Saturday, March 30, 2019




SEÇMENLERİMİZE, ÖZELLİKLE DE GENÇLERİMİZE ÇAĞRI


Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar



AKP içinde en sağduyulu bildiklerimiz bile millî birlik ve bütünlüğümüzü tehdit eder mahiyette ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı ve şeytanlaştırıcı bir üslubu benimsemiş bir görüntü sunmaktadırlar.

Bu haliyle iktidar partisi tamamen bir umutsuz vaka görüntüsü sunmaktadır. Tekrar kredi verilebilecek hiç bir hali kalmamış durumdadır.


Sevgili kararsız seçmenlerimiz:

Bu şartlar altında kararsız kalma lüksümüz maalesef yok. Mutlaka bu seçimlerde oy kullanmalıyız.
Artık faturayı kesme zamanıdır.

Oy vermemek, her geçen gün kendini perçinleştiren mağduriyetler yaratan bir gidişata dolaylı olarak destek verme ve bir çeşit kendini kurban olarak sunma halidir.

Unutmayınız:
İçinde bulunduğumuz şartlarda, aynı ittifakın içinde yer alan MHP'ye oy vermekle AKP'ye oy vermek arasında da bir fark kalmamıştır.
MHP ve AKP oluşturdukları iktidar bloğu sayesinde etle tırnak hale gelmişlerdir.

Sevgili gençlerimiz:
Çoğunuz, 17 yıldır devam etmekte olan bir iktidar sayesinde bu ülkeden ve gelecekten umudu kesmiş hale getirildiniz.
Bunu 5 yıllık üniversite hocalığım sırasında ve yaptığımız seçim kampanyası sürecinde de gözlemledim.
Bir çoğunuz eğitim hayatınızın tamamını veya büyük bir kısmını 17 yıllık AKP döneminde yaşadınız. Sizlerin içinde bulunduğu umutsuz durum hakkında mevcut iktidarın hiç bir mazeret üretecek hâli kalmamıştır.

Çoğunuz aklı erdiğinden beri, AKP'den başka bir iktidar görmedi.
Sandığa gitmemek sizi gelecekten ve ülkeden umut keser hale getirenleri ödüllendirmektir.
Bu seçim gençlerin seçimidir.

Sevgili gençlerimiz:
Sizleri bu ülkeden ve gelecekten umut keser hale getirmiş AKP ve ortağı MHP'ye bu seçimde mutlaka bir ikaz göndermeniz gerekmektedir.
Ayrımcılığın, kayırmacılığın ve partizanlığın adresi olmuş bu iktidar bloğundan size hiç bir hayır gelmez.

Bu seçim kesinlikle bir hesap sorma seçimidir.
Eğer bu seçimde hesap soramazsanız, belki bir nesil daha sorma imkanı bulamayacaksınız.
.

İktidar bloğunun baskıcı/otoriter eğilimi artık bütün çıplaklığıyla ortadadır. Mızrak çuvala sığmaz hale gelmiştir.
Mazeret üretecek zaman kalmamıştır.

Sadece mutfaktaki ve cepteki yangın değil tek sorunumuz.
Bu ülkede artık hukukun üstünlüğünden söz etmek de imkansız hale gelmiştir.

Düşünme ve kendimizi ifade etme özgürlüğümüzün alanı da her geçen gün daraltılmaktadır.

Medyanın yüzde 95'i üzerinde tekel kurmuş olan iktidar, adeta bütün toplumu ahmaklaştırma deneyiminin kobayları durumuna sokmuştur.

Kendisi için mübah olan herşeyi, iktidar,  medyası sayesinde başkasına haram kılmaktadır.
Kendisi aynı nitelikte kişileri milletvekili, MKYK üyesi, belediye başkanı vs yaparken, muhalefet için bu tip kişileri encümen listesinde bulundurmak teröre hizmet sayılmaktadır.

Bu seçimde iktidar bloğuna gösterilen kuvvetli bir ikaz aynı zamanda Kirli Havuz Medyası yoluyla ahmaklaştırılmaya da dur demek olacaktır.


LEVENT BAŞTÜRK
SAADET PARTİSİ ESKİŞEHİR BBB ADAYI

Sunday, February 03, 2019

S.P. ESKİŞEHİR B.B.B. Adayı LEVENT BAŞTÜRK'ün 3 Şubat 2019 Tarihli Basın Açıklaması: AK PARTİ 1994 RUHUNU GASPEDEMEYECEKTİR!


