Sunday, December 21, 2003

Devlet Degisime Neden Direniyor?

Devlet Degisime Neden Direniyor?

Levent Basturk

Artik inkar edilemez bir gercek olarak ortada ki, toplumun buyuk bir kesimi statukodan hosnut degil ve sistemde degisiklik talep ediyor. Degisim talebinde bulunan kesimlerin homojen olmamasi ve cesitli kesimlerin taleplerini digerlerinden farkli konularda dile getirmesi, degisim taleplerinin gercek boyutunun ne oldugunu olcmede bir zaafiyet yaratsa da, rejimi canla basla savunmaya kararli kesimlerin de inkar edemedigi gercek, artik deniz bitmis ve statuko tikanmistir. Hukuksuzluk inkar edlilemez bir sekilde kendini hissettirmektedir. Ancak boyle bir ortamda guc sahipleri degisim taleplerine karsi hala belli zumreleri harekete gecirebiliyorsa, bu da son yuz yila hakim olan korku mentalitesinin an asiri irkci motiflerle somurulmesi ve bu somuru uzerinde belli hassasiyetlerin harekete gecirilmesi sonucudur. Ozellikle Imparatorlugun son ceyrek yuzyilinda, hiristiyan azinliklarin gerek bagimsizlik kazanma gerekse dis devletlerin kiskirtmalari sonucu ayaklanmalari ve onlari takip eden savaslar sonucu devletin devamli toprak kaybina ugramasi, Osmanli askeri-burokratik elitleri tarafindan kurulmus olan Turkiye Cumhuriyeti'inin kurulusunda ve devaminda pek cok alanda kendini hissettiren bir kabus islevi gormustur. Bu kabusun neticesi olarak, farklilik korkulan bir fenomen olarak algilanmis ve farkliliga sebebiyet verecek her turlu unsurun onune gecilmesi icin asamali olarak cesitli gayretler icerisinde olunmustur.

Farkliliklarin gecmek icin dusunulen en koklu care nufusun homojenlestirilmesine calisilmasidir. Bu cercevede ilk alinan tebdir, ulke topraklarinin gayri-muslim unsurlardan arindirilmak istenmesi olmustur. Yunanistan'la imzalanan mubadele anlasmasi bu amaca buyuk olcude hizmet etmistir (tehcir ve baska hadiselerle Ermeni nufusu daha onceden Anadolu topraklarindan buyuk olcude uzaklastirilmisti). Ancak bununla yetinilmeyecek, yeni rejim Yahudiler'e karsi da bir Turklestirme politikasi izleyecektir. Gerek bu Turklestirme politikasinin sonucu gerekse Varlik Vergisi hadisesine varan gelismeler neticesinde Yahudi nufusun onemli bir kismi da Turkiye'den ayrilacak Israil'e, Guney Amerika'ya ve ABD'ye yerlesecektir.

Ancak farkliliklarin onune gecme sadece ulkenin gayri-Muslim nufustan arindirilmasi ile bitmemektedir. Musluman nufus da homojen bir yapi arzetmemektedir. Herseyden once Islam dininin pratigi acisindan musluman nufus bolunmus durumdadir. Radikal Batici reformlar gerceklestirmek idealinde olan yeni rejimin lider kadrolari, heterodoks bir karakter arzeden Alevilik ve Bektasilik'i kendi kuracaklari yeni rejim icin bir guvence olarak gormekle beraber, bir yandan da onlarda asirlardir gelismis olan ekalliyet suurunu da bir tehlike unsuru olarak gormektedir. Bir yandan devletin benimseyecegi laiklik prensibi ile bu kesimlerin bir yerde cogunluga karsi korumaya alinmasi sonucu rejime bir destek saglanacagi hesabi yapilirken, ote yandan da Alevi ve Bektasi kimligini yasatan kurumsal yapilar olan tarikatlar (Sunni olanlariyla birlikte) yasaklanacaktir. Bu durum pek cok kesimce yeni rejim tarafindan Sunnilik'in Alevilik'e karsi imtiyazli kilindigi gibi algilanacaksa da, konuya biraz dikkatlice bir bakis aslinda hic de oyle olmadigini gostermektedir.

Devletin sanki Sunniler'in yaninda imis gibi gorunmesine yol acan husus, Diyanet Isleri Baskanligi (DIB)'nin kurulmasi ve bu kurumun adeta Sunni-Hanefi Islam'in kurallari cercevesinde faaliyet gosteren bir kurum gibi gorunmesidir. Ancak burada gozden kacirilan bir husus vardir: DIB, Sunni Islam'a hizmet eden bir kurum olmanin otesinde, onu kontrol altinda tutan ve ona yapilan mudaheleleri mesrulastiran bir kurum olarak islev gormesidir. Daha baska bir ifadeyle, DIB vasitasiyle devlet din islerini sivil toplumun insiyatifinden almis ve sivil toplumun dinsel pratiklerini de devletin mudahele alani icine sokmustur. Tarikat yapilanmalari (Alevi olanlari dahil) kendilerini yasal alanin disina cikararak, aslinda bu mudahelenin disinda kalma firsati bulmustur. Belli bir tarikat yapilanmasi icinde yer almiyan toplumun cok onemli bir cogunlugu, tamamen sivil topluma birakilmasi gereken din alaninda devlet mudahelelerinin nesnesi haline gelmistir.

