadadır. Bu nedenle de değişiklik getireceği iddiasıyla parlamentodan geçirilen her kanun tanıdığı değişiklikleri icraate dökmeyi mümkün olduğu kadar zorlaştıran pek çok hükümü de beraberinde getirmektedir. Değişimin kendisinden ziyade, en azından değişim zorunluluğunun elitlere kendini kabul ettirmişliğinin yarattığı iyimser hava içerisinde, gerek son çok adaylı başkanlık seçimlerine gerekse son parlamento seçimlerine yönelik özellikle ABD'de oldukça iyimser bir hava kendini hissettirmiştir. Başkanlık seçimleri öncesinde ve seçim sırasında vuku bulan pek çok tatsızlıklara rağmen, en azından çok adayla gidilen bir başkanlık seçiminin varlığı bile olumlu bir gelişme olarak görüldü.<br />
<br />
Parlamento seçimleri öncesinde de seçimlere hile karışmasının önüne geçmek için, bir kısmının işleyeceği şüpheli, yeni düzenlemeler getiren kanunların parlamentodan geçirilmesiyle sandıklar üzerinde yargı denetiminin ve yerli hükümet dışı örgütlerin gözetim hakkının kabul edilmesi olumlu gelişmeler arasındaydı. Ayrıca seçim kampanyası dönemi, muhalefetin hazırlanması açısından kısa tutulmasına rağmen, genelde pek muhalefete güçlük cıkarılmadan geçti. Bu nedenle de, parlamento seçimleri için, başkanlık seçimleri için oldugundan fazla bir iyimserlik sözkonusuydu. 2000 yılındaki seçimlerinde sadece 30 civarında sandalye için bağımsız aday gösteren MK hareketi, bu defa 150'ye yakın sandalye için yarışa girmeyi göze almıştı. Din referanslı örgütlerin partileşmesini engelleyen siyasal partiler yasası uyarınca partileşmesine müsaade edilmeyen ve seçimlere her zaman bağımsız adaylarla katılan MK, 444 sandalyenin hepsi için rekabete girmenin sisteme kafa tutmak olarak algılanacağının bilinciyle, adaylarının miktarını sınırlamış, ama bunun kendi gücünü gösterecek miktarda olmasını da istediğini açıkca ortaya koymaktan çekinmemişti. Kimse bu seçimlerde iktidar partisi Ulusal Demokrasi Partisi (UDP)'nin iktidarı kaybetmeyi göze alacağını beklemiyordu. Belli miktarda seçime hile karışması da beklenmesine rağmen önceki seçimlere göre olumlu yönde niteliksel bir farklılık da özellikle dış çevrelerin umuduydu.<br />
<br />
9 Kasım-9 Aralık 2005 tarihleri arasında, her turun iki aşamalı olduğu üç bölgeli-üç turlu olarak gerçekleştirilen seçimlerin sonuçları, 12 sandalye için seçimlerin tekrar edileceği 6 seçim çevresi dışında, geçen hafta açıklandı. İktidar, seçimin ilk turunda zor gibi görünen, parlamentoda, anayasal değişiklik için gereken, üçte iki çoğunluğu sağlamak uğruna ikinci ve üçüncü turlarda her türlü seçim hilelerine başvurdu ve 314 sandalye kazanmayı başardı!. MK'nin 88 temsilci çıkarabildiği seçimde, laik muhalefet partileri sadece toplam dokuz temsilci çıkarabildiler. Bu seçimin analizinin, seçimin yapısı ve seçim esnasında olanların aktarılmadan yapılması biraz güç; ama ben yer darlığı açısından bu ayrıntılara sadece yeri geldiğinde değinmek suretiyle yazının geriye kalan kısmını sadece bu seçimin değerlendirmesine ayırmak istiyorum. Peki bu seçimler neyi ortaya koydu?<br />
<br />
Birincisi, dışarıdaki iyimser havaya rağmen, Mısır halkının yılların aldatmacasından kaynaklanan seçim siyasetine karşı duyarsız ve ilgisiz olma duygusunu, seçim öncesi yapılan kozmetik reformların gidermediğini ortaya koydu. Seçimlere katılım oranındaki düşüklük halkda hala anlamlı bir siyasal değişimin olacağı hissinin uyanmadığının işaretiydi. Seçimlere katılım oranı, en iyimser tahminlerle yüzde 25 ile sınırlı kaldı. Bu oranın artmamasının en önemli sebepleri arasında, özellikle ilk turun ilk aşamasında sandıkların açılmasıyla UDP'nin hegemonyasının eridiğini gösterir sonuçların çıkmasıyla rejimin hırçınlaşması ve ileriki aşamalarda katılımın önüne geçmek için olmadık desiselere başvurmasının da etkisini hesaba katmak gerekmekte.<br />
<br />
İkincisi, ABD'nin bölgede demokrasiyi yayma ve hakim kılma politikasının samimiyeti bu seçimle test edildi. Maalesef, ABD bu testi geçemedi; durumu kurtarmakla yetindi. Seçimlerin daha ilk turunun ilk aşamasında vuku bulan seçim hileleri basında yer almaya basladığında, Amerikan dışişleri kendilerine ihlallerle ilgili resmi bir raporun ulaşmadığını ve Mısır hükümetinin gayretlerinde samimiyetinden şüphede olmadıklarını ifade etmekle yetindi. Tabii ki, ABD'nin bu tavrının başında gelen neden, sandıktan çıkan sonuçların laik muhalefetin daha da zayıfladığını, sandalye kaybettiğini, ve rejim karşısında bir alternatif sunmaktan uzak oldugunu göstermesidir. Ancak seçimin ikinci turunda 1500 MK taraftarının tutuklanması, seçimin üçüncü turunda rejimin güvenlik güçleriyle kiralık haydutların seçmenler üzerinde terör estirmesi ve can kaybına sebep olması ve bizzat tehlikeleri göze almış yüzden fazla hakimin bazı seçim bölgelerinde seçimlerin geçerliliğini sorgulaması üzerinedir ki, Amerikan dışişleri hayal kırıklıklarını ifade etme yoluna gitti.<br />
<br />
Üçüncüsü, Mısır'ın zaten zayıf olan laik muhalefet partilerinin daha da zayıflaması bu seçimlerin bir diğer sonucudur. Bu partilerden birisinin kökleri krallık dönemine giden geçmiste MK'yi de çatısı altına alarak seçim koalisyonlarına önderlik etmiş bir parti durumundaki liberal Yeni Wafd Partisi olmasına ve diğerinin de Nasır çizgisini izleyen (bizdeki ulusal solcuların dengi) parti olmasına rağmen, laik partiler bir önceki seçime göre hem oy hem de sandalye kaybına uğradılar. Üstelik bu, Yarın Partisi dışındaki bütün partilerin seçime ittifak yaparak girmesine rağmen oldu. Her ne kadar bazı Mısır aydınları bunun sebepleri arasında rejimin siyaseti devlet ile camii arasında sıkıştırıp, sivil topluma insiyatif bırakmadığını ve bunun laik partilerin güçsüz olmasına neden olduğunu ileri sürse de, Mısır için bu tezin o kadar fazla geçerliliğinin olmadığını gösterir pek çok delil olduğunu burada belirtmekle yetineceğiz. Asıl sebep bu partilerin halkla bir iletişim kurmada çektikleri güçlükte aranması gerekmektedir. Aksine, bütün baskı ve sınırlamalara rağmen, Mısır oldukça hareketli bir sivil toplum örgütlenmesi gösteren bir özellik arzetmektedir.<br />
<br />
Dördüncüsü, bu secim sonuçları Mısır'daki en organize ve en güçlü muhalefet bloğunun ve iktidarın, mevcut şartlarda, en güçlü alternatifinin MK hareketi olduğunu gösterdi. UDP parlamentoda yaklaşık 100 sandalye kaybetmiş, MK ise bir önceki parlamentoda 15 olan sandalye sayısını, bütün engellemelere rağmen, 88'e çıkarmıştır.* MK'nin bu seçimlerde gösterdiği performansın sosyolojik kapsami ise, siyasal boyutundan daha önemli bir nitelik arzetmektedir. Mısır seçimleriyle de ortaya kondugu gibi, genelde İslam özelde ise, İslam referanslı hareketler toplumda derin kökleri olan bir sosyal, kültürel ve politik bir fenomendir. Bu gerçekliğin ise güç kullanarak ve zorlamayla ortadan kaldırılamayacağı ortadadır. Bu sebeple de, bölgedeki demokratik transformasyon tasarımlarının bu gerçekliği gözönünde bulundurması, İslamı denkleme dahil edilmesi gereken yapısal bir unsur olarak değerlendirmesi gerekmekte ve İslamı dışlayan yaklaşımların demokratikleşmenin önünde bizzat engel teşkil ettiğini idrak etmesi gerekmektedir. İslam ve İslami oluşumlara monolitik bir bakışla yaklaşan dışlayıcı yaklaşımların göremediği, İslami anlayış biçimlerinin farklılığı, İslamı yorumlamada farklı oluşumların birbirinden ayrıldıkları, İslami yapılanmaların çeşitliliği ve değişik grupların politik ajendalarının çatışan maddeleri ve öncelikler sıralamasındaki varyasyonlardır. İslami oluşumları tek bir kategori içinde değerlendirip onlara fundamentalizm kılıfını geçirmek kompleks ve çeşitlilik arzeden bir manzarayı çok basite indirgemekte ve gerçeği yakalayamamaktadır.<br />
<br />
Besincisi, MK'nin sözde modernleştirici despotlara karşı, bizzat modernitenin sağladığı vasıtaları ustaca (ve hatta despotlardan daha ehil olarak) kullanarak taraftarlarını siyasal arenada, bütün kısıtlamalara rağmen, mobilize etme yeteneğini göstermesi, daha önceden Türkiye'de Refah Partisi ve AK Parti örneklerinde tartışıldığı gibi, İslamcılığın modernlik karşıtı olmadığı, aksine onu içselleştirdiği tezini tekrar gündeme getirmektedir. İslamcılığın moderrnlik karşıtı olduğu iddiasından yola çıkan ve bütün İslamcı pratiği bin Laden üzerine inşa edilmiş bir söylemle izah etmeye kalkan açıklamaların günümüzde Ortadoğu'nun siyasal ve sosyal gerçekliğini anlamada ve açıklamada fazla yararı olmadığı ortadadır. İslamcılık, modernlik ile İslam'ın tarihi ve sembolik kaynakları arasında aranılan bir uzlasının sonucu ulasılan bir sentezdir. İslamcılık fenomeni, söylem ve sembolleri ile İslami gibi dursa da, metodları, araçları ve hatta amaçları(nın bir kısmı) açısından moderndir. Toplumsal tabanını sanıldığı gibi eğitimsiz ve cahil halk yığınları değil; aksine seküler eğitim almış, önemli kısmı orta sınıf, profesyonel meslek sahibi ve yeni kentli bir sosyal zümredir. İslamcılığı sadece modern çağa ilkel bir tepki olarak okumak ve onu bastırmaya calışmak müslüman nüfusu yoğun ülkelerde siyasal krizlerin derinleşmesini beraberinde getirecektir. İslamcılık, Batı karşısında çözülme yaşayan, kimi zaman sömürgeciliğin doğrudan meydan okumasıyla yüzyüze kalmış ve acı deneyimlerden geçmiş İslam dünyasında, yeniden dengesini bulmak isteyen bu dünyanın yaşadığı dilemma ve krizlere karşi bir karşılık ve kendini ifade ediş biçimidir. Aynı zamanda İslam dünyasında varolan siyasal spektrumda en önemli unsurlardan biridir. Moderniteye bir karşı duruş olmaktan öte, onunla toplumun kültür kodlarının dışına çıkmadan, bir uzlasma arayışıdır. Hatta batı-dışı bir modernitenin imkanlılığı arayışı ve bunu ortaya koyma arzusudur. Hal böyleyken, Islamcılığın siyasal sistemin dışına itilmesi teşebbüsü sorun çözücü değil, sorunları ağırlaştırıcı bir reçete olacaktır.<br />
<br />
Altincisi, MK (ve İslam dünyasındaki benzer hareketlerin) önderliğinin söylemi ve de pratiği, İslamcı siyaset arayışlarının demokrasiyi dışlayıcı değil, onu içselleştirmeye çalışan bir çaba içinde olduklarını göstermektedir. Iktidarin demokratik yoldan rotasyonu, kuvvetler ayrılığı ve dengesi anlayışının kabülü, düşünce özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması ve demokratik popüler katılım gibi olguları söylemlerine entegre etmeye çalışmaları bu hareketlerin demokratik düzenin normları ile kendilerini bağlı kabul ettiklerinin kanıtıdır. Demokrasinin bir ideoloji ve hayat tarzı ile özdeşleştirilmesi, demokrasinin değişik kültürel bağlamlarda ve değerler sisteminde işlevsel olma potansiyeli gösteren kurumlar ve prosedürler bütünü olduğu gerçeğini gölgelemektedir. Böyle bir özdeşleştirmeden yola çıkarak "fundamentalist tehdit" kisvesi altında İslamcı hareketlerin ezilmeye çalışılması demokratik dönüşümün önüne geçilmesinden başka bir şeye hizmet etmemektedir. Dolayısıyla, Mısır'daki demokratik dönüşümün, seküler siyasal muhalefetin neredeyse hiç olmadığı bir ortamda, MK olmadan gerçekleşmesinin mümkün olmadığı artık kavranmalıdır.<br />
<br />
Yedinci ve son olarak da diyecegimiz, bu seçimlerin Mısır'ın geleceği açısından ortaya koydugu tek önemli gerçekliğin, demokrasi cininin artık sişenin dışına çıktığını göstermesidir. Yoksa, seçimlerin kendisi ve rejimin performansının ilerisi için umut verici fazla bir tarafının olmadığı ortada. MK dışında hic bir siyasi oluşum devlet başkanlığı seçiminde aday göstermek için gereken parlamentodaki sandalyelerin en az yüzde beşine sahip olma şartını gerçekleştirememiştir. MK de bir siyasi parti olmadığı için, eğer önümüzdeki beş yıl içinde yeni bir başkanlık seçimi olacaksa, sadece UDP adayının katıldığı bir seçim olacaktır. Ayrıca, seçim sırasında başvurulan oy satın alma, UDP seçmenleri dışındakileri sandıklara sokmama, bazı sandıkları hiç açmama ve yeri geldiğinde şiddet kullanma gibi taktikleri de hesaba kattığımızda, Mısır'da statükonun öyle bir değişim arayışında olmadığı ortaya çıkmıştır. Parti içinde, oğul Cemal Mübarek etrafında toplanmış ve Batı eğitimli yeni genç grubun değişim konusunda samimi olduğu iddia edilmektedir; ama onların da değişimi tek başlarına göğüsleyecek güçlerinin olmadığını bizzat bu seçimler ortaya koymuştur. İnternet sayfaları eli demir çubuklu ve bıçaklı haydutların resimleri ile doluyken, hala NDP liderliğinin pişkince, çıkan sorunların abartıldığını söylemesi iktidarın değişim yönünde bir arzu taşımadığımı göstermektedir.<br />
<br />
Bütün arızalarına rağmen, bu seçim sonucunda, artık rejimin seçim sonuçlarını eskisi gibi istediği şekilde manipüle etmesinin önünde engellerin olduğu halk tarafından idrak edilmiştir. 10 bin hakim arasinda sayıları sadece yüz küsür kişiyi bulsa da, bazı hakimlerin canlarına yönelik tehdite rağmen seçim sonuçlarını sorgulayabilmesi, binlerce sivil kuruluşun gönüllü olarak seçimin gözetiminde görev alması, artık en büyük muhalif gücün en azından eskiye oranla gücünün gerçek boyutunu göstermede çok çekingen davranmaması ve devam edeceğini düşündüğümüz rejim üzerindeki dış baskılar, artık dönüşü olmayan bir yola girildiğini göstermektedir. Bu durumu bizdeki 1946 seçimlerine benzetmek mümkündür. Artık kapı aralanmıştır. UDP içinde de rejimin eskisi gibi devam etmeyeceğinin bilincinde olanların varlığı, dengeleri fazla sarsmayan ve UDP'nin güç transferini fazla hızlandırmayan; ama aşamalı bir değişim anlayışının muhalefetle uzlaşma zemini üzerinde pratiğe konabileceğinin işareti olarak görülmektedir.<br />
<br />