AK PARTİ 1994 RUHUNU GASPEDEMEYECEKTİR! 




Değerli Basın Mensupları, hoşgeldiniz. Hepinizi en samimi duygularımla selamlıyorum. Hepinize yakın bir gelecekte, basının üzerindeki kısıtlamaların kalktığı özgür bir Türkiye’de mesleğinizi icra etmenizi temenni ediyorum.

2002’den bugüne Türkiye’yi yönetmekte olan AK Parti hükümetleri defalarca birbirine zıt düşen davranışlarda ve söylemlerde bulunmuştur. Özellikle son 4-5 yıl içinde bu birbirine zıt davranışları ve söylemleri aynı gün içinde bile gözlemlemek mümkün olmaktadır. Örneğin, 23 Ocak 2019 günü, bu günlerden biridir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya ziyaretindedir. O gün Türkiye hükümeti, Venezuela Devlet Başkanı’na “Kardeşim Maduro, dik dur eğilme, ABD’ye karşı Türkiye seninle” mesajını göndermiştir. FAKAT aynı gün Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olan şahsın Al-Jazeera English websitesinde “Suriye’de ABD çıkarlarını yalnızca Türkiye koruyabilir” başlığıyla bir yazısı da yayınlanmıştır. Bir başka deyişle, Türkiye, ABD’nin rakibi Rusya’yla resmi görüşmelerde bulunduğu bir günde, hem Rusya’yla birlikte ABD’ye karşı Venezuela lideri Maduro’nun safında yer almış, hem de Suriye’de Rusya’ya karşı nüfuz alanı tesis etme derdinde olan ABD’ye “senin bölgedeki çıkarlarının en sahici koruyucusu benim” mesajını gönderebilmiştir.

Benzer bir çelişkili durum AK Parti’nin 31 Ocak günü açıklamış olduğu 11 maddelik yerel seçim manifestosunda da kendisini göstermektedir. Düzenlenen törende Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı seçim vaatlerinin 2014 yerel seçim vaatleriyle benzerlik gösterdiği dikkatleri çekmiştir. “İmarda düzen, yatay mimari, üretim, şeffaflık” vaatlerini bu yıl da tekrarlanmıştır. Bir başka deyişle, iktidar partisi bir kez daha “değişmeyen ama uygulanamayan seçim vaatleri”nde bulunmuştur. AK Parti’nin bu durumu bizi ister istemez şöyle bir tanımı yapmaya teşvik etmektedir:

16 yıldır iktidarda olup da hiç iktidara gelmemiş bir muhalefet partisi gibi davranan ve 16 yıllık icraatlarının tam tersini yapacağını iddia eden siyasi partiye AK Parti denir.

AK Parti’nin ve adaylarının iktidarda değilmiş gibi vaatlerde bulunması ve ilaveten "1994 Ruhu"na dönüş çağrısı da yapması, adeta yaramazlık yapan ilkokul öğrencisinin "ben yapmadım öğretmenim" mazeretini andırmaktadır! AK Parti’nin seçim vaatlerine bakınca insan ister istemez sanki vaatleri yapanın iktidar partisi değil de, onu devirmek için ortaya çıkmış alternatif bir siyasi oluşum olduğu hissine kapılmaktadır.

AK Parti ileri gelenlerinin sanki kendileri iktidarda değilmiş gibi yaptıkları eleştiriler ve vaatler “muhalefetten rol çalma” görüntüsü vermektedir.  Malumunuz, bir zamanların tek parti rejiminde "bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz" denmişti.

Bugün de 2. Milli Şef rejimi olarak adlandırabileceğimiz mevcut konjonktürde iktidar partisi "bu memlekette muhalafet yapılacaksa onu da biz yaparız" demektedir!

İktidarın tutarsız ve çelişkili söylem ve icraatlarında zirve noktasını da, açıklanan 11 maddelik manifestonun yanısıra “1994 ruhu” ve “1994 belediyecilik anlayışı”na vurgu yapılması oluşturmuştur. Açıktır ki1994 belediyecilik anlayışından söz ederken Erdoğan’ın referansı, Milli Görüş belediyeciliğinin mühür vurduğu “94 yerel seçimleri”ydi. 1994 yılındaki yerel seçimlerde Milli Görüş’ün temsilcisi olarak Refah Partisi kent belediyelerinin çoğunluğunu kazanmıştı.