DIB'nin devlet burokrasisi icinde yapilandirilmasi aslinda homojen bir toplum yaratma projesinin kurumsal bir duzenlemesidir. Cumhuriyet eliti yeni bir Turk kimligi insa etmek istemektedir. Bu kimligin ana unsuru Turkluk'un bir etnik kimlik olarak tanimlanmasi degildir. Aslinda Turkluk ilk basta Turkiye Cumhuriyeti vatandaslarina verilen ad olarak dusunulmustur. Bu kimligin asil tanimlayici ogesi onun sekuler karakteridir. Din bu kimligin ana tanimlayicisi olmaktan cikacak, Turkiye'de yasiyan insanlarin Turk diye anildigi Batili yeni bir ulus yaratilacaktir. Bu ilk etapta, etnik bir kokenden hareket ediyor gibi gorunmeyen yeni ulus yaratma projesi, Cumhuriyet elitinin etnik kokenleri ile de bir uyum icerisinde olmustur. Iclerinden onemli bir kismi Balkanlar'daki degisik musluman etnik gruplara mensup olan bu insanlarin soven bir Turk milliyetciligi izlemesi beklenemezdi. Ancak bu projenin ilk etapta dayandigi sekuler homojenlestiricilik acisindan bu projeyi kabullenmeyen etnik kokeni ne olursa olsun herkese karsi bir ayrimcilik dayatmamasi mumkun degildi. Nitekim hem Kurt bolgelerinde hem Turk bolgelerinde cesitli baskaldirilar olmus ve bunlar zor kullanarak bastirilmistir. Olaya bu cerceveden bakildiginda, Cumhuriyet'in dayattigi yeni "Turk" kimligi, Turk kokenlilere karsi da icerisinde kacinilmaz baskicilik olusturmustur. Turk kimliginin ve milliyetciliginin sonraki donemlerde Cumhuriyet rejiminin kurgulama alani disindaki formulasyonlarinin rejim tarafindan kabul bulmamasi, sapik olarak degerlendirilmesi ve bunlarin da tehlike olarak addedilmesinin kokleri burada yatar.

Ilk basta etnik yonu agir basmamakla beraber, sonralari kurgulanmis yeni Turk kimliginin bir etnik mecraya sapmamasi imkansizdi. Bu imkansizligin ilk sebebi bu kimligin homojenlestirici vasfi, yani onun inkarciligidir. Turkiye'de Turk olandan baskasinin olmadigi iddiasi kacinilmaz olarak Turk olandan baskasinin reddine yol acmistir. Bunun Cumhuriyet tarihi boyunca en cok Kurtler'e iliskin olarak kendini hissettirecektir. Cerkezler, Bosnaklar, Arnavutlar ve Pomaklar acisindan durum daha farklidir. Bir yerde bu etnik zumreler kaybettiklerini dusundukleri bir yurt yerine Anadolu'da yeni bir yurt edinmisler, bu cercevede de kendilerini kusatici bir Turk kimligi icerisinde degerlendirmede o kadar cok ciddi bir sorun gormemislerdir. Oysa Kurtler acisindan farkli bir durum vardir. Onlar bu topraklarin daha Turkler gelmeden once yerlisi idiler. Ayrica, butun merkezi devlet anlayisina ragmen Osmanli Devleti'nin Kurt bolgelerinde asiret yapisina dayali otonom bir idare seklini devam ettirmesi, devletle iliskilerinde Kurtler'de diger yukarida saydiklarimizdan farkli bir aidiyet duygusunun gelismesine yol acmis, daha once Osmanli zamaninda merkeziyetci reformlara karsi direnen Kurtler bu defa hem merkezi devlet yapisina, hem empoze edilen ve Kurtluk’lerini inkar eden bir kimlige karsi direnmelerine yol acmistir. Daha sonralari insa edilmek istenen kimlige tarihi kok bulma gayretleri (Gunes Dil Teorisi ve Turk Tarih Tezi) bu kimlik arayisini ister istemez etnik bir mecraya da cekecektir. Bunda 1930lu yillarda Avrupa'da esen irkcilik ruzgarlari da etkili olacaktir.