* MK dışında, üçüncü büyük yekünü bağımsız temsilciler oluşturmaktadır. İşin gerçegi, UDP'nin kazandigi temsilciliklerin neredeyse yarısı seçimlere bağımsız katılmış ve seçildikten sonra UDP'ya katıldıklarını açıklamistir. Bir önceki ve son Mısır seçimlerinde çok sayıda kişinin bağımsız seçilip sonra UDP'ye katılması ve diğer bağımsızların da kazandığı sandalye sayılarının seçime katılan partilerden çok fazla miktarda olması başlı başına üzerinde durulması gereken bir konudur ve siyasetin siyaset dışı amaçlar için kullanılmasıyla dogrudan alakalı bir konudur. Maalesef, bu yazı içinde buna değinmemiz imkansız.</div></div></div></div></div>Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1121401497293484532005-07-14T22:23:00.000-06:002005-07-14T22:24:57.306-06:00STATÜKONUN VATANSEVERÝ....<b>STATÜKONUN VATANSEVERÝ....<br />Levent Baştürk</b><br /><br />Ýyi bir vatansever olmayý küçümsemeyiniz. <br />Bazýlarý der ki, vatanseverlik yürek ve kan meselesidir. <br />Bence o kadar basit değil. Ondan daha fazlasýný gerektirir. <br /><b>Bir defa, yalan haberleri cesurca yaymak için, yalanınız yüzünüze vurulduðunda kýzarmayacak bir yüzünüzün olması zaruridir.. <br />Ýlave olarak da, aklý tatile çýkarmak gerekir... </b><br />Yoksa nasýl inanýr ve milletin de inanmasýný beklersiniz internette gezen, kasıtlı olarak ortaya çıkarılmış ve belli bir merkezden yönlendirildiği imajı veren yalan haberlere. <br />Bir bakýnýz þuna:<br /><b>"Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi’nden.<br />‘Türkiye’ baþlýklý bölümden; ‘Presidency Conclusions’, Madde 23:<br />‘Müzakerelerin yalnýz Türkiye’yle deðil diðer devletlerle de yapýlabileceðini ve müzakereler sýrasýnda Türkiye birkaç devlete bölünürse veya Güneydoðu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karar olmaksýzýn onlarla da müzakere yapýlacaðýna.’<br /><br />ÖNEMLÝ NOT: Lütfen yurtseverlik gereði bu durumdan herkesi haberdar edin. <br />Türkiye’miz üzerinde oynanan oyunlarý herkes ögrensin!"</b>[1]<br />Artýk dünyada herkesin e-posta kutusuna gelen bu yalaný gönderme zahmetine katlananlara, aklýný tatile çýkarmýþ demez de ne dersiniz?.. İlgili belgeye rahatlıkla ulaşmak mümkünken, calışan bir beyin yalanı tercih eder mi?<br />Peki ya, <b>Urfa’da -olmayan- Ýtalyan hastanesinde, çocuklarýna Türk vatandaþlığy almak için doðum yapan üç bin Ýsrailli kadýn haberine ne demeli?..</b><br />Neymiş efendim, ilerde bu Türk vatandaşı Israilliler, şu an satın aldıkları GAP bölgesindeki topraklara yerleşip, buraların Israil'e ait olduğunu iddia edeceklermiş...<br />Bir defa, Türkiye vatandaşlık kanunu, vatandaşlığı toprağa (doğum yerine) göre değil, kan bağına (anne-babanın vatandaşlık durumuna) göre düzenliyor. <br /> ****<br /><b>Aklın tatile gönderilmesinden sonraki aşama papağanlık... Mesela bazý kod kabul edilen kavram ve tabirleri okuduğun veya duydugun zaman, hemen baþlayacaksýn karþýndakine şunları saymaya : </b><br /><i>"Vatan haini, Türk düþmaný, bölücü, dýþ güçlerin ajanı, sözde aydýn, sözde vatandaþ, demokrasi ve insan haklarý arkasýna sýðýnmýþ gizli amaçları olanlar...."</i><br /><b>Peki hangi kodlara duyarlý olmak lazým? </b>Çok kolay. Kolay olmak zorunda... Akýl tatilde, papağanlık devrede çünkü. <br /><i>"Ermeni tehciri, Kürtler'e karşı yerine getirilmeyen vaadler, herkese inanç özgürlüğü, kültürel zenginlik mirasýmýz, Anadolu mozaiði, Varlýk vergisi, Türkleþtirme politikalarý, ana dilde eðitim, sivil ve kültürel haklar, din iþlerinin sivil topluma býrakýlmasý, tek parti diktatörluðü, laikçilik, Süryani göçü, İstiklal mahkemeleri, askerin siyasetten çekilmesi, faili meçhul, yargısız infaz, Susurluk...." </i><br />Baþkalarý da var listede; ama biz fazla uzatmayalým. Baþka söyleyecek sözümüz var çünkü.<br /> ****<br /><b>Ýlave olarak, çelik gibi dirayetli olmalýsýnýz. Çünkü hainler çok donanýmlý. Bu durumda zihniniz kalın ve sağlam taş duvarlarla örülü olmalı ki</b>, şu sorular size sorulduğunda çarpýp geri dönmeliler:<br />- Son Osmanlı padişahının anayasal yetkileri; halk egemenliğini esas almış, egemenliğin kayıtsız şartsız halkta olduğu söylenen Türkiye Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanının yetkileri karşısında neden bir hiç olarak kalır? Neden cumhurun ilk reisi ömür boyu baþta kaldı? Tek parti döneminde, mebusların adeta atandýðý bir rejim nasıl cumhuriyet olarak değerlendirildi? Son Osmanlı sultanının yetkilerinin şu anki cumhurbaşkanının yetkileri yanında bile çok hafif kaldığını biliyor muyuz?<br />- Halký teba olmaktan çýkarýp vatandaþ yaptýðýný iddia eden yeni rejimde (Cumhuriyet) nasıl olur da, siyasi partilerin ve derneklerin sayýsýnda, halk idaresini yadsıdığı savlanan bir önceki idareyle (saltanat) karþýlaþtýrýnca, neredeyse yüzde yüze yakýn bir azalma olur? Neden bir halk idaresinde, devlet kendisinin kutsanmasını ister? Devleti kutsamak, vatandaþlýðýn tersi olan tebalýkla ilgili bir olgu deðil midir? <br />- Otoritesini Tanrýdan aldığı iddia edilen saltanat rejimine son verildiği söylenmekte. Ortada amacýnýn rasyonel düþünen uygar fertleri yetiştirmek olduğunu iddia eden bir devlet, bir yeni düzen var.. Peki nasıl olur da halkýn egemenliği esasını benimsemiş bir rejimin lideri için onu tanrýlaştýrýcý övgüler düzülür?<br /><b>- Eðer hakiki anlamýyla ortada vatandaþlarýn cumhuriyeti varsa, yetkili kiþilerin agzindan ve basındaki kalemlerden bir zamanlar şu tip ifadeler nasıl dile getirilmiştir?</b><br />"Onlar (gayrimüslimlerden bahisle) bu memleketin vatandaþlýðýndan istifade etmiþlerdir ve ihanetle, silah çekerek istifa etmiþlerdir. Onlar Osmanlý tarihinin nankör çocuklarýdýr ve bu memlekette hiçbir haklarý kalmamýþtýr." [2]<br />"Bu memleketin efendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır." [3] <br />"Bunlar alelade hayvanlar gibi basit sevk-i tabiilerle iþleyen his ve dimaðlarýnýn tezahürleri, ne kadar kaba hatta abdalca düþündüklerini gösteriyor... Çið eti biraz bulgurla karýþtýrýp öylece yiyen bu adamlarýn Afrika vahþilerinden ve Yamyamlardan hiç farký yoktur." [4]<br /> ****<br /><b>Peki taşkafa olmayı da başardıktan sonra vatanseverliğin şartları tamamlanmış olur mu? Hayır efenfim.. Bu iş ciddi iş. Fedakar ve savaşımcı da olman lazım. </b><br />Mesela en az doksan öbeðe üye olacaksýn. Ardýndan, ne dediðinden emin olmasan bile vatansever olduðunu bildiðin bazý zatlarýn yazýlarýndan her gün en az beþ tane saða sola göndereceksin. Kürt Forumlarýna takilip, olmadýk küfür ve hakaretleri aðzýna alarak karşıtlarına "gereksindiðin erki damarlarýndaki soycul kanda" bulduðunu göstereceksin. <br />Bu arada Ermenilere karşı hiç bir internet oylamasını kaçýrmayacaksýn. Var mı öyle altta kalmak? Biz bugüne bugün <b>Time</b> anketinde, Mustafa Kemal’i en iyi bilim adami, en iyi müzisyen, en iyi devlet adamı, en iyi kumandan, en iyi felsefeci ve en iyi reformcu kategorilerinde yirminci yüzyýlýn en iyisi seçtirmedik mi? Içine her batýlý gibi Türk düşmanlýðý sinmiş zalim Time, sonuçları tanımamışsa da, ne gam? Bizim sanal cengaver vatanseverlerimiz, gurur duyabilirler.. Onlar şerefli Türk gençleri olarak üzerlerine düşeni yaptılar. Her biri sayılması imkansız sayıda oy vererek "bir Türk'ün dünyaya bedel" olduğunu kanıtlamışlardır.<br />Ata için zaten ne yapýlsa az... O Ata ki;<br />"bugün yalnýz Türk milletinin degil, bütün beşeriyetin lideri ve kahramanıdır. Onun fikirleri, onun gösterdigi yollar insanlýk için hakikat ve saadet yollarýdýr. (...) Ve bugünkü cihanýn en doğru en güzel tarihini, bütün beþeriyete örnek olacak þekilde, Atatürk yaratmamýþ mýdýr? Onun ýþýklarý altýnda yanlýþ ve hatalý yola sapmak imkaný yoktur. O bütün hareketlerinde hiç bir zaman isabetsizlikte bulunmamýstýr." [5]<br />Ata o kadar büyüktür ki;<br />"onun kuhn ve mahiyetine tamamýyla nüfus etmek, onu tamamýyla anlayabilmek hiç bir faniye nasip olmayacak bir þeydir. Çünkü o yiyip içen, düşünen, duyan alelade beþeri hayatýn üstünde baþka bir varlýða maliktir: Türk milletinin vicdani ise önünde en derin huþu ve ihtiramla takdis edilecek bir eklemiyet remzidir, uluhiyettir." [5]<br />Son olarak da, fedakarlýk ve savaþýmcýlýðýný sokaklara taþýyacaksýn. Artýk gündemin konusuna göre, ya "Kýbrýsý sattýrmayýz" ya da "kahrolsun Apo" diye baðýracaksın. Kimbilir, o sırada yine gündemde Italya ile kriz olur, yeniden İtalyan domatesi ezersin. Ama her halükarda sokakların boş kalmaması lazım...<br />Yoksa TAYAD'cýları bir güzel kim linç edecek? Kim mücadele edecek "sözde vatandaþlar"la? Hem baksana, yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "irtica"nın yeniden birinci tehdite çıkması söz konusu imiş. Statükocu vatanseverlerin "role model"ı Mehmet Taner Kýþla-lý abimizin dediðine göre, silah kullanýmý bile artık göze alýnmýs. Demektir ki, bize silah kertesine gelmeden çok iş düşecek. Şimdiden meydanların inleyişini kulaklarınızda hissedin: "Türkiye laiktir, laik kalacak." Belki büyük bir coþku ile söyleyeceğimiz Onuncu Yıl Marşı irticayý püskürtmeye yetecektir: <br /><i>"Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,<br />Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.<br />Türk'üz bütün başlardan üstün olan başlarız;<br />Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız. <br />Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,<br />Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri. "</i><br />Yalnýz Kenan Doðulu versiyonunu söylemek olmaz artýk. Var mı öyle hem askerden kaçýp, sonra da vatansever sýrtýndan rant yemek?<br />-----<br />[1] İnternet öbeklerinde dolaşan bir ileti.<br />[2] Mahmut Esat Bozkurt'un 1921 Anayasasý'nýn Mecliste görüþülürken yaptýðý konuþmadan. <br />[3] Bozkurt'un 1930 Ağrı isyanı akabinde, seçim bölgesi Ödemiş'te yaptığı konuşma.<br />[4] 13 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinin 1930 Aðrý isyanýna katýlanlarý tasviri.<br />[5] M. Saffet Engin, Kemalizm Inkilabının Prensipleri, İstanbul, Cumhuriyet matbaası, 1938, s. 79.<br />[5] aynı eser, s. 79.Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1120469499277954212005-07-04T03:30:00.000-06:002005-07-04T03:31:39.290-06:00KUŞATMA: STATÜKONUN DİRENİŞ STRATEJİSİ<strong>KUŞATMA: STATÜKONUN DİRENİŞ STRATEJİSİ<br /><br />Levent Baştürk</strong><br /><br /><br />İktidara geldiği günden bugüne, AK Parti ile statüko arasındaki ilişkilerin gerilimli olduğu hiç bir dikkatli gözlemcinin gözünden kaçmadı. İlk başlarda, AK Parti karşıtı statükocu kamp daha dar bir çevreden oluşmaktaydı. Bu çevreye, ordu içindeki bir kesim, Cumhurbaşkanı, YÖK ve emekli olmuş yüksek yargı organlarının hakim ve savcıları dahildi. Hükümetin kendini statükoya karşı sağlama alma girişiminin bir neticesi olarak ABD'ye yakın durması ve Avrupa Birliği (AB) üyeliğini bir öncelik olarak görmeye başlaması, bu statükocu kesimi ulusalcılık zemini üzerinde direnişe itti. ABD'nin Irak'a müdahelesi öncesi ve sonrasında Türkiye'den bazı taleplerde bulunması ve Orta Doğu'nun yeniden şekillendirilmesini öngören ve bu süreçte ılımlı Islami oluşumlara sıcak bakan bir projeyi öne sürmesi de, Türkiye'deki statükocu çevrelerin, AK Parti'ye karşı, ulusalcı zeminde mücadele açmasını kolaylaştırdı. Ancak bu mücadelenin kamuya yönelik yönü gerçeklerden ziyade, yanlış bilgilendirme ve propaganda biçimindeydi. <br /><br /> Geçmişte Türkiye'nin ABD ve İsrail'le olan ittifakına çok sıcak bakan bu kesim, birden bire şiddetli bir biçimde hem anti-Amerikan bir duruş belirledi, hem de milli hassasiyetler merkezli bir siyasetle AK Parti'nin tabanını da etkilemeye yönelik bir faaliyet içine girdi. Yazılı ve görsel medya içindeki müttefikleri yanısıra, militarize edilmiş sivil yapılanmaların mobilize edilmesi ve internetin daha etkili bir biçimde kullanılması sonucu, ülkede daha önce hiç görülmemiş bir anti-Amerikanizm ortamı oluştu. Buna, daha önce dar bir çevre ile sınırlı kalan, anti-Semitizmin yaygınlaşması da eklendi. Aynı zamanda, AB tarafından Turkiye'den istenen ülke içinde siyasi, ekonomik ve sosyal reformlara gidilmesi ve Kıbrıs gibi dış sorunlara çözüm bulunması taleplerine karşı da ulusalcı bir reaksiyon oluşturuldu.<br /><br />AK Parti'nin gerek YÖK reformunu gündeme getirmesi, gerekse tabanın baskısı ile başörtüsü sorununa ve üniversite imtihanlarında İmam-Hatip Lisesi mezunlarının katsayı mağduriyetinin giderilmesine yönelik teşebbüsleri, AK Parti karşıtı statükocu cepheyi genişletti. Daha önce AB uyum yasaları geçirilirken işbirliği içinde çalıştıkları CHP de bu cepheye dahil oldu. Ama daha önemlisi, artık emeklilerin değil, bizatihi aktif görevi başında olanların da bu kamplaşmada yerini belirlemesi, hükümete yönelik kuşatmanın saflarını sıklaştırdı. Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök meşhur 20 Nisan konuşması ve "sözde vatandaşlar" hitabının yer aldığı bildirisi ile, uzak durduğu gerilimde adeta bir taraf haline geldi. Bu kamplaşmada yerini alanlar arasına, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi de eklendi. Özellikle Yargıtay adeta militan bir tavır içine büründü. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de dahil olmakta gecikmedi. Bu arada Deniz Baykal da en keskin konuşmalarını yapmaya başladı. <br /><br /><br />Bu genişlemiş cephenin oluştuğu konjoktürün en ilgi çekici yanı, bu cephenin önemli bir kesiminin kendini anti-Amerikan kampta değerlendirmesine rağmen; Amerikan hükümetinin AK Parti hükümetinden olan hoşnutsuzluğunu açıkca dile getirdiği bir dönemle çakışmasıdır. Zaten öteden beri, Türkiye'deki statükocu çevrelerin "şeriat geliyor" söylemiyle, Washington'daki AK Parti aleyhinde kulis yapan yeni muhafazakar (neo-con) yazar ve lobici takımının AK Parti karşıtı söylemi bir örtüşme halindeydi. Her iki taraf da AK Parti hükümetinin AB'ye üyelik girişiminin, ordunun sistem içindeki rolünü zayıflatmak suretiyle aşamalı olarak Türkiye'de şeriat rejimini yerleştirme operasyonu olduğunu iddia etmekteydi. Ve hatta yeni muhafazalar yazarlar, Bush ve çevresini "ılımlı İslam" projesinden dolayı eleştiriyor ve Türkiye'deki Kemalist çevre ve kurumların Amerika'ya yabancılaştırılmasını eleştiriyorlardı. Gelinen yeni noktada, Amerikan hükümetinin AK Parti'ye karşı eleştirel bir tavır alması, Amerikan hükümeti ile Kemalist statuko ve yeni muhafazakar çevre arasında bir yakınlaşma doğurdu; Özkök'ün 20 Nisan konuşması da Başbakan'ın İsrail ve ABD ziyaretlerinin yolunu açtı. <br /><br />Bu arada, Türkiye'de son iki yılda yükselen anti-Amerikan ve anti-Semitik dalganın faturası, pişkin bir şekilde AK Parti'ye kesilecekti. Oysa, Urfa'da sözde İtalyan hastahanesinde çocuklarına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almak amacıyla üc bin İsrailli kadının doğum yaptığı yalanını yayanların başında bizzat Refah ve Fazilet Partilerine açtığı kapatma davalarıyla dünyada ün yapan emekli başsavcı Vural Savaş gelmekteydi. İsrailliler'in satın aldığı toprak miktarını olanın çok çok ötesinde gösterilip "vatan satılıyor" propagandası yapanlar da aynı çevrelerdi. Bu çevreler, bazı İslamcı çevrelerle beraber, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesini, Büyük İsrail Projesi olarak sunmuşlar ve doğum ve toprak alımı iddialarını bu bağlam üzerine yerleştirmeye çalışmışlardı. Yanlış bilgilendirme amaçlı kurdukları sitelerde, aralarında Islamcı gibi görünen araştırmacı-yazar unvanlı kişilere de yer vererek, yapılan propagandalar arasında, kırk bin kişinin ölümüne sebep olan büyük depremden de Amerika'nin sorumlu olduğunu iddia edecek noktaya kadar işi götürmüşlerdi. İlginçtir ki, bu hezeyanın faturası, Amerika'nın Felluce operasyonunu sert bir şekilde eleştirdiği için, AK Parti'ye yazıldı.