 İlginç bir şekilde Erdoğan törendeki konuşmasında partisinin “17 yıllık tek başına yerel ve geneldeki iktidar” dönemlerini adeta eleştirmiş ve hiçbir başarılı hizmete vurgu yapmamıştı. Erdoğan’ın “1994 belediyecilik başarısını” sahiplenme çabası bir bakıma partisinin 17 yıllık başarısızlığını kabul etme anlamına geliyordu. Ayrıca Erdoğan, Milli Görüş’ün başarısını da gayri ihtiyari tasdik etmiş oluyordu.

Ancak iktidar medyasında gözümüze çarpan "1994 Ruhu'yla yeni ufuklara" sloganı yeni bir şehir efsanesi inşa etme çabası olma niteliğini de taşıyor. Bunu en bariz olarak faiz olgusuna bakarak gözlemleyebilmekteyiz. Ekonomideki olumsuz dalgalanmalara rağmen AK Parti döneminde bankalar kazanmaya devam ediyor: 2018'de bankaların faiz gelirleri yüzde 29 artarak 146,2 milyar TL'ye çıktı!

Herşeyleri gibi AK Parti’nin faiz karşıtlığı da sadece semboller üzerinden duygu siyaseti yapmaktan ibaret kalıyor. Güya Gezi Olaylarının müsebbibi "faiz lobisi"ydi. Lakin o zamandan bu zamana, AK Parti döneminde bankacılık her yıl en kazançlı çıkan sektör olma konumunu korumakta devam etmekte!

Milli Görüş çizgisinin son partisi olan Saadet Partisi’nin lideri Temel Karamollaoğlu'nun da belirttiği gibi, "ruh çağırmakla gelmez". Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etrafındaki siyasi ekibe ve danışman kadrolarına baktığımızda, pek çok ismin Milli Görüşçülükle ve de 1994 ruhuyla uzaktan yakından alakalı olmadıklarını görebilmekteyiz.  Ayrıca neredeyse resmi gazete görünümündeki iktidara yakın medyanın söylemine ve habercilik anlayışına bakınca da, bunların 1994 Ruhu’yla en ufak bir irtibatını görebilmemiz mümkün değil.  Ve şunu açıkça söyleyebiliriz ki 1994 Ruhu'nun karşısında olduğu her şey bugün AK Parti iktidarının bünyesinde vardır
 
1994 Ruhu ifadesini Milli Görüşçü belediyelerde asılan “Rüşvet alan da, veren de mel’undur” yazılı levhalarda bulmuştu. 2004’ten sonra yerel yönetimlerde yer alan zihniyet, “çalıyor, ama çalışıyor” veya “rüşvet alan da veren de memnundur” şeklinde ifade edilir olmuştur. Ayrıca 2002’de “Milli Görüş gömleğini çıkardığını” söylemiş olan Erdoğan kendisine Muhafazakar Demokrat gömleğini seçerek bir yerde 1994 Ruhu’nu da geride bıraktığını ilan etmiştir. 1994’de Erdoğan’ın belediye başkanı seçildiği İstanbul dahil, Türkiye’nin pek çok şehrinde seçimleri kazanan Refah Partisi olmuştur. 2001 yılına kadar AK Parti’nin herhangi bir tüzel kişiliği bile mevcut değildir.

Hal buyken bugün Erdoğan’ın 1994 Ruhu üzerinde tekel kurma çabası içinde olduğu görülmektedir. Ak Parti medyasında “AK Parti’nin ilk kez belediyelerde ağırlığını hissettirdiği 1994 seçimleri” veya “Erdoğan’ın 1994 yılındaki belediyecilik anlayışı” gibi ifadelerin kullanıldığını görmekteyiz. Oysa o tarihte ne AK Parti vardır ne de bir siyasi lider olarak Erdoğan! Ancak bugünün iktidar partisi otoriter muktedir narsizmi diyebileceğimiz bir tavır içinde 1994 Ruhu üzerinde tekelci bir hak iddia edebilmektetir!


