Monday, July 04, 2011

SURİYE AYAKLANMASI, ESAD REJİMİNİN BEKASI VE AMERİKA

SURİYE AYAKLANMASI, ESAD REJİMİNİN BEKASI VE AMERİKA
Levent Baştürk
30 Haziran tarihli İngiliz Guardian gazetesinin bir haberine göre, ABD ile Beşşar Esad rejimi arasında bir “yol haritası” üzerine bir anlaşmaya varıldı. Suriye muhalefeti tarafından basına sızdırılan bu yol haritası bir rejim değişikliği öngörmekle beraber Esad’ın şimdilik iktidarda kalmasını sağlamakta.
Haberden anladığımıza göre, bu yol haritasını bir taslak rapor halinde, hafta başında Şam’da yapılan muhalefet konferansında katılımcılara dağıtmışlar. Bu durum, haliyle Şam’da yapılan bu muhalefet toplantısına neden Suriye rejiminin müdahele etmediğini de açıklamaktadır. Bir yerde o toplantının, ABD ile Esad arasında geçen görüşmelerin muhalefete aktarılması işlevini yerine getirdiğini görüyoruz.
ABD’NİN ‘YOL HARİTASI’ ÜZERİNDE SURİYE UZLAŞIR MI?

ABD'nin Suriye için çizdiği “yol haritası” Esad’ı güvenli ve barış içinde demokrasiye geçişi idare edecek lider olarak belirlerken, geçici hükümet olarak da görev yapacak olan bir Kurucu Meclis öneriyor. 100 üyeli bu Kurucu Meclis’in 30 üyesini Baas Partisi mensupları oluşturacaklar. Geri kalan 70 üye ise muhalefet adaylarıyla yapılan görüşmeler neticesinde tesbit edilerek Cumhurbaskanı’nca atanacaklar. Baas Partisi’nin de kurulacak diğer partiler gibi, çıkarılacak olan siyasi partilar kanununa göre faaliyet gösteren normal bir parti olması yol haritasının ayrıntıları arasında yer almakta. Yol haritası ayrıca güvenlik güçlerine daha fazla sıkı denetim getirilmesi, barışçı gösteriler için izin ve basın özgürlüğü gibi unsurları kapsıyor.

Suriye muhalefetinin çok dağınık ve bölünmüş olduğu, Suriye rejiminin uzun soluklu bir çatışmada muhalefete karşı direnme kapasitesinin yüksek olması ve hem ülkenin geleceği hem de insan kaybı açısından uzun dönemli bir çatışmanın maliyetinin yüksekliği gözönüne alındığında, bu anlaşmayı muhalefetin kerhen de olsa kabullenme ihtimali oldukça yüksek görünüyor.

Amerikalı yetkililer basına sızdırılan bu girişimi üstlenmek istemeseler de, Suriye’nin içinde olduğu şartlara ve Amerikan-Suriye ilişkilerine dikkatli bir bakış, böyle bir uzlaşının veya “yol haritası”nin, aşağıda sayacağımız sebeplerden ötürü, hem Esad hem de ABD açısından su an için en ideal çözümlerden biri olduğunu ortaya koymaktadır.

1- Suriye’nin dışlanmışlığı ve ekonomik sorunları: Suriye İran’la olan ittifakı ve terörizme destek veren ülkeler listesinde olması nedenlerinden dolayı uluslararası ortamdan nispi olarak tecrit edilmis durumda. Oysa Suriye’nin bir an önce üzerinde yoğunlaşması gereken iktisadi meseleleri ve bunların üstesinden gelebilmesi için de kaynak tedarik etmeye ihtiyacı var. Suriye, kişi başına düşen gelir sıralamasında Arap dünyasında bile en düşük gelire sahip olanlar arasında. Dünya Bankasının 181 ülkeyi içeren sıralamasında ise 114. sırada yer almaktadır. Her Arap ülkesi gibi, genç nüfusu artış gösteren Suriye’nin İran’la yetinerek bu ekonomik kısır döngünün dışına çıkması ise çok zor.