<br /><br />Gerek ABD'de Bush yönetimini AK Parti (ve dolayısıyla Ilımlı İslam) eksenli Türkiye (ve Orta Doğu) politikasını terketmeye zorlayan yeni muhazafakarlar, gerekse Türkiye'deki statükocu güçler, artık rejimin tehlikede olduğunu iddiada işi en uç noktaya vardırdılar. Sırasıyla, zina kanunu teşebbüsü, başörtüsünün ve İmam-Hatiplilerin katsayısının gündeme gelmesi, YÖK reformu ve son olarak da Kur'an kurslarına ilişkin ceza kanununda yapılacak düzenlemeye ilişkin tartişmalar artık birilerinin gözünde AK Parti'nın hain! emellerinin kanıtları oldu. Türk Solu dergisisinde, 1960 darbesi sonucu asılan devrin başbakanı Adnan Menderes ile Tayyip Erdoğan arasında kurulan ilişki, sadece rejim destekli bu sol görünümlü faşist oluşum tarafından desteklenen görüş olarak kalmadı ve Basın Konseyi başkanı, Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi tarafından da açıkça dile getirildi. Eski Cumhurbaşkanı Demirel de, üç yıl sonra seçilecek cumhurbaşkanı tartışmasını şimdiden başlatlatmakla suni bir kriz çıkarmakla yetinmedi. Ilaveten, yeğeninin devlete olan borçlarını tahsil amaçlı olarak ailesinin şirketlerine Tasarruf Mevduatý Sigorta Fonu tarafından el konulması olayını, Menderes döneminin Tahkikat Komisyonuna benzeten Demirel, bunun o devirde ihtilale neden olduğu yorumunu yaparak gayet anlamlı bir dokundurmada bulundu. Aynı zamanda dolaylı olarak, kendisinin kırk yıllık siyasi hayatında aslında mensup olmadığı yerin içinde ve başında, rejimin sıhhati icin konuşlandırıldığını da itiraf etmiş oldu. YÖK başkanı pervasızca kendilerine karşı yapılacak düzenlemelerin yargıdan döneceğini peşin peşin ilan ederek, statükonun kurumları arasındaki dayanışmaya işaret etmekte ve gerginlik çıkağını söyleyerek tehdit savurmaktaydı. <br /><br /> Bu arada belirtmemiz lazım ki, gelişmeleri, yukarıda olduğu gibi, sadece hükümet-statüko eksenli cekişmelerin altında ele almak eksik bir değerlendirmedir. Bu arada gözden kaçmayacak şekilde insan hakları ihlallerinde yılbaşından beri, AB yolunda ilerleyen bir ülkede görülmemesi gereken derecede muazzam bir artış oldu. Askeri mahkemede yargılamaya da varacak şekilde düşünce suçu yargılamarı, anadilde yayın önünde engeller, işkence iddiaları ve Kürtçe dil öðrenmek ve kurs açmak için baþvuranlarýn isim isim asayiþ kuvvetleri tarafýndan izlenmesinden tutun, seçimle gelmiþ belediye baþkanlarýnýn kamu otoritesi tarafýndan dýþlanmasýna kadar ceşitli keyfi uygulamalar devam etti. 28 Şubat döneminde olduğu gibi yargının siyasallaşması olgusu kendini yeniden yoğun bir biçimde hissettirmeye başladığı gibi, güneydoğuda güvenlik güçlerinin keyfi uygulamaları istisna değil, tekrar norm haline gelmeye başladı.<br /><br /> Bu arada şiddetin yeniden hayatın parçası olarak geri dönmesi gözden kaçmaması gereken bır gelişmedir. İki yönlü bir şiddet olgusu mevcut kuşatma ortamında, bu kuşatmayı pekiştiren unsurlar olarak belirmiştir. Biri statükocu çevrelerce körüklenen psikolojik harekat milliyetciliği eksenli linç etme mentalitesiyle hareket eden yığınların şiddeti; diğeri de yeniden yükselişe geçtiği belirtilen ve her gün bir eylemle adını duyuran PKK tarafından yapıldığı iddia edilen eylemler. Buna en son, DHKP-C'ye maledilen ve biraz zihinde kuşkular yaratacak şekilde neticelenen Adalet Bakanlığı'na yönelik eylem oldu. Bütün bu gelişmeler ışığında, ordunun kalemi olarak bilinen Mehmet Ali Kışlalı'nın adeta darbenin gelişini haber verir şekilde kaleme aldığı yazılar daha bir anlam taşımaktadır. <br /><br />Hükümetle statüko arasındaki gerilimin somut nedenleri olarak görülen başörtüsü, İmam-Hatiplilerin katsayı sorununun çözülmesi ve Kur'an kursuna ilişkin gerginlikler ön plana çıkarılmaya çalışılarak çizilen bir irtica tehlikesi tablosu dış piyasaya yönelik bir siyasal pazarlama teşebbüsüdür. Avrupa'nın kadim İslam endişesine ve ABD'deki karar vericileri etkilemeye yönelik ve onların itirazlarını pasifize etmeye yönelik bir stratejidir. Açıkça ifade edilmemekle beraber, ABD'de bu konuda öteden beri aynı söylemi paylaştıkları bir müttefikleri de vardir ve Kişlalı yakın zamanda yazdığı "AKP'nin işi zor" başlıklı makalesiyle farkında olarak ya da olmayarak yaptığı referanslarla bu ittifaka işaret etmektedir. <br /><br />Mevcut şartlarda amaçlanan bir darbe olmamakla beraber; değişimin önüne geçmek istenmektedir. Çeşitli tehdit değerlendirmeleri ardından yapılan darbe imaları, AK Parti'yi bir kuşatılmışlık hissine sokarak statükoya teslim olmaya yönlendirme gayretidir. Laiklik ve ulusal birlik eksenli bir püskürtmelerle, hükümetin el atmayı düşündüğü üniversite ve kamu yönetimi reformu gibi yapısal sorunlara eğilmesi engellenmektedir. Yargının giderek daha da keyfileşmesi, askerin rejim üzerindeki ağırlığını, önce 20 Nisan konuşmasıyla, şimdi de yeni hazırlanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi yoluyla hissettirmesi, psikolojik harekat kışkırtmalı şiddetin dışarıda yol açtığı izlenim ve diğer şiddet eylemlerinin önüne geçmek bahanesiyle alınan önlemlerde keyfilik içeren yanlış uygulamalar, açıkça Türkiye'nin Avrupa Birliği yolundaki girişimlerinin önüne takoz koyma amacı taşımaktadırlar. <br /><br />Halihazirda, sanki bir darbenin yolunun açıldığı kanısı -özellikle hükümet çevrelerinin kafasında- işlenmeye çalışılmakla beraber, mevcut ve kanımca koordine edilmiş operasyonla, Ali Bayramoğlu'nun dediği gibi, siyaset alttan ve üstten, devletten ve toplumdan gelen baskýyla sýkýþtýrilmakta, daha doðrusu marjinalleþtirilmektedir. "Terörün azmasý, güvenlik gerekçelerinin önem kazanmasý, toplumun belki bu kez kendi eliyle daha da sineceði, "depolitizasyon"un ayyuka çýkacaðý ve devletin iyice aþýrý deðerleneceði bir aþamaya doðru" ilerlemektedir. Diğer amaç da, hükümeti ürküterek çalýþamaz hâle getirmek ve oy tabanýndan uzaklaþtýrmaktýr.Hedeflenenler arasında Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaskanlığının önüne geçmek de vardır. Ali Bayramoğlu'na göre "Çankaya'yý 2007 seçimlerinde AK Parti'ye kaptýrmamanýn tek yolu erken seçimi zorlamak. Bu ise ancak AK Parti'nin yýpratýlmasýyla, meþruiyetinin zedelenmesiyle, hatta bölünmesiyle mümkün. Ekonomiden dýþ politikaya ana hatlarýyla dengelerin yerli yerinde olduðu bir dönemde bu tür yýpratma faaliyetleri uzun zaman alacaðý içindir ki, ilk "peþrevler" þimdi baþlatýlmýþ bulunuyor." <br /><br />Ancak Çankaya merkezli bir okumanın olayları açıklamada tek başına doğru olduğunu sanmıyorum. Olanlar, Çankaya'nın da elde tutulması dahil olmak üzere, statükonun, küçük rötuşlar dışında, devamını sağlama gayreti ve bu yolda hükümet ve değişim taleplerine karşı bir kuşatma harekatına girişilmesidir. Yargıtay hakimlerinin çok büyük çoğunluğunun ve baroların, Yargıtay hakimlerinden Osman Şirin'in "yargıda artik Mahmut Esat Bozkurt devri kapanmalıdır" sözüne fanatikçe karşı çıkıp, Şirin'i neredeyde sanık sandelyesine oturtur şekildeki reaksiyonları da bunun bir işaretidir. Artık anti-demokratik tavır, tescilli bir ırkçının bağnazca, hem de hukuk adamları tarafından savunulmasına kadar varmıştır. <br /><br />Mevcut statüko hayat hakkını, fanatik bir biçimde her daim eskimediğini düşündüğü, Türk modernleştirme modelinin devamında görmektedir. Bu modelin özü de laikçi bir temelde tanımlanmış dışlayıcı ve inkarcı bir Türk yurttaş kimliğidir. Bu resmi kimliğin laikçi yönü İslami ögelerin, Türk yönü de, Türklük dışı etnik kimlik taleplerinin inkarı demektir. 1970'lerin sonuna doğru Türk-İslam Sentezi kitleleri manipülasyon amacıyla devlet tarafından yürürlüğe konmakla birlikte, devletin merkez özünde Türk olmak dini kimlikten ayrışmış olmayı gerektirmektedir. Aksi takdirde tam anlamıyla "Beyaz Türk" sıfatına haiz olmak mümkün değildir ve devletin en önemli güç merkezleri, bu beyazlık şartını tam olarak taşımayanlara, milliyetçi bile olsalar, kapalı tutulmaktadır. <br /><br />Sistem, Osmanlı'nın devşirme geleneğini yeniden üreterek devam ettirmektedir. Etnik Türk olmak, Beyaz Türk olmanın ön koşulu değildir. Önemli olan cumhuriyetin biçtiği Türk kimliğini ve Kemalist ilkeleri sorgusuzca içselleştirmek ve dini ve farklı bir etnik aidiyet talebiyle ortaya çıkmamaktır. Nitekim, parametreler içinde kurulmuş, işlev görmüş ve devleti kutsamış zümrelere karşı bile askeri darbelerin yapılmış olması, özümseme veya içselleştirme konusundaki hassasiyetin ne kadar ağır bastığını göstermektedir. Bu noktada yine Ali Bayramoğlu'ndan tekrar bir alıntı yapmak kaçınılmaz olmaktadır: "Bu çerçevede merkez sað ve sol partiler merkezkaç talepleri ehlileþtiren araçlar, yani milli devlet modelinin sentez aygýtlarý, entegrasyon araçlarý ve filtraj mekanizmalarý olarak vazife görmüþlerdir." <br /><br />Hatta iktidara tek başına talip olmadığı sürece İslamcı partiler de böyledir. Merkez sağ çizgi, yarı muhafazakar-Sünni kesimleri sisteme entegre ederken, CHP Alevileri entegre etme rolünü görmüştür. Milli Görüş çizgisi de merkez sağın tatmin edemediği İslami talepleri ehilleştirmiş ve inkar edilemez önemde geniş bir Kürt kitlesini de "din kardeşligi" bağlamında çatısı altında tutmayı bilmiş ve bir yerde, iktidara tek başına ya da en güçlü ortak olarak gelmediği sürece, emniyet sübabı rolu oynamıştır. <br /><br />Statüko, dini ve etnik kimliklerin ancak özel alanlarda ifade edilmesine müsaade etmiş ve kamusal alanı da devletin alanı olarak tanımlamak yoluyla bu kimliklerin kendini ifade etme imkanlarını büyük ölçüde kısıtlamıştır. Kamu hayatı, siyasal merkezin tanımladığı bir alandır ve orada farklı kimliklerin taleplerine ve kendilerini ifade etmelerine yer yoktur. Yerel olanın kamusal alan içinde yer almaması öngörülür. Kamusal alanın ayırdedici özelliği olarak görülen evrensel değerler ise demokrasi, özgürlük, eşitlik ve insan hakları gibi hususlar değil, daha çok çağdaşlık olarak görülen bir yaşam tarzının tercihi ve tekbiçimci ulus kimliğinin kuşatıcı kimlik olarak olarak görülmesidir. Evrensel olmak batılı ve ulus olmaktır. <br /><br />Bir yerde çok partili dönemde, Türk siyasal hayatını, çevre ile merkez arasında bir gerilim olarak görmek mümkündür. Çevre, çok sınırlı parametreler içinde kendine tanınan imkanları kullanmak yoluyla taleplerini gerçekleştirmek isterken, merkez de ya ehilleştirerek ya da bastırarak çevrenin taleplerini dengeleme gayreti icinde olmuş ve bunun yarattığı gerilim darbelere giden yolu açmıştır. Bu sistemin direnç gücü kendi parametrelerini, kendisinin doğrulama ve meşrulaştırma aracı olarak kullanmasından ileri gelmektedir. Kamusal alana yönelik herhangi bir etnik ya da dini talep, içeriği ne olursa olsun, bölücü ve gericidir; çünkü parametreler öyle öngörmektedir. Bunun tartışılmasının bile toplumda ayrışmalara ve gerilimlere yolaçacağı varsayılır. <br /><br />Sistemin değişime kapalı olması onun kendi iç çelişkisi ve kriz yaratıcı doğasını da ortaya koymaktadır. Evrensel olana yaklaşmak isterken de evrensel olandan uzaklaşmasının nedeni, bu kendi iç çeliskisi yüzündendir. Ayrıca statükonun beraberinde getirdiği rant sisteminin doğurduğu paylaşma mekanizması, içerisine yeni unsurlar dahil etmeye hazır da değildir. Zaman zaman ülkenin batısındaki metropol şehirlerdeki köklü sermayedar sınıfının, globalleşme süreçlerinin dışında kalmak istememekle beraber, devletçi sivil ve asker bürokratlarla ittifaka gitmesinin nedeni de budur. Sadece siyasal alanda değil, ekonomik ve kültürel alanlarda bile varolanın dışındakilerin pastadan pay talebine olumlu bakılmamaktadır. Bundan dolayı yeşil sermaye ve kravatlı yobaz retoriğinin, irtica söylemi içinde yer almasına da şaşırmamak gerekir. Başbakanın danışman kadrosunun "etnik çete" tabiriyle hakarete maruz kalmasına da saşırmamak gerekmektedir. <br /><br />Görüldüğü üzere, mevcut şartlarda Türkiye'de siyaset iç ve dış hassas dengeler üzerine oturmaktadır. İçeride, insan kaynağı statükonun aleyhine olmakla beraber; hukuk yoluyla baskı, örgütlenmiş şiddet ve propaganda tekelini elinde bulundurması, statükocu güçlere dengeyi kendi lehlerine tutma şansı vermektedir. Bu durumda, statuko ile değişim talebinde olanlar arasında tam denge durumunun sağlanması için, dış etkenlerin desteğinin ister istemez, hükümetin de içinde olduğu, statüko karşıtı cephenin arkasına alma zorunluluğu vardır. <br /><br /><br />Ancak bunun önünde çeşitli engeller var: Birincisi, statüko karşıtı cephenin homojen olmaması, onları farklı amaçlar doğrultusunda farklı ittifaklara itebilmektedir. İkincisi, dışarıdan desteği aranan gücün bazı çıkarları, statükonunki ile uzlaşması durumunda, denge yine statüko lehine kaymaktadır. Statüko karşıtlarının dışarısıyla ittifak ararken kendisinin içeride vurulabilirliği onların elini kolunu bağlayan unsur olmaktadır. Statükonun rahatlıkla verdiği bir taviz, statuko karşıtlarınca verilince ihanet olarak değerlendirilebilmektedir. Üçüncüsü; statüko karşıtı cephenin zayıflığının farkında olan dış destek odakları, bu zayıflıktan kendi çıkarları için avantaj sağlamak yoluna gitmektedir. Dördüncüsü, dışarısı bazen kendi iç kamuoyu baskıları yüzünden karşılanması imkansız isteklerle de gelebilmektedir. <br /><br />Tüm bu durumlar gözönüne alındığında, AK Parti iktidarının içinde olduğu kuşatılmışlık durumunu aşmaya muktedir olup olmadığı sorusu gündeme gelmektedir. Şu ana kadar gözlemlediğimiz gidişat, AK Parti'nin bu konuda inişli çıkışlı bir çizgi izlediğini göstermektedir. AB ile başlayan müzakerelerde takip edilecek yol ve elde edilecek sonuç hayati bir öneme sahiptir. O yüzden gereksiz efelenme tavırlarıyla geçici tepkiler, yerini rasyonel adımlara bırakmak zorundadır. Avrupa cephesinde elde edilecek olanlar, ister istemez ABD'den gelecek karşılanamaz istekleri de dengeleyecek, ABD, Avrupa'ya rağmen, statükonun en gerici unsurları ile ittifakı göze alamayabilecektir. Bu durum da bir süre daha başörtüsü ve İmam-Hatiplere katsayı sorununun ertelenmesini gerektirebilir. YÖK reformu konusu da bu iki husus dışarıda tutularak ele alınırsa, dışarıya meselenin "irtica" sorunu bağlamında sunulmasını imkansızlaştırır. Hükümetin kaçınması gereken bir husus da, psikolojik harekat milliyetçiliğinden endişelenerek, celladının (merkezin) ağzıyla konuşmakdır. Populist endişelerle milliyetçi söylem ve tavıra kayış, üstünde oturulan dalı kesmek gibi olacaktır.Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1119816627310879272005-06-26T14:08:00.000-06:002005-06-26T14:10:27.323-06:00Devlet Değişimin Önünde Engel<b>Devlet Değişimin Önünde Engel <br /><br />Levent Baştürk</b><br /><br />Artık inkar edilemez bir gerçek olarak ortada ki, toplumun büyük bir kesimi statükodan hoşnut değil ve sistemde değişiklik talep ediyor. Değisim talebinde bulunan kesimlerin homojen olmaması ve çeşitli kesimlerin taleplerini diğerlerinden farklı konularda dile getirmesi, değisim taleplerinin gerçek boyutunun ne olduğunu ölçmede bir zaafiyet yaratsa da, rejimi canla başla savunmaya kararlı kesimlerin de inkar edemediği gerçek, artik deniz bitmiş ve statüko tıkanmıştır. Hukuksuzluk inkar edlilemez bir şekilde kendini hissettirmektedir. <br />Ancak böyle bir ortamda güç sahipleri değişim taleplerine karşı hala belli zümreleri harekete geçirip sokağa dökebiliyorsa, bu da son yüz yıla hakim olan korku mentalitesinin an aşırı ırkçı motiflerle sömürülmesi ve bu sömürü üzerinde belli hassasiyetlerin harekete geçirilmesi sonucudur. Özellikle İmparatorluğun son çeyrek yüzyılında, Hıristiyan azınlıkların gerek milliyetçilik akımlarının etkisiyle bağımsızlık kazanma istemleri, gerekse dış devletlerin kışkırtmaları sonucu ayaklanmalari ve onları takip eden savaşlar sonucu devletin devamli toprak kaybına uğraması, Osmanlı askeri-bürokratik elitleri tarafindan kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'inin kuruluşunda ve devamında pek çok alanda kendini hissettiren bir kabus işlevi görmüştür. Bu kabusun neticesi olarak, farklılık korkulan bir fenomen olarak algılanmış ve farklılığa sebebiyet verecek her türlü unsurun önüne geçilmesi için aşamalı olarak çeşitli gayretler içerisinde olunmuştur. <br /><br />Farklılıkların önüne geçmek icin düşünülen en köklü çare nüfusun homojenleştirilmesine calışılmasıdır. Bu cercevede ilk alınan tebdir, ülke topraklarının gayri-müslim unsurlardan arındırılmak istenmesi olmuştur. Yunanistan'la imzalanan mübadele anlaşması bu amaca büyük ölçüde hizmet etmiştir (tehcir ve baska hadiselerle Ermeni nüfusu daha önceden Anadolu topraklarından büyük ölçüde uzaklaştırılmıştı). Ancak bununla yetinilmeyecek, yeni rejim Yahudiler'e karşı da bir <b>Türkleştirme politikası</b> izleyecektir. Gerek bu Türkleştirme politikasının sonucu gerekse <b>Varlık Vergisi</b> hadisesine varan gelişmeler neticesinde Yahudi nüfusun önemli bir kısmı da Türkiye'den ayrılacak İsrail'e, Güney Amerika'ya ve ABD'ye yerleşecektir. <br /><br />Ancak farklılıkların önüne geçme sadece ülkenin gayri-Muslim nüfustan arındırılmasıyla bitmemektedir. <b>Müslüman nüfus da homojen bir yapı arzetmemektedir.