Bu tekelci tavır günümüzde yaşadığımız İkinci Milli Şef Dönemi’nin bir tezahürüdür.
Ülkemizde genel ve yerel seçimlerin düzenleniyor olması kimseyi yanıltmamalıdır. İçinde bulunduğumuz konjonktürde seçimler ve parti çokluğu Tek Partili İkinci Milli Şef (Reis) Yönetiminin kamuflajı olmaktan öte gidememektedirSeçimlerin düzenlendiği ve birden fazla partinin varlığını sürdürdüğü, ama otoriter vasfı şüphe götürmez rejimler de vardır. Siyaset Biliminde bu tip rejimler seçimli otokrasi, yarışmacı otoriterlik veya plebisiter otoriterlik  gibi isimlerle adlandırılmaktadır. Bugün ülkemizde varolan böyle bir rejim türüdür. Maalesef bugün ülkemizde bir hukuk devletinin varlığından ve hukukun üstünlüğünden sözetmek imkansız hale gelmiştir.

Adalet yoksunluğu ve zulüm için mazeret üretilemez. Beka, hukuksuzluğun ve kutuplaştırıcı bir siyasi dil kullanmanın gerekçesi olamaz. Beka gerekçesiyle zulmü meşrulaştırmaya çalışırsanız beka ve milli güvenlik sorununun ortaya çıkması için temelleri atmış olursunuz.

Tarih ve tarihi şahsiyetler üzerinden hamaset inşasının ve istismar çabasının son günlerde merhum Necmettin Erbakan’ı da tekeline alma gayreti içinde olduğu görülmektedir. Ancak Erbakan’ın tarihten alınması gereken dersler olarak saydığı hususlardan fersah fersah uzak olanlar, merhumun ismini maalesef taciz etmekten öte gidememektedirler. Nedir Erbakan’ın tarihten alınması gereken dersler olarak üzerinde durduğu hususlar?

--- Materyalizm değil, maneviyatçılık esas alınmalıdır,
--- Çatışma değil, diyalog esas alınmalıdır,
--- Çifte standart değil, adalet esas alınmalıdır,
--- Üstünlük değil, eşitlik esas alınmalıdır,
--- Sömürü değil, işbirliği esas alınmalıdır.

Dolayısıyla, Erbakan’ın talebesi görüntüsünü vermekten hoşlansalar da, günümüzün muktedir/ler/inin asıl ilham kaynağı Makyavelizm ve “dün dündür, bugün de bugün” sözünde ifadesini bulan ilkesiz pragmatizmdir.  

 



                         LEVENT BAŞTÜRK
                        Saadet Partisi ESKİŞEHİR
                        B.B.B. Adayı

Thursday, January 31, 2019

“CeHaPe ZİHNİYETİ” BAHANE, İKİNCİ MİLLİ ŞEFLİK ŞAHANE!


“CeHaPe ZİHNİYETİ” BAHANE, İKİNCİ MİLLİ ŞEFLİK ŞAHANE!



İktidar partisinin 24 Haziran Genel Seçimleri kampanyasından bu zamana kadar giderek artan dozda “CeHaPe zihniyeti” sözünü bol bol duyar olduk. Sadece duymakla kalmıyoruz, onunla korkutuluyoruz.

Peki, nedir bu CeHaPe zihniyeti?

Bundan kasıt 1923-1946 yılları arasında ülkeyi idare etmiş CHP hükümetleri, bu hükümetlerin projeleri ve icraatları ve bütün Cumhuriyet tarihi boyunca CHP iktidarda olmasa bile ülkede rejimin siyasi meşruluk sınırlarını çizen resmi ideoloji Kemalizm’dir. CHP 1950’den sonra bir daha tek başına iktidara gelememiştir.  CHP ve onunla aynı zeminde örtüşen partiler (SHP ve DSP gibi) 1950 sonrası dönemde ancak koalisyon hükümetleri olarak iktidarda yer almışlardır. Ancak Türkiye’de askeri darbe veya müdahale dönemlerinde Kemalizm (veya Atatürkçülük) darbelerin meşrulaştırıcı fikri çerçevesini oluşturmuştur.

“CeHaPe zihniyeti”, kıtlık ve yokluk gibi durumlara da bir referanstır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında temel tüketim mallarının karneye bağlanmış olması Türkiye toplumunun toplumsal hafızasında kazınmaz bir şekilde yer etmiştir. Ayrıca 1978-1979 yıllarında Başbakan Bülent Ecevit önderliğindeki CHP’nin ana gövdesini oluşturduğu koalisyon hükümeti döneminde ampül, pirinç, yemeklik yağ, tüp ve gaz gibi bazı temel tüketim maddelerinin kıtlığı çekilmiştir. “CeHaPe zihniyeti”ne referans yapılırken kıtlığı çekilen ürünlerin karaborsa dışında temin edilmesi esnasında yaşanmış uzun kuyruklara da bir vurgu vardır.