2- Hamas-Hizbullah-İran faktörlerine ve Golan’ın ilhakına rağmen İsrail’le istikrarlı sınır ilişkileri: Aslında Suriye ile İran ideolojik olarak farklı kutuplarda yer alan ülkeler olarak ortak bir amaç etrafında birleşmiş değiller. Bugün Hamas’a ev sahipliği yapan Esad rejiminin Filistinliler’le olan tarihi ilişkilerine bakınca, rejimin kirli ve kanlı bir sayfaya sahip olduğunu da görüyoruz. Hamas liderliğinin yıllardır Suriye’de faaliyet göstermesi, bu ülkenin onlara güvenli bir yuva olduğu anlamına gelmiyor. Hamas Esad rejimince karşısına uygun bir fırsat geçinceye kadar elde tutulan bir pazarlık malzemesi olma özelliğini taşıyor. Suriye’ye ait olan Golan Tepeleri 1967’den beri İsrail’in işgali altında ve resmen İsrail bu toprakları ilhak ettiğini açıklamış. Buna rağmen, İsrail’in en istikrarlı sınır bölgesini Suriye ile olanı oluşturuyor. Hal böyle olunca, Suriye rejimi Hizbullah’a lojistik destek ve Hamas liderliğine sığınma sağlayarak kendisinin İsrail karşısında konumlandırdığı imajını teşhir ederek ülke içindeki despotik rejimi, aktif bir düşmanın varlığıyla meşrulaştırmaya çalışıyor. Yol haritasının kabul edilmesi durumunda, yeni dönemde yeni unsurların yönetime dahil olması nedeniyle Esad’in üzerindeki meşruiyet sorununu daha geniş bir tabana yayılacağı ve kendisine karşı olan uluslararası alandaki tecriti kaldıracağı için, Esad’ın hem Batı ve Hamas-Hizbullah-İran ile olan ilişkilerini çok daha farklı bir zemine oturtacağını söylemek kehanet olmayacaktır.

3- ABD ile iyi ilişkiler Suriye için yaşanmamış bir tecrübe değil: Suriye aslında 1990’ların başından 2000’li yılların ortasına kadar ABD ile ilişkileri geliştirme gayreti içinde oldu. Sovyet sisteminin çökmesinin ardından vuku bulan Irak’a karşı yapılan Birinci Körfez Savaşı, Rusya’nın bir süre için kendi içine kapanması sonucu yalnızlaşmış Suriye’ye ABD’ye yakınlaşması için altın bir fırsat sundu. Suriye bu savaşa az sayıda asker göndererek, sembolik olarak İrak’a karşı ABD’nin yanında yer alan bir Arap ülkesi olarak boy gösterdi. Suriye’nin Saddam Irak’i gibi Baas Partisi yönetimi altında olması, Suriye’nin ABD’nın yanında olmasına ilave bir sembolik önem kazandırıyordu. Bu tarihten sonra da çeşitli vesilelerle Suriye ile ABD arasında işbirliği devam etti. 11 Eylül olaylarından sonra da Suriye, ABD’nin “Terore Karşı Savaş” adı altında giriştiği faaliyetlere önemli katkılar sağladı. Ancak iki ülke arasında olan bazı tali sorunlara, 2005 yılında Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin bir silahlı saldırı sonucu öldürülmesi olayı eklenince Suriye ile ABD arasındaki ilişkiler koptu.

4- Obama yönetiminin Suriye’ye karşı yeni yaklaşımı: Bizatihi Obama yönetiminin beş yıllık bir aradan sonra, geçen yıl Robert Stephen Ford gibi Arap dünyasını, bu dünyanın kendi içindeki açmazlarını ve denge noktalarını iyi bilen bir büyükelçinin Şam'a, Kongre’nin engellemelerine rağmen atamış olması, Obama yönetiminin bu ülkeyle ilişkileri geliştirmek ve Suriye’yi uluslararası sisteme entegre etmek istemesinin açık bir işareti olmasıydı. Suriye rejiminin buradaki açık jesti görmemesi imkansız. Ancak bununla beraber, paketin parçası olarak bazı isteklerin olacağını da bilmemesi imkansız. Ayrıca, Ford’un atanmasını takiben Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns de Suriye’yi ziyarette etti.