</b> Herşeyden önce İslam dininin pratigi açısından müslüman nüfus bölünmüş durumdadır. Radikal batıcı reformlar gerçekleştirmek idealinde olan yeni rejimin lider kadroları, heterodoks bir karakter arzeden <b>Alevilik</b> ve <b>Bektaşilik</b>'i kendi kuracakları yeni rejim icin bir güvence olarak görmekle beraber, bir yandan da onlarda <b>asırlardır gelişmiş olan ekalliyet (azınlık) şuurunu da bir tehlike unsuru olarak görmektedir</b>. Bir yandan devletin benimseyeceği laiklik prensibi sayesinde bu kesimlerin bir yerde Sünni çoğunluğa karşı korumaya alınması sonucu rejime bir destek sağlanacağı hesabı yapılırken, öte yandan da Alevi ve Bektaşi kimliğini yaşatan kurumsal yapılar olan tarikatlar (Sünni olanlarıyla birlikte) yasaklanacaktır. <br /><b>Ancak, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)'nın kurulması ve bu kurumun adeta Sunni-Hanefi İslam'ın kuralları çerçevesinde faaliyet gösteren bir kurum gibi bir özellik göstermesi, yeni rejim tarafından Sünniliğin Aleviliğe karşı imtiyazlı kılındığı gibi bir sonuca varmaya yol açmaktadır. Diğer taraftan konuya biraz dikkatli bir bakış, madalyonun bize öte yüzünü göstermektedir: DİB, Sünni İslamı kontrol altında tutan ve ona yapılan müdaheleleri meşrulaştıran bir kurum olarak da işlev görmektedir</b>. Bir başka bir ifadeyle, DİB vasıtasıyla devlet din işlerini sivil toplumun insiyatifinden almış ve sivil toplumun dinsel pratiklerini de devletin müdahele alanı içine sokmuştur. Tarikat yapılanmaları (Alevi olanları dahil) kendilerini yasal alanın dışına çıkararak, aslında bu müdahelenin dışında kalma fırsatı bulmuştur. Belli bir tarikat yapilanması içinde yer almıyan, toplumun çok önemli bir çoğunluğu, tamamen sivil topluma bırakılması gereken din alanında devlet mudahelelerinin nesnesi haline gelmistir. <br /><br /><b>DİB'nın devlet bürokrasisi içinde yapılandırılması aynı zamanda homojen bir toplum yaratma projesinin kurumsal bir düzenlemesidir</b>. Cumhuriyet eliti yeni bir Türk kimliği veTürklük bilinci inşa etmek istemektedir. Ancak bu kimlik ve şuurun sınırları etnik taban üzerinde ve çerçevesi içinde belirlenmek istenmemiştir. <b>Türklük ilk başta sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verilen ad olarak düşünülmüştür. Bu kimliğin asıl tanımlayıcı ögesi onun seküler karakteridir</b>. Din bu kimliğin ana tanımlayıcısı olmaktan çıkacak, Türkiye'de yaşıyan insanların Türk diye anıldığı Batılı yeni bir ulus yaratılacaktır. Bu ilk etapta, etnik bir kökenden hareket ediyor gibi görünmeyen yeni ulus yaratma projesi, Cumhuriyet elitinin etnik kökenleri ile de bir uyum içerisinde olmuştur. Içlerinden önemli bir kısmı Balkanlar'daki değişik müslüman etnik gruplara mensup olan bu insanların şoven bir Türk milliyetçiligi izlemesi beklenemezdi. Ancak <b>bu projenin ilk etapta dayandığı seküler homojenleştiricilik açısından, bu projeyi kabul etmeyenlere karşı, etnik kökeni ne olursa olsun, bir ayrımcılığın dayatılacağı da aşikardı</b>. Nitekim hem Kürt bölgelerinde hem Türk bölgelerinde ceşitli başkaldırılar olmuş ve bunlar zor kullanarak bastırılmıstır. <br /><br /><b>Ilk başta etnik yönü ağır basmamakla beraber, sonraları kurgulanmış yeni Türk kimliğinin bir etnik mecraya sapmaması imkansızdı. Bu imkansızlığın ilk sebebi, yukarıda değindiğimiz gibi, bu kimliğin homojenleştirici vasfı, yani onun inkarcılığıdır. Türkiye'de Türk olandan başkasının olmadığı iddiası kaçınılmaz olarak Türk olandan başkasının reddine yol açmıştır. Bunun Cumhuriyet tarihi boyunca en cok Kürtler'e ilişkin olarak kendini hissettirecektir</b>. Çerkezler, Boşnaklar, Arnavutlar ve Pomaklar açısından durum daha farklıdır. Bir yerde bu etnik zümreler kaybettiklerini düşündükleri bir yurt yerine Anadolu'da yeni bir yurt edinmişler, bu çerçevede de kendilerini kuşatıcı bir Türk kimliği içerisinde değerlendirmede o kadar çok ciddi bir sorun görmemişlerdir. Oysa Kürtler açısından farklı bir durum vardır. Onlar bu toprakların daha Türkler gelmeden önce yerlisi idiler. Ayrıca, bütün merkezi devlet anlayışına rağmen Osmanlı Devleti'nin Kürt bölgelerinde aşiret yapısına dayalı otonom bir idare şeklini devam ettirmesi, devletle ilişkilerinde Kürtler'de diğer yukarıda saydıklarımızdan farklı ve özerk bir aidiyet duygusunun gelişmesine yol acmıştır. Daha önce, Osmanlı'nın son dönemlerinde merkeziyetçi reformlara karşı direnen Kürtler, bu defa hem merkezi devlet yapısına, hem empoze edilen ve Kürtlüklerini inkar eden bir kimliğe karşı direnmişlerdir. Daha sonraları inşa edilmek istenen kimliğe tarihi kök bulma gayretleri (<b>Güneş Dil Teorisi </b>ve <b>Türk Tarih Tezi</b>) bu kimlik arayışını ister istemez etnik bir mecraya da çekecektir. Bunda 1930'lu yıllarda Avrupa'da esen ırkçılık rüzgarları da etkili olacaktır. <br /><br />Bu arada bir husus gözden kaçırılmamalıdır: <b>bu etnik kimlik esasında Türk etnik kökeninden gelenlere karşı da ayrımcıdır. Eğer yeni kimliğin seküler karakteri kabullenilmemişse, Türk de Kürt kadar farklı ve tehlikeli olarak görülmüştür. O yüzden de "bölücülük" ve "irtica" başından itibaren birlikte değerlendirilen ve de bazen örtüşen tehlike unsurlarıdır</B>. Bir yerde Batılı etno-seküler kimlik bir ayrımcılığın referans noktasını oluşturmuş, bu kimliği içselleştirmemiş olan zümreler sistemden (ister eğitimli olsunlar ister olmasınlar) soyutlanmak istenmiş, onların oyları hor görülmüş, Hasso-Hüsso, ayağı çarıklı, takunyalı, dağlı, kravatlı yobaz ve başka sıfatlarla anılmışlardır. <b>Olan bir bakıma kültürel bir temel üzerine inşa edilen (siyasal güç, statü kazanımı ve iktisadi kazançla da pekişen) bir ırk ayrımıdır</b>. Bir yanda Kemalist ideolojiye eklemlenmiş etno-seküler Türk kimliğini içselleştirmiş "<b>Beyaz Türk</b>" zümreleri, diğer yanda da bu kimliğin dışında kalan "<b>Zenci Türkler</b>". Aslında her iki zümre de etnik olarak homojen ögelerden oluşmamakta. Onları ayıran husus, dayatılan kurgulanmış kimliği kabul etmekle, onu kısmen veya tamamen reddetmek...<br /><br />Yukarıda yazılanlardan yola çıkarak, diyebiliriz ki, <b>Kemalist ideoloji, kurgulanmış etno-seküler Türk kimliği ve milli güvenlik anlayışı, Beyaz Türk elit mentalitesinin birbirinden ayrı ele alınması imkansız parçalarıdır. Farklılıklar sadece dinsel ve etnik bazda tehlikeli olarak görülmemiş, devletin kurucu ideolojisi dışındaki ideolojiler de ya kuşku ile karsılanmış ya da düşman görülmüştür. Bu yüzden ne liberalizm ne de komünizm hoşgörüyle karşılanmıştır. Her ikisi de farklılaşmaya vesile olacak sebepler olarak görülmüş ve varlık göstermelerine müsaade edilmemiştir</b>. Bu çerçeveden yola cıkarak, "Kemalizm demokrasiye bir geçiş aşamasıdır" şeklindeki görüşleri haklı görmek mümkün değildir. <b>Yeni rejim aslında varolmuş ve pratiğe dökülmüş bir demokratik deneyimin tasarlanan projeye uymayacağını görmüş ve onun önüne geçmek istemiştir</b>. Bunu anlamak için <b>Birinci Meclis</b> örneğine bakmak gerekmektedir. <br /><br />Birinci Meclis'in <b>İkinci Grup</b>'u, azınlıkta olmasına rağmen, muazzam bir demokrasi deneyimi ortaya koymuş ve zaman zaman sonradan CHP'nin temelini oluşturan Birinci Grup'un pek çok milletvekilinin oylarını pek çok oylamada ikna gücü yüksek ve demokrasi referanslı konuşmalarıyla etkilemeyi bilmiştir. Bu deneyimin yaratmış olduğu rahatsızlık, bir sonraki seçimlerde tamamen güdümlü bir aday tesbitine gitmeyi gerektirmiştir. Buna rağmen, İkinci Meclis'te yeni bir muhalefet odaği ortaya çıkacak (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası); fakat o da bir vesile ile kapatılacaktır. İkinci Meşrutiyet sonrasında başlayan ve Cumhuriyet'e kadar giderek coğalan her ceşidinden sivil toplum yapılanmaları da yasaklanacak, dernek hayatı bir kaç CHP güdümündeki dernekle sınırlandırılacaktır. <br /><br /><br />1945'den bu zamana kadar tecrübe ettiğimiz çok partili hayata rağmen bu yapı pek o kadar bir değişiklik gostermemiştir. Ortaya cikan sadece bir "<b>hükümet-devlet ayrımı</b>"dır. <b>Mustafa Erdoğan</b>'ın deyişiyle "Türkıye'deki cari siyasi rejim, ülkenin kaderinin yurttaşların seçilmiş temsilcilerinin elinde olmadığı, ulusun çıkarının onun demokratik temsilcileri tarafından kararlaştırılmadığı, seçimlerin sonuçları ne olursa olsun "çekirdek devlet"in daimi kadrosunun egemenliğinin hiç değişmeden kaldığı, demokratik olmayan bir rejimdir" (<b>Rejim Sorunu</b>, s. 62). <br /> <b>Parlamenter rejim görüntüsü altında, hükümetin devlet güdümünde gitmesinin sağlandığı, çok sınırlı ölçüde konjoktür gereği kendisine özerklik sağlandığı; ama sınırlar dışına çıkıldığına inanıldığında hemen gereken mudahelelerin hic cekinilmeden yapıldığı bir rejim sürdürülmektedir. Bu yapı bize 1950'den beri dört adet darbe armağan etmiştir: 27 Mayis, 12 Mart, 12 Eylul ve 28 Subat</b>. Şu an AKP iktidarı döneminde yaşananlar da, bir yerde, 1950'den beri yaşanan hükümet-devlet ayrışmasının bir başka izdüşümüdür. Ancak, AKP'nin diğer devrelerden farklı olarak avantajı, oldukca müsait bir iç ve dış konjoktürü yakalamış olmasıdır. İç konjoktür artık sistemin tıkanmış olması ve içerideki taleplerin artık bastırılamayacak noktaya gelmesidir. Milliyetçi manipülasyonlar bile, devlet elitine sadece geçici bir nefes aldırmaktadır. Dış konjoktür ise küreselleşme, AB üyeliği ve ABD'nin yeni bölgesel düzenlemeleri tarafından belirlenmekte ve tüm bunlar içeride birtakım revizyonları zorlamaktadır. AKP uygun bir rüzgar yakalamıştır; fakat şu ana kadar geminin rotasını doğru yöne çevirmede gereken tutarlılığı bir türlü gösterememiştir.Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1119384829937872772005-06-21T14:10:00.000-06:002005-06-21T14:14:09.900-06:00"Sözde Demokratik Cumhuriyet"<h2> "Sözde Demokratik Cumhuriyet"* <br /><br /><br /><br />Levent Baþtürk </h2><br /><br /><br /><br /><br /><br />Cumhuriyetin yetmiþbeþinci kuruluþ yýldönümü vesilesiyle yaptýðý konuþmada dönemin Genel Kurmay Baþkaný Hüseyin Kývrýkoðlu "<b>sözde aydýnlar</b>"dan þikayet etmiþ ve liberal demokrat aydýnlarý "<b>irtica</b>" ve "<b>bölücülük</b>"ün yanýsýra <b>en büyük tehlike</b> ilan etmiþti. O günden bugüne, statüko çevrelerinin dilinden düþurmediði bu "sözde" sýfatý, cumhuriyetin demokratik niteliðini sorgulamaya yönelik her sorun ya da olgunun baþýna getirilmeye baþladý: sözde Ermeni sorunu, sözde baþörtüsü sorunu, sözde Kürt sorunu, sözde insan haklarý sorunu, sözde sivil toplum örgütleri, vs. Son olarak da içinde bulunduðumuz dönemin Genel Kurmay Baþkaný Hilmi Özkök, Mersin'deki Nevruz kutlamalarý sýrasýnda bayrak yakýldýðý rivayetleri üzerine yayýnladýðý bildiride, "<b>sözde vatandaþlar</b>" sözünü kullanarak, "<b>sözde</b>" sýfatýnýn kullaným alanýnýn geniþlemesine ve geliþmesine katkýda bulunmuþ olacaktý. Kelimenin artýk býr sýfat olmaktan çýkýp bir kavram olmaya doðru doðru dönüþüm geçirdiðini iddia etmek mümkündü. Bu arada pek çok insanýn gözünden kaçan þu oldu: Bu konuþmasý ile Özkök býr etnik zümreyi diðerine karþý kýþkýrtma ve kamu güvenliðini tehlikeye sokma riskini üzerine almaktan çekinmemiþti. Üstelik bu konuþmasý ile ceza kanununun 312'nci maddesine göre suç iþlemiþ olmaktaydý. Ancak bu kanun statukoyu eleþtirenleri keyfi olarak yargýlamak amacýyla iþletilen bir kanun olduðu için, doðal olarak Özkök'ü baðlamayacaktý. <br /><br /><br /><br />"Sözde" sýfat-kavramýnýnýn bu kadar yaygýn olmasýnýn arkasýnda yatan temel neden statükodan çýkarý olan devlet elitinin dýþlayýcý, inkar edici, farklý olaný aþaðýlayýcý ve deðiþime karþýt tutumlarýdýr. Onlara göre Mustafa Kemal tarafýndan kurulmuþ olan cumhuriyet demokrasi, baðýmsýzlýk, özgürlük, hoþgörü ve akýlcýlýk gibi ögeleri kendi içinde taþýmaktadýr. Kemalizm'in ortaya koymuþ olduðu bakýþ açýsý dýþýnda baþka bir görüþ ve pratiðe gerek yoktur. Dolayýsýyla talep edilecek ve tanýnmasý gereken haklarýn varlýðý da söz konusu olamaz. Bu anlayýþ otomatik olarak Kemalist tahayyül dýþýnda kalan her türlü farklý olma talebini inkar ve ret edecektir. Bu durum Kemalist düþünce dýþýnda kalan her türlü düþünce için de geçerlidir. Statükonun ve Kemalist anlayýþýn çizdiði dar alanýn dýþýnda var gibi görünen düþünceleri ve farklýlýk taleplerini aslýnda var gösteren dýþ güçlerin oyunlarý ve kýþkýrtmalarýdýr. Bir baþka deyiþle, Ýslami kesimin kamusal alanda kendini ifade etmeye yönelik talepleri ile, Kürt kimliðinin siyasal ve sosyal alanda temsiline yönelik taleplerin arkasýnda söylenenin dýþýndaki sebepleri aramak gerekmektedir.<br /><br /><br /><br />Bu inkarýn arkasýnda yatan gerçek neden, devlet elitinin statuko sayesinde cumhuriyeti kendi mülkü gibi kontrol etme gücünü elýnde tutmasýndan baþka þey deðildir. Bu gücü kaybetmek istememektedir. Öte yandan aydýnlarýn liberal demokrat söylemi ve Islami kesimin ve Kürtler'in demokratik talepleri statükoya doðrudan yönelmiþ sorgulama niteliðini taþýmaktadýr. Bu durumda sorgulamaya yanaþmayan ve yeni bir toplumsal uzlaþma ve sözleþme gereðini inkar eden statükocu güçler için inkar ve karþýsýndakini düþman olarak görmekten baþka yol kalmamaktadýr. Ýnkar, ötekileþtirme, insan haklarý ihlalleri, toplumsal çatýþma, homojenleþtirici toplum mühendisliði ve milli birlik ve bütünlük retoriði birarada ve birbirlerini tamamlayan unsurlar olarak yer almaktadýr. <br /><br />Yukarýda söylenenlerin tümü sistem içinde ordunun oynadýðý merkezi rol çerçevesinde göz önüne alýndýðýnda, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik ve laik bir devlet olarak deðerlendirilmesini imkansýz kýlmaktadýr. <b>Ortada olan bir merkezi, otoriter ve pretoryen (askeri) cumhuriyettir.