Ancak “CeHaPe zihniyeti” derken asıl ve en mühim vurgu toplumsal ve siyasal baskılarıyla zihinlerde yer etmiş Tek Parti Yönetiminin otoriter vasfıdır. Bu dönemde Devlet’le CHP özdeşleşmiştir, yani içiçe girmiştir. Ancak “CeHaPe zihniyeti” ifadesini bir korkutma taktiği olarak diline dolamış olan Ak Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu döneme referansı İsmet İnönü’yle sınırlıdır. Oysa 1923-1938 yılları arasındaki Tek Parti Yönetiminin lideri Mustafa Kemal Atatürk’dü. Erdoğan pragmatik bir biçimde kendi siyasi söyleminde bir meşrulaştırma vasıtası olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü araçsallaştırmayı tercih etmiştir. Atatürk hariç tutulunca, ister istemez sadece İsmet İnönü’yü şeytanlaştırma üzerinden yeni bir baskıcı Tek Partili Yönetim tasviri yapılmıştır. Bu tasvir zaman içinde bir hınç ve kin nesnesi olarak bir simgesel nitelik de kazanmıştır.

Kısaca, “CeHaPe zihniyeti” derken kasıt büyük ölçüde Devlet’le Parti’nin özdeşleşmiş olduğu bir baskıcı rejime referansta bulunulmaktadır.

Bağımsızlık mücadelesinde Cezayirli direnişçiler safında Fransızlara karşı savaşmış Martinikli düşünür ve psikiyatrist Frantz Fanon parti-devlet bütünleşmesinin sonuçlarını şöyle izah eder: “Eğer bir parti iktidarla özdeşleşirse kendi batıl amaçlarına ulaşmanın, yönetimde bir iş elde etmenin ve terfi etmenin, rütbe kazanmanın ve bir kariyer sahibi olmanın en kısa yolu olur.”

Kısaca, Fanon’a göre parti-devlet özdeşleşmesi liyakatın olmadığı ve kayırmacılığın hakim olduğu bir yönetim anlayışını icraata koymaktadır. Fanon’un ortaya koyduğu açıdan bakınca, işin gerçeği, bugün ülkemizdeki iktidar bizzat şeytanlaştırdığı bir yönetim anlayışını icraata dökmüş bir siyasi aktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tek partili dönemde ülkemizde yönetim veya hükümet kendini “Milli Şef” sembolüyle ifade etmiştir. Elitler ve müesses nizamdan menfaat temin edenler Milli Şef etrafında kenetlenmiştir. Bugün korkutulduğumuz budur.

Ancak anlamak istemediğimiz de şudur: Bugün ülkemizde yönetim veya hükümet kendini “Reis” sembolüyle ifade etmektedir. Elitler ve müesses nizamdan çıkar sağlayanlar Reis etrafında kenetlenmiş vaziyettedirler.

Aslında günümüzde yaşadığımız bir İkinci Milli Şef Dönemidir.

Ülkemizde genel ve yerel seçimlerin düzenleniyor olması kimseyi yanıltmamalıdır. İçinde bulunduğumuz konjonktürde seçimler ve parti çokluğu Tek Partili İkinci Milli Şef (Reis) Yönetiminin kamuflajı olmaktan öte gidememektedir. Fanon’un iktidar-parti özdeşleşmesi konusunda ifade ettiği gerçekler bugün de hayatımızın bir parçasıdır.

Seçim demokratik bir rejimin bir gerekli şartıdır; fakat yeterli şartı değildir. Seçimlerin düzenlendiği ve birden fazla partinin varlığını sürdürdüğü, ama otoriter vasfı şüphe götürmez rejimler için geliştirilmiş ve ülkemiz için de geçerli olan çeşitli kavramlar vardır: Seçimli otokrasi, rekabetçi otoriterlik, melez rejim ve plebisiter otoriterlik  vs.