Bu arada bir husus gozden kacirilmamalidir: bu etnik kimlik esasinda Turk etnik kokeninden gelenlere karsi da ayrimcidir. Eger yeni kimligin sekuler karakteri kabullenilmemisse, Turk de Kurt kadar farkli ve tehlikeli olarak gorulmustur. O yuzden de "boluculuk" ve "irtica" basindan itibaren birlikte degerlendirilen ve de bazen ortusen tehlike unsurlaridir. Bir yerde Batili etno-sekuler kimlik bir ayrimciligin referans noktasini olusturmus, bu kimligi icsellestirmemis olan zumreler sistemden (ister egitimli olsunlar ister olmasinlar) soyutlanmak istenmis, onlarin oylari hor gorulmus, Hasso-Husso, ayagi carikli, takunyali, dagli, kravatli yobaz ve baska sifatlarla anilmislardir. Olan bir bakima kulturel bir temel uzerine insa edilen (siyasal guc, statu kazanimi ve iktisadi kazancla da pekisen) bir irk ayrimidir. Bir yanda Kemalist ideolojiye eklemlenmis etno-sekuler Turk kimligini icsellestirmis "Beyaz Turk" zumreleri, diger yanda da bu kimligin disinda kalan "Zenci Turkler". Aslinda her iki zumre de etnik olarak homojen ogelerden olusmamakta. Onlari ayiran husus, dayatilan kurgulanmis kimligi kabul etmekle, onu kismen veya tamamen reddetmek...

Yukarida yazilanlardan yola cikarak, diyebiliriz ki, Kemalist ideoloji, kurgulanmis etno-sekuler Turk kimligi ve milli guvenlik anlayisi Beyaz Turk elit mentalitesinin birbirinden ayri ele alinmasi imkansiz parcalaridir. Farkliliklar sadece dinsel ve etnik bazda tehlikeli olarak gorulmemis, devletin kurucu ideolojisi disindaki ideolojiler de ya kusku ile karsilanmis ya da dusman gorulmustur. Bu yuzden ne liberalizm ne de komunizm hosgoruyle karsilanmistir. Her ikisi de farklilasmaya vesile olacak sebepler olarak gorulmus ve varlik gostermelerine musaade edilmemistir. Bu cerceveden yola cikarak, "Kemalizm demokrasiye bir gecis asamasidir" seklindeki gorusleri hakli gormek mumkun degildir. Yeni rejim aslinda varolmus ve pratige dokulmus bir demokratik deneyimin tasarlanan projeye uymayacagini gormus ve onun onune gecmek istemistir. Bunu anlamak icin Birinci Meclis ornegine bakmak gerekmektedir.

Birinci Meclis'in Ikinci Grup'u, azinlikta olmasina ragmen, muazzam bir demokrasi deneyimi ortaya koymus ve zaman zaman sonradan CHP'nin temelini olusturan Birinci Grup'un pek cok milletvekilinin oylarini pek cok oylamada ikna gucu yuksek ve demokrasi referansli konusmalariyla etkilemeyi bilmistir. Bu deneyimin yaratmis oldugu rahatsizlik, bir sonraki secimlerde tamamen gudumlu bir aday tesbitine gitmeyi gerektirmistir. Buna ragmen, Ikinci Meclis'te yeni bir muhalefet odagi ortaya cikacak (Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi); fakat o da bir vesile ile kapatilacaktir. Ikinci Mesrutiyet sonrasinda baslayan ve Cumhuriyet'e kadar giderek cogalan her cesidinden sivil toplum yapilanmalari da yasaklanacak, dernek hayati bir kac CHP gudumundeki dernekle sinirlandirilacaktir.


1945'den bu zamana kadar tecrube ettigimiz cok partili hayata ragmen bu yapi pek o kadar bir degisiklik gostermemistir. Ortaya cikan sadece bir "hukumet-devlet ayrimi"dir. Devlet hukumetin kendi gudumunde gitmesini istemis, belli olcude gudumunden cikmasina konjoktur geregi hemen tepki gostermemisse de, uygun sartlar bir araya geldiginde gereken mudaheleler hic cekinilmeden yapilmistir. Sonuc ortada: 27 Mayis, 12 Mart, 12 Eylul ve 28 Subat. Su an AKP iktidari doneminde yasanan da bir yerde 1950'den beri yasanan hukumet-devlet ayrismasinin bir baska izdusumudur. Ancak, AKP'nin diger devrelerden farkli olarak avantaji, oldukca musait bir ic ve dis konjokturu yakalamis olmasidir. Ic konjoktur artik sistemin tikanmis olmasi ve icerdeki taleplerin artik bastirilamayacak noktaya gelmesidir. Milliyetci manipulasyonlar bile, devlet elitine ancak gecici bir nefes aldirtmaktadir. Dis konjoktur ise kuresellesme, AB uyeligi ve ABD'nin yeni bolgesel duzenlemeleri tarafindan belirlenmekte ve tum bunlar iceride birtakim revizyonlari zorlamaktadir. AKP uygun bir ruzgar yakalamistir. Su an yapmasi gereken geminin rotasini dogru yone cevirmektir.