<br /><br /> </b><br /><br />Pretoryen bir yapýda ordu, kaðýt üzerinde ona baðýmlý görünse bile, sivil siyasal yapýdan baðýmsýzdýr ve kendi baðýmsýz siyasi gücünü ya güç kullanýmý tehditi ya da doðrudan kullanýmý yoluyla hissettirir. Pretoryen otoriter devlet toplumun dýþýnda ve üzerindedir; fakat kendi bekasý için kitleleri mobilize eden bir unsur olarak milliyetçiliði siyasal sermaye olarak yoðun biçimde kullanýr. Öte yandan, yeni sosyal güçleri etkili bir biçimde sisteme entegre etmedeki basarýsýzlýðý onu hegemonya krizine sokar. Hegemonya krizinin aðýrlaþtýðý þartlarda doðrudan veya dolaylý baský kullanýmý, toplumu idare etme biçimi olarak kendini gösterir. Bu güç kullanýmýný meþrulaþtýrmada coðu zaman baþvurulan gerekçe ulusal çýkar, ulusal güvenlik ve ulusal bütünlüðün saðlanmasýdýr. Bu yapý içinde izin verilen demokratikleþme haliyle çok sýnýrlý kalacaktýr. <br /><br /><br /><br />Devlet gücünü elinde tutanlar demokrasi, özgürlük ve hoþgörünün sýnýrlarýný tayin etme hakkýný sadece kendilerinde görürler. Siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri sisteme bir meydan okuma sergilemedikçe ve parametreleri zorlamadýkça tahammül edilebilir. Bu yapý içinde, eðer sistemin parametrelerine ters düþüyorsa, siyasal çoðulculuðun, kültürel ve siyasal haklarýn ve özerk dini alan anlayýþýnýn yeri yoktur. Bunlarýn talebi de pretoryen elit ve onlarýn müttefiklerinin gözünde bir ihanettir. Türkiye siyasal gerçekliðinin baglamýnda olaya baktýðýmýzda, Kemalizm'e yönelik eleþtirilere statükocu güçlerce bir ihanet olarak bakýlmasý, yukarýdaki açýklamalar ýþýðýnda daha iyi anlaþýlmaktadýr; çünkü Kemalizm statükonun meþruiyetinin temelidir. Yurtseverlik ve vatanseverlik gibi kavramlar bu anlam çerçevesi içinde tanýmlanýr ve sunulur. Bu noktada "<b>tetikçiler</b>"in rolü çok belirgin olarak ortadadýr. <br /><br /><br /><br /><b>Tetikçiler kurulu proteryen siyasal yapý ve onun neticesi olan yaðma düzeninde medyada, akademi dünyasýnda ve yargýda önemli yerler iþgal etmektedirler</b>. Etiketi "köþe yazarý" olan tetikçinin köþesi onun için siper, kalemi de iftira, hakaret ve küfür ateþleyen bir silahtýr. Bir hukuk kurumu deðil, bir siyasal baský mekanizmasý iþlevi gören yargý siyasal muhalefete karþý kullanýlan en etkili saldýrý aracýdýr. Subjektif siyasal kýstaslara dayalý keyfi mahkeme kararlarý siyasi partilerin, insan haklarý savunucularýnýn ve aydýnlarýn kafasýna inmeye hazýr balyoz gibi beklemektedir. Ünýversitelerin baþýna getirilmiþ kiþilerin ayýrt edici nitelýkleri onlarýn bilim adamlýklarý deðil; baþörtülü kýz öðrencilerin karþýsýna geçmiþ bir infaz mangasý gibi hareket etmeleridir. Pretoryen cumhuriyetin bekasý için vatansever kýlýðýna bürünmüþ bütün tetikçiler bütün gayretlerini seferber etmiþ durumdadýr. <br /><br /><br /><br />Yukarýda proteryen devletin özelliklerinden söz ederken onun belli býr kitleyi mobilize etme yeteneðinden ve bunun için milliyetçiliði bir siyasal sermaye olarak kullandýðýndan söz ettik; ama uzerinde durmadýk. Bu husus, rejimin bütün sorunlarýna raðmen hala ayakta kalabilmesini saðlayan belki de en büyük dayanaktýr. <b>Rejim kitle desteðini iki toplumsal fay hattýnýn yarattýðý gerilimlerden almaktadýr. Birincisi, farklý hayat tarzlarý üzerinde oluþmuþ laik-dindar gerilimi; ikincisi ise seksen yýldýr eðitim kurumlarý ve medya aracýlýðý ile beslenmiþ olan dýþ tehditler ve bölünme korkusunun ortaya çýkardýðý gerilim. </b>Bu iki toplumsal fay hattý üzerinde kasýtlý olarak artýrýlan gerilim pretoryan güçlere toplum üzerinde bir savaþ yönetim modeli ve psikolojik savaþ teknikleri uygulama imkaný vermektedir. Ali Bayramoðlu'nun ifadesi ile sivil toplum kuruluþlarý kisvesi altýnda askeri vesayet sisteminin lojistik destek merkezi olarak faaliyet gösteren toplum kesimleri sayesinde bir <b>psikolojik savaþ</b> yürütülmekte ve sivil alana askeri refleksler kazandýrýlmaktadýr. Býr baþka deyiþle, <b>sivil alan da proteryenleþmektedir</b>. Son günlerde bizzat Demirel'in orkestra þefliðinde baþlatýlan, Baykal'la týrmandýrýlan ve rektörler aracýlýðýyla doruða çýkarýlan baþörtüsü gerilimi ve bayrak simgeleþtirilerek kabartýlan, Ertuðrul Kürkçü'nün <b>psikolojik harekat milliyetçiliði</b> olarak adlandýrdýðý, "sözde vatandaþ" nitelemesi ile doruða çýkarýlan milliyetçi dalga, 28 Þubat'la iyice pekiþmiþ olan proteryen otoriterliðin kalmakta ýsrarlý oldugunun býr isaretidir. Açýk hedef hiç þüphe yok ki Avrupa Birliði odaklý deðiþim dalgasýný durdurmakmaktýr. AK Parti iktidarýnýn Meclis'ten yeni geçirmiþ olduðu ceza kanunu da adeta AB yolunda giriþilmiþ bütün reformlarý geçersiz kýlacak þekilde siyasallaþmýþ yargýnýn keyfýliðini daha da artýran bir nitelik taþýmak suretiyle egemenlerin ekmeðine yað sürmüþ olmaktadýr. <br /><br /><br /><br />20 Haziran 2005<br /><br /><p><i>* Bu yazi www.diyarbekir.net'de yayinlanmistir.</i><br />http://www.diyarbekir.net/cgi-bin/index.pl?mod=news;op=author_id;id=24Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1119078330789515972005-06-18T01:02:00.000-06:002005-06-18T16:53:03.050-06:00BUYUKANIT PASA, ESARP-TURBAN ARASINDA UYGUN CIZGI VE SIYASET VE TARIHE MINDERSEL YAKLASIM<h2>BUYUKANIT PASA, ESARP-TURBAN ARASINDA UYGUN CIZGI VE SIYASET VE TARIHE MINDERSEL YAKLASIM<br /><br /><br /><br />LEVENT BASTURK</h2><br /><br /><br /><br /><br /><br />Kara Kuvvletleri Komutani Yasar Buyukanit'in iki gun once esarp konusunda soyledigi sozler<b>*</b> medyada epey yer yapti. Dun bazi kose yazarlarinin bu konusma uzerinde bazi yorumlar yaptigi gozden kacmadi.. Fakat herkesin konuya "egemenlere gore neyin caiz neyin caiz olmadigi noktasindan bakmasi, Buyukanit'in sozleri uzerinde acil durulmasi gereken yonlerin gozden kacmasina sebep oldu. Pesinden de bir haber portalinda okudugum<b>**</b> (guresci sandigi) Ermenilere yaptigi minderden kacmama daveti, Buyukanit'in meselelere yaklasmada ne kadar genis ufuklu! oldugu konusunda beni endiselere sevketti dogrusu. Asagida musaadenizle, sizlerle Buyukanit pasanin sozlerine dair yapmis oldugum bir metin analizini paylasacagim.<br /><br /><br /><br /><b>***</b><br /><br /><br /><br />Uc bes cumlelik konusmada uc kere <b>"sey"</b> demis pasamiz.. Bizim ortaokul Turkce ogretmenimizi hatirladim bu satirlari okuyunca. Ne zaman biri ustuste "sey" dese, hemen "sey ne?" diye mudahele eder, "sey sey diyerek Turkce konusulmaz; o seyin adi olur" derdi.<br /><br /><br /><br />Birakin ustuste tekrarlanan "sey" kelimesini, daha vahim olan durum cumlelerin anlamlari dusunulunce, sozlerin nereye gittiginin belli olmamasi. Simdi bakalim:<br /><br /><br /><br /><b>"yoksa eþarba hiç kimse bir þey demez."</b><br /><br /><br /><br />Ogreniyoruz ki, esarp ile basortusu farkli. Ve pasamizin gicigi esarpa degil. Ote yandan ise, bugunku bazi kose yazisi yorumlarindan anladigimiz, aslinda bu olay bir replika. Gecen sene de, aralarinda Ataturk Universitesi'nin de yer aldigi, cesitli universitelerde vuku bulmus. Ancak bu sene bu olay, belki de baska bir basortusu tartismasi uzerine oturdugu icin, cok tepki cekmis durumda ve devletin sahipleri ile onlarin papagani simdi vaziyet kurtarmaya calisiyor. Ama butun bunlardan daha onemlisi su sorulara aranacak cevaplar:<b> Esarp ve turbanin ne oldugunu tanimlama hakkina kim sahip ve devletin ve onun sahiplerinin yapacak baska isi kalmadi da artik bunun tanimlanmasina mi soyundular? Bu devletin isi mi?</b><br /><br /><br /><br />Simdi su ifadeye bakalim:<br /><br /><b>"Biraz fazla abartýldý. Olmasa daha iyi."</b><br /><br /><br /><br />Abartilan nedir? Kapidaki adamin kendine verilen emri abartili bie sekilde uygulamasi mi; yoksa bu yapilana karsi olan tepkiler mi? Eger ikincisi ise, aslinda Buyukanit haksiz uygulamaya, cok kuvvetli olmasa da, bir destek veriyor. Ote yandan, hesaba katmadigi baska bir husus var: Esit vatandas muamelesi gormeyen bu annenin oglunu, statukoyu guclendirmek icin devam eden ve fakat gercekler ortuldugu icin baska turlu lanse ettirilen bir kirli savasta kaybederken olanlara "vatan borcu" kilifi gecirilmesi ve o annenin kendini bununla teselli etmesinin istenmesi. Bu vatan nasil vatan ki kendi icin olen evlat yetistiren anneyi basindaki esarp yuzunden, baska bir baglamda, hor gormekte? Pesinden ekliyor: "Olmasa daha iyi." Yani, olmus bir kere, artik uzatmayin demek istiyor. Biraz daha ileri goturursek, herhalde "kapayin artik cenenizi" anlamina gelecek. Sonra tutmus, rektoru, sanki bu islerden sorumlu degilmis gibi, aklamaya calisiyor. Oysa rektorun basina yaptigi aciklama ortada. Anlasilan Buyukanit gazete filan okumuyor.<br /><br /><br /><br />Bakin benim hosuma en cok giden cumle su:<br /><br /><b>"Böyle toplumun tansiyonunu yükseltecek þeylerden kaçýnmak lazým."</b><br /><br /><br /><br />Nereye cekersen cek. Kim tansiyonu yukselten? Esarpli anne ile nineye yol vermeyenler mi yoksa bu olaylari haber yapanlar ve koselerine tasiyip "artik bu is kabak tadi verdi" diye tepki gosterenler mi? Yoksa Sezar'a tepki olsun diye Cankaya'ya yuruyenler mi? Yillardir suren bir magduriyetin sorumlulari mi tansiyonu yukselten, yoksa magdurlar mi? Bu "sey"li cumlenin pesinden bir baskasi gelmis:<br /><br /><br /><br /><b>"Ama tabii bazý þeylerde de kararlý olmak lazým."</b><br /><br /><br /><br />Nedir bu kararli olunmasi gereken SEY? Yasaklar mi? Ne demek kararli olmak? Siz bir yandan insanlarin baslarina orttugu bir bez yuzunden egitim haklarini ellerinden aliyor ve insan icine istedikleri gibi cikma haklarina engel olma kararliligini kendinizde goruyorsunuz... Ote yandan bu insanlardan, sizin gibi bes tane cumleyi "sey" sozunu kullanmadan kuramayan birine evlatlarini teslim ederek, "al, cani ve kani sana helal" demelerini bekliyorsunuz... Bu mentalitenin ancak tek bir aciklamasi olabilir: Siz kendinizi bu vatanin sahibi gorup, insanlarin neyi nasil giyeceklerine bile karar verme hakkini kendinizde goruyorsunuz. Ortada esit vatandaslik iliskisi yok. Cunku karsinizdakinin size hayir deme hakki yok; ama sizin ona var. Eger o vatandassa sizin onun ustunde olan biri olmaniz, vatanin sahibi olmaniz lazim. Eger ortak vatandaslarsaniz, o kiyafetine karistiginiz insanin da, size "sen benim basortumle ugrastikca, benim evladimi benden isteme hakkin olamaz" diyebilmesi lazim. Diyemedigine gore, yasalar onunde esit iki vatandas iliskisi degil sozkonusu olan. Kisla kulturu ile yogrulmus bir toplumda sizin hegemonyanizin sizin gorev alanlariniz disinda bile devam etmesinden baska bir durum yok ortada.<br /><br /><br /><br />Asagidaki cumle ise guzel bir <b>"zeytinyagi"</b> ornegi.<br /><br /><b>"Ama o çizgiyi, tabii yöneticilerin uygun yerden çizmesi lazým."</b><br /><br /><br /><br />Etme pasam; artik bu kadar laftan sonra, bu memleketin gozler onunde acik secik serili tarihinden sonra bizi cocuk yerine koyma. Kimmis <b>"o cizgiyi uygun yerden cizecek"</b>ler? Memlekette bu sifata haiz olan kimler acaba? Sonra nedir <b>"o cizgi"</b>? Ve de <b>"ygun yer"</b>?<br /><br /><br /><br />Seyler, cizgiler ve uygun yerlerin pesinden, Lubnan'da Basbakani protesto eden Ermeniler'e yonelik soylenen laflar da baska bir derinlik sergiliyor dogrusu.<br /><br /><b><br /><br />"Guresciysen mindere cik."</b><br /><br />Bakin, siyasetcileri begenmedikleri icin siyaseti yonlendirmeye cikmis bir kurumun en tepesinde yer alan kisilerden birinin siyasete yaklasimi ve bakisini sergileyen metafora. Arkercil ve pazu gucune dayali anlayis politik bir meseleye ancak bu kadar yansir. Tamam, anladik, pasamizin referansi, pek begenmedigi Basbakanimizin, iki tarafin tarihcilerinin biraraya gelmesi konusundaki davetinedir. Davet her ne kadar ilmi bir caba sonucu gerceklerin ortaya konmasi uzerine ise de, meselenin ozunde politik olmasi gercegini degistirmiyor. Politikanin ne oldugunu, onu siyasetcilere ve topluma birakmayacak kadar onemseyen bir kurumun en tepesindeki insanlardan birinin bilmesi gerekmez mi? Politika bilen biri boyle mi yaklasir bir meseleye?<br /><br /><br /><br />Hadi bir an icin siyaset uzerine degil de, meselenin bilimsel olarak aydinlanmasi uzerine vurgu yaptigini kabul edelim. Bilimsel ugrasi icin uygun terimler sizce <b>"gures"</b> ve <b>"minder"</b> mi?<br /><br /><br /><br />Artik toplum olarak hak ve hukuk uzerine dusunmemizin, onlari talep etmemizin ve iki lafi biraraya bile getiremeyen insanlarin bizlere, sirf tasidiklari unvanlardan yola cikarak, dogrunun ne oldugunu dikte etmelerine dur dememizin zamani gelmedi mi? Daha ne kadar celladimiza gulumserken birbirimizi kirip tuketecegiz?<br /><br /><br /><br /><br /><br /><b>* http://www.sabah.com.tr/2005/06/17/siy101.html</b><br />(...)<br />ABARTILI OLMUÞ<br />"Ama aldýðým bilgi þu: Kapýdaki bir görevlinin þeyi, yoksa eþarba hiç kimse bir þey demez. Bir iletiþim kopukluðu. Biraz fazla abartýldý. Olmasa daha iyi. Sayýn Rektörümüz, üniversitenin kapýsýnda kýyafet kontrolü mü yapýyor. Ýçerde törenle ilgili þeyleri yapýyordur. Böyle toplumun tansiyonunu yükseltecek þeylerden kaçýnmak lazým. Ama tabii bazý þeylerde de kararlý olmak lazým. Ama o çizgiyi, tabii yöneticilerin uygun yerden çizmesi lazým.'' Org. Büyükanýt, Erdoðan'ýn türban konusunda "Gerekirse referanduma gideriz" açýklamasýnýn hatýrlatýlmasý üzerine ise, "Asker olarak benim bu konuda yorum yapmam doðru olmaz" dedi.<br /><br /><br /><br /><b>** http://www.haberx.com/n/195761/buyukanittan-ermenilere-guresciysen-mindere-cik.htm </b><br /><br />Büyükanýt'tan Ermeniler'e: 'Güreþçiysen, mindere çýk'<br /><br />Orgeneral Yaþar Büyükanýt, Lübnan'daki Ermeni olaylarýyla ilgili, "Neden kaçar insan? Bakýn, Türkiye (haydi) diyor, (çýk meydana) diyor. Bir pehlivan düþünün. Birisi meydana çýkýyor. Birisi ise meydana çýkmaktan korkuyor ve güreþçiyim diyor. Güreþçiysen, mindere çýk. Kendine güvenmediði için, haklý olmadýðý için." dedi.Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1119125583195391752004-08-05T14:11:00.000-06:002005-06-18T14:13:03.213-06:00MHP ve Generaller: MHP Ideolojisinin Geregini Yapiyor!..<h2>MHP ve Generaller: MHP Ideolojisinin Geregini Yapiyor!..<br /><br />Levent Basturk </h2><br /><br /><br /><br />5 Agustos 2004<br /><br /> <br /><br /> <br /><br /> <br /><br />MHP'nin 313 generale gonderdigi "uyari yapiniz" cagrisina pek cok kesimden tepki geldi ve MHP'nin yaptiginin demokratik bir rejimde bir siyasi partinin yapmamasi gereken bir sey oldugu uzerine vurgu yapildi. Isin gercegi, beni sasirtan MHP'nin yaptigi degil, cagriya gelen bu gelen tepkiler oldu. Tepkiler biraz konjokturel biraz da duygusal. Eger oturulup da MHP olayi bir tarihsel perspektif icerisinde degerlendirilmis olsa idi, MHP'nin bu eyleminde hic de sasilacak birsey olmadigi kolayca anlasilirdi.