Yaşadığımız otoriter rejim gerçekliğini örtmek için bize sunulan bir diğer gerekçe de “dini alandaki kazanımlarımız”dır. Ancak yine Fanon’un belirttiği gibi, sömürü düzenlerinde dini müesseseler/yapılar bizleri Tanrı’nın yoluna değil, efendinin/ezenin/muktedirin yoluna çağırır. Günümüzde bunu Cuma hutbelerinde bol bol hissediyoruz.

İçinde bulunduğumuz 2. Milli Şef Dönemi’nin bir diğer mühim özelliği de şatafatlı saray hayatıdır.
Saray bir itibar unsuru olarak sunulur. Ve israf, itibarla meşrulaştırılır. Bir tane yetmez, irili ufaklı ikincisi yapılır, üçüncüsü de planlanır. Timsah henüz canlıyken soyulan derisinden imal edilen 30 bin dolarlık çantada itibar denilen şeyin aslında bir yozlaşma olduğu ortaya konulur. Halkın en temel ihtiyacı olan et, süt ve yumurtadan bile yüzde 8 vergi alan bu zihniyet topladığı vergileri harcayarak kilosu 4 bin lira olan çay içer, resepsiyonlarında normal vatandaşın görmediği, hatta adını bile duymadığı ejder meyveli smoothie servis eder.

İbn Haldun’dan yola çıkarak ifade edecek olursak, bu durum devleti yıpratıp bir eski giysi haline getiren ve sonunda büsbütün yıkıp yok eden varlıklı, parlak bir hayattırLakin İbn Haldun’un adına üniversite açan muktedir/ler/imiz için özelde İbn Haldun, genelde tarih ve tarihi şahsiyetler sadece ve sadece birer istismar nesneleridirler. Tarihi bir ders vesilesi olarak görmek gibi bir eğilimleri yoktur.

Ibn Haldun şöyle der: “Devlet basiretli hareket eder, tedbirli davranır, haksızlık etmez ve doğru yoldan sapmazsa pazarında som altın ve saf gümüş revaç bulur. Ama kinle hareket eder, kötü amaçlar peşinde koşar ve zulüm ve batılın komisyonculuğuna yönelirse o durumda pazarında kötü şeyler revaç bulur. Araştırıp doğruyu bulmadaki ölçü, eleştirel ve basiretli olmaktır.”

Muktedir/ler/imizin adına üniversite açtığı Ibn Haldun adaletin öneminden söz ediyor, haksızlık etmeyin diyor, kin gütmeyin ve zulmetmeyin diyor... Fakat Muktedir/ler/imiz hepsini yapıyor!

İmam Ebu Yusuf’a göre “bina adalet üzerine  ve doğruluk harcından mahrum temeller üzerine kurulduğu vakit Allah o binanın temellerini bozar, yapanların ve yapılmasına yardım edenlerin üzerine yıkar”.

Adalet yoksunluğu ve zulüm için mazeret üretilemez. Beka, adaletin ortadan kaldırılmasının gerekçesi olamaz. Beka gerekçesiyle zulmü meşrulaştırmaya çalışırsanız beka sorununun ortaya çıkması için temelleri atmış olursunuz.

Tarih ve tarihi şahsiyetler üzerinden hamaset inşası ve istismar çabasının son günlerde merhum Necmettin Erbakan’ı da tekeline alma gayreti içinde olduğu görülmektedir. Ancak Erbakan’ın tarihten alınması gereken dersler olarak saydığı hususlardan fersah fersah uzak olanlar, merhumun ismini maalesef taciz etmekten öte gidememektedirler. Nedir Erbakan’ın tarihten alınması gereken dersler olarak üzerinde durduğu hususlar?

--- Materyalizm değil, maneviyatçılık esas alınmalıdır,
--- Çatışma değil, diyalog esas alınmalıdır,
--- Çifte standart değil, adalet esas alınmalıdır,
--- Üstünlük değil, eşitlik esas alınmalıdır,
--- Sömürü değil, işbirliği esas alınmalıdır.

Kolayca takdir edileceği gibi, günümüzün muktedir/ler/i Erbakan’ın talebesi görüntüsünü vermekten hoşlansalar da, asıl derslerini, önce lanetler gibi göründükleri, ama aslında öykündükleri tek parti liderliğinden, sonra da “dün dündür, bugün de bugün” sözlerini tarihe paslı çiviyle çakmış Süleyman Demirel’den almışlar ve hatta sofistikasyon bakımından onları bile fersah fersah geride bırakmışlardır.