* <br /><br /><br /><br /><br /><br />Neden MHP'nin yaptiginda sasirtici olan bir sey yok? MHP Turk milliyetciligini siar edinmis bir parti. Ancak Turkiye'de Turk milliyetciliginin elit ve halk tabakalari tarafindan algilanisindaki nuans hic bir zaman hatirdan cikarilmamasi lazim. Elit icin Turk milliyetciligi Batililasma icin bir arac fonksiyonu gorurken, halk tabakalari icin hem dinsel icerik tasiyor hem de karsi-Batici bir islev goruyor. Ancak her ikisinin birlestigi nokta <b>"devletin bekasi"</b>. Bir baska deyisle Turkiye'deki milliyetci bakis acilari soyut ve kutsallastirilmis bir devlet nosyonu uzerine oturuyor ve ordu da bu devletin bir omurgasi kabul ediliyor. Nitekim, Turk milliyetciligi, Osmanli'nin son doneminde <B>"devlet nasil kurtarilir?"</B> sorusuna verilen bir cevap olarak doguyor ve buyuk olcude taraftarlarini ordunun subay zumresi icinde buluyor.<br /><br /><br /><br />Eger MHP olayini sadece Turkes ve onun gelistirdigi bir hareket cercevesinde ele alacaksaniz, yukarida belirttigim hususa zit bir sey bulamayacaksiniz. Turkes de ordudan gelen subay kokenli bir insan. Ustelik 1940larin basinda bazi orgutlenmelerin icinde yer almaya basliyor. Sonra onu 1960 darbecileri arasinda goruyoruz. Radyodan darbenin anonsunu o yapiyor ve yeni kabinede basbakan yardimcisi oluyor. Darbeci subaylar arasinda (sozde) demokrasiye hemen gecilmemesi konusunda en israrli olanlar arasinda. Ona gore once devletin guclenmesini saglayacak bazi reformlarin yapilmasi ve pekistirilmesi lazim.<br /><br /><br /><br />Sonra Turkes'i siyasal hayat icerisinde goruyoruz. Cumhuriyetci Koylu Millet Partisi'ni ele gecirdikten sonra onu once MHP'ye donusturuyor ve sonra Ulkuculuk denilen bir genclik hareketinin ortaya cikmasina onderlik ediyor. MHP ideolojisinde devletin tasidigi onem gozunune alindiginda, MHP'nin su an yaptiginda sasilacak bir durum yok. Devlet bu ideolojide kutsal ve elestirilmez bir varlik. Halk icin varolan degil, halkin onun icin varoldugu, ogruna olunen ve oldurulen bir varlik. <b>"Milli"</b> olmasi gereken bu devlet, ayni zamanda da <b>"guclu"</b> bir iktidara sahip olmali. Burda gucten kasit ise otoriter bir idare anlayisi ve sivil toplumun ozerklikten mahrumiyetidir. Duzen ve devlet arasinda kesin bir ayrim cizen bu hareket, mevcut duzen elestirilmekle beraber, devleti bu elestiriden munezzeh tutar. Cunku o kutsal ve soyut bir varlik olarak elestirilerden muaftir ve duzenle de asla ozdes degildir!... Olmasi gereken <b>"kohne"</b> duzenin degistirilmesidir. Kohne duzen degistirilecek ve yerine <b>"milli"</b> bir Devlet kurulacak ve <b>"guclu iktidar"</b> olacaktir. Bu iktidar da ancak <b>"basbug"</b> bir figurle kendini gosterebilir. Ote yandan yuz kafadan farkliliklarin ortak bir paydada bulusarak ortaya cikmasi olan demokratik uzlasma ne bu anlamda guclu iktidara ne de basbug figure yer verebilir. Buradan da anlasilacagi gibi, MHP'nin demokrasi vizyonu, bu kavramdan anlasilmasi gereken bir anlam tasimaz. MHP'nin demokrasisi, hepsi devlet partisi olan ya da resmi ideolojinin turevlerini savunan partilerin birbirleriyle secimden secime yarisidir. <br /><br /><br /><br />Bu zihin yapisi icinde, tabii ki, guclu bir ordu cok merkezi bir role sahiptir. Aslinda bu ordu, asker-milletin icinden cikan bir ordudur ve bu gerceklik, ulkucu zihin yapisinda "ordu-millet elele" slogani ile kendini ifade eder. Bu durumda, Ordu-millet elele ise, adi demokrasi olmakla birlikte, oyle oldugu suphe goturur bir rejimde MHP'nin iktidari orduya sikayet etmesinden dogal ne olabilir?<br /><br /><br /><br />Sonra ulkucu hareketin kendine <b>"devleti kurtarma misyonu"</B> bicmis para-militer bir hareket oldugunu gozden uzak tutmayalim. Dunyanin en buyuk ordularindan birine sahip olan bir ulkede, varlik sebebini komunizme karsi mucadele siarinda bulmus olan bu hareket, ironik bir bicimde, kendine devleti kurtarma misyonu bicerek yola cikmistir. Aslinda ortada devletin korunmasini gerektiren guclu bir komunist hareket yoktur. Evet, gencler arasinda komunizm bir cazibe merkezi olusturmustur; ama bunun hakikaten komunist bir ihtilale donuseceginin somut ve soyut hic bir isareti yoktur. Isin gercegi, devlet piyasada cirit atan, aralarinda DEV-YOL gibi en guclu teskilatlarin da bulundugu, sol orgutlere buyuk olcude sizmis, ve hatta bu orgutlerin liderlik kadrolarinin bir kisminin istihbaratla baglantili kisilerce doldurulmasini saglamistir. Ancak butun dunyada sol cereyanlarin varlik gosterdigi bir ortamda, Turkiye eliti meydani sadece tek bir akima birakmak istememis ve milliyetci akim da adeta devletin bir para-militer gucu gibi ortaya cikmis ve vatan ve milleti koruma ugruna buyuk islevlere soyunmustur. Bu durum, devletin ileri gelenleri acisindan hic de fena olmamistir; cunku sola ilaveten 1970lerde genclik arasinda Islami cereyanlar da yayilmaya baslamistir ve MHP gencligi bu gelismeye set cekmek icin kurulmamissa da, bu yolda onemli misyon ustlenmeye en uygun aday olarak gorulmustur. <br /><br /><br /><br />Ozellikle Iran devrimine giden yolda Islamci akimlarin kazandigi momentum karsisinda Turk devleti hazirliksiz yakalanmamis, MHP'nin milliyetci ideolojisinde yapilan bazi rotuslarla partinin ideolojisini biraz Islamilestirmesi ile, ulkucu hareket hem komunizm hem de Islamcilik karsisinda bir emniyet subabi rolunu ustlenmistir. Ulkucu hareket yeri geldiginde bu akimlarin her ikisine karsi da siddet kullanmaktan cekinmeyecektir. O devletin yanindadir; ne koku disarda kizil komunizme, ne de yesil komunizme (Islamcilik) gecit verecektir.<br /><br /><br /><br />Ancak, bu Islam'a kayis sureci beklenmedik bir istikamet kazanmistir. Turkes ve etrafindaki kentlilesmis laik milliyetci liderlik kadrosu, cogunlugu tasra kokenli genclik tabaninda olan bu Islamilesmenin dozajini kontrolde olcuyu kacirmistir. Hatta o hale gelmistir ki, artik parti ile genclik orgutunun kullandiklari ideolojik jargonda farkliliklar ortaya cikmis, ve hatta ordu icinde Turkes sempatizani subaylar, bizzat Turkes'e genclik teskilatinin cikardigi bazi yayinlara son verilmesi gerektigi ve son verilmezse kendilerini karsilarinda bulacaklarini soylemislerdir. Bu sikayetten sonra Turkes, piyasadaki diger Islamci dergilerden pek farki olmayan Ulkucu Genclik Dernegi'nin yayinladigi <b> Nizam-i Alem</b> dergisine son verdirecektir.. Bununla beraber, ok yaydan bir kez cikmis, harekette istenmeyen bir mecraya kayis bas gostermistir. Genclikte gorulen bu Islamcilasma ordu mensuplarini tedirgin ettigi icin, darbenin basini ceken kuvvet komutanlarindan biri (Nurettin Ersin) MHP cizgisine yakin olmasina ragmen, ulkuculer 1980 darbesinden sonra en az solun yedigi kadar darbe yiyecek, Turkes bile uzun sure hapisten cikamayacaktir. Ulkucu hareket devlet nazarindaki guvenilirligini yitirmistir. Bu nokta batici elit milliyetciligi ile tasra milliyetciligi arasindaki gerilim noktasini da ortaya koyan ve DSP-MHP koalisyonu sirasinda kendini cesitli defalar gosteren bir catismanin da kendisidir. <br /><br /><br /><br />1980 darbesi sonrasi maruz kalinan butun zorluklara ragmen MHP eliti 1980 darbesine karsi acikca tavir koymamistir. Durusmalari esnasinda MHP liderligi devamli olarak, "fikirlerimiz iktidarda biz hapisteyiz" diyerek kendilerini savunacaklardir. Bunda sasilacak birsey yoktur: Turkes 1960 darbesini yapanlar arasindadir ve 1971 darbesini desteklemistir. Dolayisiyla 1980'de de karsi cikacak bir durum yoktur; kendisinin hapiste olmasinin disinda. Onemli olan devlettir ve onun hikmetinden sual olunmaz.<br /><br /><br /><br /><br /><br />1980 sonrasinda MHP'nin izledigi nokta da uzerinde durulmaya deger. MHP kendini bu donemde "artik oyuna gelmeyecegiz, balkondan seyredecegiz" gibi laflara ragmen, kendi safini yine devletin yaninda belirlemis ve devletle varolan eski iliski bicimini yenilemistir. Bu surecte Islami yonleri agir basan Muhsin Yazicioglu ve ekibinin ayrilmasi Turkes'in devlet nazarindaki kredibilitesini artirmasini kolaylastirmistir. Yazicioglu’nun kendisi gibi dusunen kitleyi tamamen cekememesine ragmen, Yazicioglu gibi dusunenler partinin soz soyleyen kadrosunda varligini yitirmis ve MHP devletle yeniden nikah tazelemistir. Guneydogudan gelen asker cenazeleri de MHP'nin ekmegine yag surmeye baslamistir.<br /><br /><br /><br />Yukarida degindigim batici elit milliyetciligi ile tasra milliyetciligi arasindaki gerilim nedeniyle devlet kademeleri MHP tabanina guvenmemekte ve her zaman temkinli davranmaktadir. Bunu Ecevit’le girilecek koalisyon doneminde acikca gostermisler, MHP'ye koalisyonun sartlarini onceden dayatmislar ve MHP'yi kendi sartlari icinde iktidara alarak, MHP liderliginin devletce guvenilmeyen tabanina karsi sagir kalmasini kolaylastirmislardir. Bu tabii ki, bir secim sonra MHP'nin erimesini beraberinde getirmistir. Ote yandan ise bir seyi acikca ortaya koymustur: MHP'nin devletle millet arasindaki secimde tercihi devlettir.<b>Eger tercih millet aleyhine ve devlet lehine yapilmissa, MHP'nin 313 generale hukumeti sikayet eden ve uyari yapma talebinde bulunan bir mektup gondermesinden dogal ne olabilir?</b><br /><br /><br /><br />Bu durumda ortaya cikan gercek sudur: sasilmasi gereken MHP'nin yaptigi degil, MHP'nin yaptigina sasilmasidir. Ayrica Turk demokrasisinin devletle danisikli dogus icinde olan partilerin yaristigi bir sozde demokrasi oldugu gozonune alindiginda ortada garip bir durum yoktur. Turk siyasi tarihinde iddiali olarak ortaya cikan butun partiler isin basinda devletin belli odaklarindan icazet almadan ortaya cikmis partiler degildir. Buna AK Parti de dahildir. Bu partiler devletle olan pazarliklarinin disina ciktiklarinda ise sorun baslamakta, sonunda is darbelere kadar varmaktadir. AK Parti'ye karsi su an belli merkezlerde var olan tepkinin temelinde de, bu partinin hakikaten Islamci bir parti olmasi degil, yapilan pazarligi zorlayan girisimlerde bulunmasidir.<br /><br />****<br /><br /><br /><br /><br /><br />*Simdi konuyu acmadan once, unutmamak icin hemen deginmek istedigim bir mesele var. Mehmet Agar da tepki gostermis ve "demokrasilerde sikayet mercii ordu degil, halktir" demis. Bu tepki beni sasirtmadi; ama tiksindirdi. Halk onunde hesap vermekten kacmis, devletin tetikciligini yapan cinayet sebekelerin reisligini yapmis, uyusturucu dahil kirli islere bulasmis, sadece siyasi nufus kazanmakla yetinmeyip, elde ettigi kara paralarla kendine servet de edinmis; ama yaptiklarinin hesabini hala yargi onunde vermemis ve hatta yargi onune cikarilmasi taleplerini "ne yaptimsa devlet icin yaptim, konusursam altinda cok ezilen olur" diyerek tehditle savusturmus bu insanin bu yaptigi tek bir kelime ile ifade edilebilir: igrenclik.<br /><br /><br /><br /><B>© Levent Basturk-SIYASET VE TOPLUM FORUMU</B><br />Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1119141212886596062003-12-21T18:12:00.000-07:002005-06-18T18:33:32.903-06:00Devlet Degisime Neden Direniyor?<strong>Devlet Degisime Neden Direniyor? </strong><br /><br /><strong>Levent Basturk</strong><br /><br />Artik inkar edilemez bir gercek olarak ortada ki, toplumun buyuk bir kesimi statukodan hosnut degil ve sistemde degisiklik talep ediyor. Degisim talebinde bulunan kesimlerin homojen olmamasi ve cesitli kesimlerin taleplerini digerlerinden farkli konularda dile getirmesi, degisim taleplerinin gercek boyutunun ne oldugunu olcmede bir zaafiyet yaratsa da, rejimi canla basla savunmaya kararli kesimlerin de inkar edemedigi gercek, artik deniz bitmis ve statuko tikanmistir. Hukuksuzluk inkar edlilemez bir sekilde kendini hissettirmektedir. Ancak boyle bir ortamda guc sahipleri degisim taleplerine karsi hala belli zumreleri harekete gecirebiliyorsa, bu da son yuz yila hakim olan korku mentalitesinin an asiri irkci motiflerle somurulmesi ve bu somuru uzerinde belli hassasiyetlerin harekete gecirilmesi sonucudur. Ozellikle Imparatorlugun son ceyrek yuzyilinda, hiristiyan azinliklarin gerek bagimsizlik kazanma gerekse dis devletlerin kiskirtmalari sonucu ayaklanmalari ve onlari takip eden savaslar sonucu devletin devamli toprak kaybina ugramasi, Osmanli askeri-burokratik elitleri tarafindan kurulmus olan Turkiye Cumhuriyeti'inin kurulusunda ve devaminda pek cok alanda kendini hissettiren bir kabus islevi gormustur. Bu kabusun neticesi olarak, farklilik korkulan bir fenomen olarak algilanmis ve farkliliga sebebiyet verecek her turlu unsurun onune gecilmesi icin asamali olarak cesitli gayretler icerisinde olunmustur. <br /><br />Farkliliklarin gecmek icin dusunulen en koklu care nufusun homojenlestirilmesine calisilmasidir. Bu cercevede ilk alinan tebdir, ulke topraklarinin gayri-muslim unsurlardan arindirilmak istenmesi olmustur. Yunanistan'la imzalanan mubadele anlasmasi bu amaca buyuk olcude hizmet etmistir (tehcir ve baska hadiselerle Ermeni nufusu daha onceden Anadolu topraklarindan buyuk olcude uzaklastirilmisti). Ancak bununla yetinilmeyecek, yeni rejim Yahudiler'e karsi da bir <strong>Turklestirme politikasi </strong>izleyecektir. Gerek bu Turklestirme politikasinin sonucu gerekse <strong>Varlik Vergisi</strong> hadisesine varan gelismeler neticesinde Yahudi nufusun onemli bir kismi da Turkiye'den ayrilacak Israil'e, Guney Amerika'ya ve ABD'ye yerlesecektir. <br /><br />Ancak farkliliklarin onune gecme sadece ulkenin gayri-Muslim nufustan arindirilmasi ile bitmemektedir.<strong> Musluman nufus da homojen bir yapi arzetmemektedir</strong>. Herseyden once Islam dininin pratigi acisindan musluman nufus bolunmus durumdadir. Radikal Batici reformlar gerceklestirmek idealinde olan yeni rejimin lider kadrolari, heterodoks bir karakter arzeden <strong>Alevilik</strong> ve <strong>Bektasilik</strong>'i kendi kuracaklari yeni rejim icin bir guvence olarak gormekle beraber, bir yandan da onlarda <strong>asirlardir gelismis olan ekalliyet suurunu da bir tehlike unsuru olarak gormektedir</strong>. Bir yandan devletin benimseyecegi laiklik prensibi ile bu kesimlerin bir yerde cogunluga karsi korumaya alinmasi sonucu rejime bir destek saglanacagi hesabi yapilirken, ote yandan da Alevi ve Bektasi kimligini yasatan kurumsal yapilar olan tarikatlar (Sunni olanlariyla birlikte) yasaklanacaktir. Bu durum pek cok kesimce yeni rejim tarafindan Sunnilik'in Alevilik'e karsi imtiyazli kilindigi gibi algilanacaksa da, konuya biraz dikkatlice bir bakis aslinda hic de oyle olmadigini gostermektedir.<br /><br /><strong>Devletin sanki Sunniler'in yaninda imis gibi gorunmesine yol acan husus, Diyanet Isleri Baskanligi (DIB)'nin kurulmasi ve bu kurumun adeta Sunni-Hanefi Islam'in kurallari cercevesinde faaliyet gosteren bir kurum gibi gorunmesidir. Ancak burada gozden kacirilan bir husus vardir: DIB, Sunni Islam'a hizmet eden bir kurum olmanin otesinde, onu kontrol altinda tutan ve ona yapilan mudaheleleri mesrulastiran bir kurum olarak islev gormesidir</strong>. Daha baska bir ifadeyle, DIB vasitasiyle devlet din islerini sivil toplumun insiyatifinden almis ve sivil toplumun dinsel pratiklerini de devletin mudahele alani icine sokmustur. Tarikat yapilanmalari (Alevi olanlari dahil) kendilerini yasal alanin disina cikararak, aslinda bu mudahelenin disinda kalma firsati bulmustur. Belli bir tarikat yapilanmasi icinde yer almiyan toplumun cok onemli bir cogunlugu, tamamen sivil topluma birakilmasi gereken din alaninda devlet mudahelelerinin nesnesi haline gelmistir. <br /><br /><strong>DIB'nin devlet burokrasisi icinde yapilandirilmasi aslinda homojen bir toplum yaratma projesinin kurumsal bir duzenlemesidir</strong>. Cumhuriyet eliti yeni bir Turk kimligi insa etmek istemektedir. Bu kimligin ana unsuru Turkluk'un bir etnik kimlik olarak tanimlanmasi degildir. <strong>Aslinda Turkluk ilk basta Turkiye Cumhuriyeti vatandaslarina verilen ad olarak dusunulmustur. Bu kimligin asil tanimlayici ogesi onun sekuler karakteridir</strong>. Din bu kimligin ana tanimlayicisi olmaktan cikacak, Turkiye'de yasiyan insanlarin Turk diye anildigi Batili yeni bir ulus yaratilacaktir. Bu ilk etapta, etnik bir kokenden hareket ediyor gibi gorunmeyen yeni ulus yaratma projesi, Cumhuriyet elitinin etnik kokenleri ile de bir uyum icerisinde olmustur. Iclerinden onemli bir kismi Balkanlar'daki degisik musluman etnik gruplara mensup olan bu insanlarin soven bir Turk milliyetciligi izlemesi beklenemezdi. Ancak <strong>bu projenin ilk etapta dayandigi sekuler homojenlestiricilik acisindan bu projeyi kabullenmeyen etnik kokeni ne olursa olsun herkese karsi bir ayrimcilik dayatmamasi mumkun degildi</strong>. Nitekim hem Kurt bolgelerinde hem Turk bolgelerinde cesitli baskaldirilar olmus ve bunlar zor kullanarak bastirilmistir. Olaya bu cerceveden bakildiginda, <strong>Cumhuriyet'in dayattigi yeni "Turk" kimligi, Turk kokenlilere karsi da icerisinde kacinilmaz baskicilik olusturmustur</strong>. Turk kimliginin ve milliyetciliginin sonraki donemlerde Cumhuriyet rejiminin kurgulama alani disindaki formulasyonlarinin rejim tarafindan kabul bulmamasi, sapik olarak degerlendirilmesi ve bunlarin da tehlike olarak addedilmesinin kokleri burada yatar. <br /><br /><strong>Ilk basta etnik yonu agir basmamakla beraber, sonralari kurgulanmis yeni Turk kimliginin bir etnik mecraya sapmamasi imkansizdi. Bu imkansizligin ilk sebebi bu kimligin homojenlestirici vasfi, yani onun inkarciligidir. Turkiye'de Turk olandan baskasinin olmadigi iddiasi kacinilmaz olarak Turk olandan baskasinin reddine yol acmistir. Bunun Cumhuriyet tarihi boyunca en cok Kurtler'e iliskin olarak kendini hissettirecektir</strong>. Cerkezler, Bosnaklar, Arnavutlar ve Pomaklar acisindan durum daha farklidir. Bir yerde bu etnik zumreler kaybettiklerini dusundukleri bir yurt yerine Anadolu'da yeni bir yurt edinmisler, bu cercevede de kendilerini kusatici bir Turk kimligi icerisinde degerlendirmede o kadar cok ciddi bir sorun gormemislerdir. Oysa Kurtler acisindan farkli bir durum vardir. Onlar bu topraklarin daha Turkler gelmeden once yerlisi idiler. Ayrica, butun merkezi devlet anlayisina ragmen Osmanli Devleti'nin Kurt bolgelerinde asiret yapisina dayali otonom bir idare seklini devam ettirmesi, devletle iliskilerinde Kurtler'de diger yukarida saydiklarimizdan farkli bir aidiyet duygusunun gelismesine yol acmis, daha once Osmanli zamaninda merkeziyetci reformlara karsi direnen Kurtler bu defa hem merkezi devlet yapisina, hem empoze edilen ve Kurtluk’lerini inkar eden bir kimlige karsi direnmelerine yol acmistir. Daha sonralari insa edilmek istenen kimlige tarihi kok bulma gayretleri (Gunes Dil Teorisi ve Turk Tarih Tezi) bu kimlik arayisini ister istemez etnik bir mecraya da cekecektir. Bunda 1930lu yillarda Avrupa'da esen irkcilik ruzgarlari da etkili olacaktir. <br /><br />Bu arada bir husus gozden kacirilmamalidir: <strong>bu etnik kimlik esasinda Turk etnik kokeninden gelenlere karsi da ayrimcidir. Eger yeni kimligin sekuler karakteri kabullenilmemisse, Turk de Kurt kadar farkli ve tehlikeli olarak gorulmustur. O yuzden de "boluculuk" ve "irtica" basindan itibaren birlikte degerlendirilen ve de bazen ortusen tehlike unsurlaridir</strong>. Bir yerde Batili etno-sekuler kimlik bir ayrimciligin referans noktasini olusturmus, bu kimligi icsellestirmemis olan zumreler sistemden (ister egitimli olsunlar ister olmasinlar) soyutlanmak istenmis, onlarin oylari hor gorulmus, Hasso-Husso, ayagi carikli, takunyali, dagli, kravatli yobaz ve baska sifatlarla anilmislardir. <strong>Olan bir bakima kulturel bir temel uzerine insa edilen (siyasal guc, statu kazanimi ve iktisadi kazancla da pekisen) bir irk ayrimidir</strong>. Bir yanda Kemalist ideolojiye eklemlenmis etno-sekuler Turk kimligini icsellestirmis "<strong>Beyaz Turk</strong>" zumreleri, diger yanda da bu kimligin disinda kalan "<strong>Zenci Turkler</strong>". Aslinda her iki zumre de etnik olarak homojen ogelerden olusmamakta. Onlari ayiran husus, dayatilan kurgulanmis kimligi kabul etmekle, onu kismen veya tamamen reddetmek...<br /><br />Yukarida yazilanlardan yola cikarak, diyebiliriz ki, <strong>Kemalist ideoloji, kurgulanmis etno-sekuler Turk kimligi ve milli guvenlik anlayisi Beyaz Turk elit mentalitesinin birbirinden ayri ele alinmasi imkansiz parcalaridir. Farkliliklar sadece dinsel ve etnik bazda tehlikeli olarak gorulmemis, devletin kurucu ideolojisi disindaki ideolojiler de ya kusku ile karsilanmis ya da dusman gorulmustur. Bu yuzden ne liberalizm ne de komunizm hosgoruyle karsilanmistir. Her ikisi de farklilasmaya vesile olacak sebepler olarak gorulmus ve varlik gostermelerine musaade edilmemistir</strong>. Bu cerceveden yola cikarak, "Kemalizm demokrasiye bir gecis asamasidir" seklindeki gorusleri hakli gormek mumkun degildir. Yeni rejim aslinda varolmus ve pratige dokulmus bir demokratik deneyimin tasarlanan projeye uymayacagini gormus ve onun onune gecmek istemistir. Bunu anlamak icin Birinci Meclis ornegine bakmak gerekmektedir. <br /><br />Birinci Meclis'in Ikinci Grup'u, azinlikta olmasina ragmen, muazzam bir demokrasi deneyimi ortaya koymus ve zaman zaman sonradan CHP'nin temelini olusturan Birinci Grup'un pek cok milletvekilinin oylarini pek cok oylamada ikna gucu yuksek ve demokrasi referansli konusmalariyla etkilemeyi bilmistir. Bu deneyimin yaratmis oldugu rahatsizlik, bir sonraki secimlerde tamamen gudumlu bir aday tesbitine gitmeyi gerektirmistir. Buna ragmen, Ikinci Meclis'te yeni bir muhalefet odagi ortaya cikacak (Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi); fakat o da bir vesile ile kapatilacaktir. Ikinci Mesrutiyet sonrasinda baslayan ve Cumhuriyet'e kadar giderek cogalan her cesidinden sivil toplum yapilanmalari da yasaklanacak, dernek hayati bir kac CHP gudumundeki dernekle sinirlandirilacaktir. <br /><br /><br />1945'den bu zamana kadar tecrube ettigimiz cok partili hayata ragmen bu yapi pek o kadar bir degisiklik gostermemistir. Ortaya cikan sadece bir "<strong>hukumet-devlet ayrimi</strong>"dir. <strong>Devlet hukumetin kendi gudumunde gitmesini istemis, belli olcude gudumunden cikmasina konjoktur geregi hemen tepki gostermemisse de, uygun sartlar bir araya geldiginde gereken mudaheleler hic cekinilmeden yapilmistir. Sonuc ortada: 27 Mayis, 12 Mart, 12 Eylul ve 28 Subat</strong>. Su an AKP iktidari doneminde yasanan da bir yerde 1950'den beri yasanan hukumet-devlet ayrismasinin bir baska izdusumudur. Ancak, AKP'nin diger devrelerden farkli olarak avantaji, oldukca musait bir ic ve dis konjokturu yakalamis olmasidir. Ic konjoktur artik sistemin tikanmis olmasi ve icerdeki taleplerin artik bastirilamayacak noktaya gelmesidir. Milliyetci manipulasyonlar bile, devlet elitine ancak gecici bir nefes aldirtmaktadir. Dis konjoktur ise kuresellesme, AB uyeligi ve ABD'nin yeni bolgesel duzenlemeleri tarafindan belirlenmekte ve tum bunlar iceride birtakim revizyonlari zorlamaktadir. AKP uygun bir ruzgar yakalamistir. Su an yapmasi gereken geminin rotasini dogru yone cevirmektir.Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8757846.post-1119153205415184952001-10-24T21:44:00.000-06:002005-06-18T21:53:25.433-06:00Turkey’s Splintered Islamic Movement at Crossroads<h2>Turkey’s Splintered Islamic Movement at Crossroads* <br /> <br /><br />by Levent Basturk</h2><br /><br /><br /><strong><em>Introduction </em></strong><br /><br />After the Constitutional Court banned the <strong>Fazilet (Virtue) Party</strong> (FP) on June 22, 2001 on the grounds that the party became focal point of anti-secular activities, <strong>Recep Tayyip Erdogan</strong>, former popular mayor of <strong>Istanbul</strong>, and his friends founded the <strong>Justice and Development Party</strong> (<strong>Adalet ve Kalkinma Partisi = AK Party</strong>) in mid-August. 51 deputies joined the AK Party, 46 of them were deputies of the defunct FP. The AK Party became the fifth party in the parliament. The remaining former Fazilet deputies joined the <strong>Saadet (Felicity) Party</strong> (SP) led by Recai Kutan, caretaker leader of the defunct Fazilet. Thus the <strong>National Outlook </strong>Movement (NOM), led by <strong>Necmettin Erbakan</strong> for three decades divided into two major blocks. Although the SP will continue to follow Erbakan’s footsteps, the AK Party preferred to take part in politics as a conservative democrat party. According to the pools, it looks like that Erdogan’s AK Party will be able to get more votes from the former Refah/Fazilet voters than the SP can. <br /><br /><em><strong>What Caused Division in Turkey’s Islamic Movement?</strong></em><br /><br />In order to understand the split within the NOM, we have to look at three broad categories outlined below:<br /><br />The effect of changing social conditions on the NOM, <br />The Disapproval of Erbakan’s policies within the party during the Refah-led coalition government between July 1996 and June 1997 and the discontent within the FP as a result of Erbakan’s interventions into the party affairs against the will of the Fazilet deputies, <br />The differences in opinions among the FP deputies that came on the scene about what kind of political party should represent religious segments in politics. <br />All these issues are very broad issues to address in a short article. I will try to make some general explanations on each of them.<br /><br /><strong>I-Changing Social Conditions and the NOM</strong><br /><br />One of the most important factors that have to be mention in this category is the changing constituency of the movement. The NOM, in the beginning, emerged as a party with the support of petty bourgeoisie (small merchants and industrialists) of provincial towns in Anatolia and Kurds of eastern and southeastern Anatolia who alienated from the system not only because of being Kurd but also devoutly religious. Although the movement’s constituency was not very educated in its early years, the movement had been led by the middle class professionals who remained loyal to cultural codes of their provincial town origins despite the education they got in secular higher educational institutions. The constituency of the movement has, however, rapidly changed during the late 1980s and early 1990s although the leadership stayed same. New entrepreneurs, industrialists, and professional middle class, which emerged among the newly urbanized sectors of big cities and rapidly developing provincial towns, new Muslim intelligentsia, the Kurds moved into big cities in the Western Turkey in addition to the ones living in the East and Southeast parts of the country, and the squatter town dwellers constituted the new support base of the NOM movement represented by the RP in political arena.<br /><br />Secondly, the rigid ideological conflicts of the Cold War years were being replaced by the politics of identity and the search for justice. During the 1970s, the worldview of the NO movement was heavily influenced by the rigid ideological conflict between the rightist and the leftist movements of that period, and Islamism presented itself as the third party in the severe confrontation between the two. The common characteristic of all these three ideological formations was to look at the world from a confrontational logic and see the world as an arena of conflict between the right and wrong. Pluralism, diversity, and difference were not in the vocabulary of that period. During the 1990s, the identity politics has risen and replaced the ideological cleavages of the Cold War period. Indeed, Refah could correctly be able to read these changes and felt the need to be more inclusive and representative toward new cultural and social cleavages within the society. Thus, Refah became both a platform of Islamic activism and a platform for those who demanded reforms in the system. Nevertheless, Refah failed in doing two things, which opened the way for the split of the movement in future:<br /><br />First, The RP failed to develop a pluralist discourse, program, and policy to accommodate these competing interests without confronting the political system. Second, despite the party’s success and capability in mobilizing diverse social groups for its cause, its leadership remained reluctant to develop channels of participation in the administration and decision making process for its popular support base. As a result, the RP began to carry the seeds of conflict between the competing poles such as democrats versus authoritarians, reformists versus conservatives, modernists versus traditionalists, and supporters of participation versus supporters of rigid hierarchy. <br /><br /><strong>II- Disapproval of and Discontent with Erbakan’s Policies</strong><br /><br />The dissatisfaction with Erbakan’s policies within the Refah Party started with the establishment of the coalition government with the True Path Party (TPP) of Tansu Ciller, who described herself during her election campaigns as a barrier in front of radical Islam represented by Refah in political arena. In order to establish and continue this coalition government, the RP had to vote in the Parliament against the Refah-introduced corruption charges accusing Ciller and demanding parliamentary investigation. In the eyes of some Refah parliamentarians and supporters, this coalition was established on morally wrong grounds. The dissatisfaction within the party increased during the tension between the Refah-led government and the military. According to many Refah deputies and supporters, Erbakan bowed to military in order to stay in power and accepted their demands that were totally objectionable by the Refah’s constituency. Despite that, his government was ousted from the power and he and his party were banned from politics by the Constitutional Court. Although the FP, founded after the closure of Refah, emerged with a claim that it was a new and different party, it could not be very convincing because of Erbakan’s constant interventions into the party’s affairs despite the ban on him. According to his critics in the party, his interventions gave the public opinion an image that it was managed by a remote control. Especially, reformists did not like Erbakan’s use of the party to remove his political ban in return for supporting agendas of other groups or parties in the parliament. They kept Erbakan responsible for the unexpectedly low election results in 1999. The differences of opinion within the party aggravated within time and ended up with the elimination of all reformist parliamentarians from the party’s administration. The division within the party became clear when Abdullah Gul challenged Recai Kutan in the first party convention as a candidate for the party leadership. Although reformists lost the election in the convention, the unexpected support they got from the delegates encouraged them to establish their party in future if they would not be able to change the FP from inside.<br /><br /><strong>III-The Differences in Opinions </strong><br /><br />The military intervention into politics during Erbakan’s premiership did not end with ousting Erbakan from power in June 1997. Indeed, it turned to be a secularist crusade against Islamic oriented segments, even including the groups which have never supported the NOM, and continued until today. This intervention is called as the "28 February Process," named after the date of the ultimatum that the military presented Erbakan. In this ultimatum, the military demanded the closure of the middle section of religious schools, re-regulation of Qur’anic courses, monitoring financial and economic activities of religious segments, tightening control on religious brotherhoods, and a crackdown on Islamic dress. During the 28 February Process, the legal system was being politicized by issuing arbitrary prison terms and closing political parties. The military officers and academicians were dismissed from their positions on the grounds of being religious and many female students were denied the right to education because of the ban over headscarf. . In addition to these restrictions, a psychological war has been conducted over religious segments throughout the media. Under these circumstances, many deputies and supporters of the NOM, Islamic oriented intellectuals, and various Islamic formations began to think that an Islamist politics, at least in the short run, would continue to produce more problems for religious segments. Instead, the idea that Muslims would enjoy most of the rights they want to have in a truly democratic society became popular. In a sense, this was also a search for reconciliation between Islam and democracy. Moreover, the reformists thought that having a democratic agenda would eliminate obstacle in front of them both inside and international arena. <br /><br /><strong>Why Recep Tayyip Erdogan?</strong><br /><br />Although what we said above explains the roots of the split within the party, it does not tell us specifically why Erdogan emerged as the leader of the reformists. These are the several factors that led to emergence of Erdogan as a charismatic leader:<br /><br />Erdogan could be able to gain the favor of the RP/FP supporters long before he became the mayor of Istanbul due to his independent character and organizational abilities. Erdogan could be able to dictate himself as mayor candidate in Istanbul despite Erbakan’s objections before the 1994 local elections. As a man of organization, he restructured the Istanbul branch of the party and developed new approaches and strategies to gain more voters from all segments of the society in order to win the municipality elections. <br />His successful and effective mobilization of the party’s women supporters in his election campaign had changed the perceptions and stereotypes in the public about Islamist women. <br />He had very successful term as mayor of Istanbul, the most populated city in Turkey with a lot of infrastructure problems, although he took over a municipality with a big debt burden due to excessive corruption during the reign of previous mayor. The key was his excellent performance as a team organizer who could chose right person for the right job. <br />Erdogan has become a role model, symbol of ambition, and protest for the excluded and marginal segments of the society, with whom he shared similar sociological background. Although Erdogan, coming from a poor family environment and neighborhood, was one of those who benefited from the country’s modernization and economically moved to middle class. Nevertheless, because of his political and cultural perspective, he was still one of the excluded and marginal in the social stratification pyramid. Erdogan acted as the representative of the excluded and marginal social segments both during his election campaign and during his term as mayor while he was being ridiculed by the media as being lumpen and non-urbanized due to his social background. <br />The newly emerged religious-oriented professionals, intellectuals, businessmen, and industrialists became the motivating forces behind Erdogan. Although these segments try to improve their living standards in accordance with middle class consumption habits, at the cognitive level, they share cultural values of and norms of provincial masses and newcomers to the city. On the other hand, they prefer a liberal approach in economy and politics. They believe that pluralist democracy and free market economy will shake the foundations of state-centered authoritarian political system and, thus, end the oligarchy of military and civil bureaucracy, hard core secularist media, politicians of the center, and the Istanbul bourgeoisie. Leaned towards the RP in the past, they were not very satisfied with certain authoritarian aspects of the Refah’s economic and political vision. Most of them belong to the same generation with Erdogan and they saw themselves in Erdogan’s dynamism and ambitiousness. By challenging Erbakan, Erdogan had shown that he went beyond "culture of allegiance-obedience" prevailing in the NOM. Currently, by carrying his challenge to overall political arena, Erdogan emerged as a political representative of the new middle classes’ demands for liberation. <br /><br /><strong>Prospects for Erdogan in Turkish Politics</strong><br /><br />The reformists, as a splintered group from the NOM, were aware that they must be recognized by national and international centers of power in order to survive in politics. The overthrown of the Erbakan-led government and the ban on the Refah were results of concerted efforts of both centers of power. Although Europe and the US did not allow an overt military coup against the Refah-led government, they did not object the military’s pressure over it. The reformists also got the impression that the US would positively look at a political party that seeks reconciliation between Islam and democracy although it would not approve an Islamist political agenda through the channels of communication they established with the US policy makers. The full-pledged support of the American Consul to Erdogan when he was given the 10-months prison sentence because of a speech he delivered was an early indication of the positive view the Americans had about the reformist wing. <br /><br />Before the establishment of the AK Party, both Erdogan and Gul had some contacts with certain US officials. As a result, both sides came to a mutual understanding about each other. However, it is still possible to say that the US will remain cautious about the AK Party. On the other side, the US saw a golden opportunity in the new political formation for two reasons. First, for Americans, keeping the doors closed to Erdogan, the only popular figure in the country at this moment, would extent the political and economic chaos and instability in a strategically very important country. Second, for the certain segments among the US policy makers, a compromise between Islam and democracy would bring political stability to Muslim world and might reduce the tensions between Western and Muslim cultures. In achieving such a compromise between Islam and democracy, Turkey and Turkish Islamic movements have the greatest potential in comparison to other parts of the world. <br /><br />For the reformists, the approval of the state elite was the most critical factor. Nevertheless, they were not completely without the leverage vis-a-vis the state. The lethargy of the political system would bring the state elite into a negotiation table with the reformists. The most important condition by the state elite was that the new party should not resemble the Refah or Fazilet Party of the past. In order to prove that, having a political agenda approved by the state would not be enough in a country where Islamists have always been accused of hiding their real intentions (takiyye). There is no doubt that there were some contacts between reformists and the military. Despite the fact that he was politically banned from politics, Erdogan’s visits to Anatolian towns for political reasons were signs of the tolerance towards him. Even the media was portraying a relatively positive image of the reformists in the FP. Obviously; Erdogan was given a conditional green light. In the beginning, the reasoning behind this was that after the split, none of new parties emerged out of Fazilet might not be able to get 10 percent of votes, the electoral threshold to have seats in the parliament. Nevertheless, when it became clear that Erdogan could be able get up to 30 percent of votes, which allows a political party to come to power alone, the media began to call Erdogan to prove that he left his Islamist past behind and became a real democrat. This media campaign aimed at two things in the beginning: First, the media, the mouthpiece of the regime, was warning Erdogan and his friends that they could not continue to go on their ways without coming to an agreement with the system. Second, the campaign aimed at creating suspicions around Erdogan in order to discourage voters of other parties to vote for him and his party. <br /><br />For the state elite, who did not prevent the Court of Constitution from making a decision that removed the ban over Erdogan, the names of founding members and members of party’s central decision making committee were more important than the political message the reformists were trying to give. At this point, AK Party failed to convince the state elite. In addition to 6 women founding members with headscarf, most of the decisions making committee and founding members were the former Refah/Fazilet members. Then, the media campaign against Erdogan changed its shape and style from questioning his sincerity in his new orientation to an assault on Erdogan and his party. Even a columnist went too far by saying that the march of the periphery’s people toward power must be stopped. This was a call to the center of the power to act to protect the country from non-urbanized, uncivilized, anti-Western social forces (!) before it would be too late to do so. As a part of this campaign, the private Kanal D television aired videotapes of the speeches Erdogan made in 1992, in which he said "you cannot be secular and be Muslim at the same time." After the broadcasting of the videotape, a prosecutor launched an investigation into whether Erdogan should be prosecuted for insulting the state in according to the article 159 of the Turkish Penal Code, which demands prison term up to 6 years. <br /><br />Moreover, chief prosecutor Sabih Kanadoglu asked the Court of Constitution to remove Erdogan from the leadership of the AK Party. He also demanded that 6 female founding members of the party who wear hijab should be barred from party membership. On August 30, the Office of the Joint Staff did not invite Erdogan to the reception held due to the Victory Day celebrations although the Office even invited leader of a part that does not have any seats in the parliament. <br /><br />The most recent campaigns of lynch against Erdogan attempted to damage his reputation as an honest politician. Following media speculations about how Erdogan favored certain companies in biddings of the municipality, the Istanbul police department detained former municipality bureaucrats of Erdogan era and representatives of the Albayraklar holding company. The police tortured some of the detainees and forced them to testify against Erdogan. During these raids, when the police could not find one representative of the Albayraklar at home, they took his wife and three children (all of them are under 12) as hostages. The common conviction is that Mesut Yilmaz, the deputy Prime Minister and leader of the Motherland Party masterminded this operation. Yilmaz’s party is a partner of the three-party coalition government and holds the post of the Ministry of Interior. The Dogan Media group, favored by Yilmaz in many government biddings, served as the propaganda machine of Yilmaz with the hope that the eradication of Erdogan from politics might help the Motherland Party to protect its votes. <br /><br />At this moment, the near future does not look very promising for both reformist and conservative wings of Islamic movement. The Saadet Party led by Recai Kutan and under Erbakan’s surveillance, does not look like that it would be able to pass 10 per cent threshold even if the Erdogan’s party will be prevented from participating elections. The party’s poor performance within last four years even alienated some of the most loyal party supporters. The AK Party did not satisfy the ruling elite because the NOM was heavily represented in it. Although the party could be able to continue, Erdogan would possibly be prevented from continuing his political life. Without Erdogan, a charismatic and popular figure, the AK Party is not expected to perform very well. The common opinion is that Erdogan can only survive if he makes an alliance with another center right party or formation approved by the state. Otherwise chances for Erdogan are very slim. Even the international conjuncture began to work against Erdogan due to recent attacks on the World Trade Center and the Pentagon. During the time when the Pentagon gained the upper hand in the US policy making process, the US would not want to alienate the Turkish military for the sake of Erdogan, who may hesitate to bow to the American demands in many occasions.<br /><br /> * <em>This is one of my old writings (2001) appeared on Media Monitors Network, a daily online newsletter. I re-posted here without revising and updating its content. </em><br /><br /><strong>Source:</strong><br /><br /> <strong>© 2001 Levent Basturk </strong><br /> <br /> Copyright © 2001 <strong>Media Monitors Network</strong>. All rights reserved.Leventhttp://www.blogger.com/profile/16206982120074084776noreply@blogger.com