ARAP BAHARI’ ABD-SURİYE YAKINLAŞMASINI SEKTEYE UĞRATTI

Eğer “Arap Baharı” denilen gelişmeler vuku bulmasaydı, belki de su an, Suriye ile Amerika arasında bir uzlaşma ortaya çıkabilirdi. Henüz ortak bir zeminde bir uzlaşmanın olmadığı bir ortamda Arap dünyasındaki başkaldırıların patlak vermesinin Suriye rejimini endişeye sevkettiği açık. Arap Baharı’nın Libya’ya karşı bir dış müdaheleyi beraberinde getirmesi de Suriye rejimini, hayatta kalma içgüdüsünün yönlendirdiği bir refleksle hareket etmeye itti. Her ne kadar Arap Baharı’nın bir proje olduğu ve bölgenin toptan dönüşümü için bir yerlerden düğmeye basıldığı iddiaları bol miktarda dile getirilse de, aslında gelişmelerin dikkatlice izlenmesi, ABD ve diğer Batılı güçlerin de buna hazırlıksız yakalandığını gösteriyor (bu ifade ABD ve/veya diğer Batılı güçlerin bölgeye ilişkin projelerinin olabileceğini/olduğunu inkar etmiyorum). Türkiye’de belli çevrelerde de alıcı bulan komplo teorilerine göre, malum proje çerçevesinde Suriye’de olanların arkasında ABD-İsrail-Suudi Arabistan- Türkiye-Müslüman Kardeşler ortaklığında ortaya konmuş olan bir eylem söz konusu.

Bir defa İsrail açısından, nasıl olacağı bilinmeyen bir Müslüman Kardeşler idaresi yerine reflekslerinin bile nasıl olduğunu bildikleri bir Esad idaresi kesinlikle tercih edilir bir durum. Arab Baharı’na hazırlıksız yakalanan, ama gelişmeleri kendisinin bölgeye ilişkin tasavvurlarına göre yönlendirmeye çalışan ABD açısından da Suriye’deki sürecin sağlıklı bir şekilde yönlendirilmesi Esad rejimiyle uzlaşmaktan geçiyor.

ABD NEDEN ESAD’LA UZLAŞMAYI SEÇİYOR?

Altı milyon nüfusa sahip olan bir Libya’da daha örgütlü bir silahlı başkaldırının devletin direnmesi sonucu dış mudaheleyle desteklenmek zorunda kalınması, sanıldığı gibi Kaddafi’nin daha çabuk devrilmesini beraberinde getirmedi. Ve hatta dış müdahele, sebep olduğu sivil halk ölümleri ve tahmin edilenin ötesinde yol açtığı yıkımlarla, başında haklı görünen bir isyanın meşruiyetini tartışılır hale soktu.

Suriye açısından resime bakınca vaziyet Libya’da olduğundan çok daha karmaşık bir mahiyet arzediyor. İran’in resmi yayın organı Press TV ve çeşitli Lübnan ve Suriye kökenli yayınlarda dile getirilen Suriye’ye sızmış El Kaide ile irtibatlı çeşitli silahlı Selefi örgütlerin varlığı iddialarının su ana kadar herhangi bir delili sunulmuş değil. Delil olarak piyasada sadede Şeyh Adnan Arur’un bir video konuşmasında dile getirdiği cinayet ve tecavüz odaklı rejime karşı komplo tavsiyeleri var. Videoda söylenenlerin otantik olup olmadığı belli olmadığı gibi, Adnan Arur’un yüzün üzerinde irili ufaklı gruplara bölünmüş Suriye muhalefeti içindeki yeri ve önemi de belli değil. Hele hele, Türkiye ve Müslüman Kardesler’in İsrail’le işbirliğine koşulduğu iddiasının hiç bir mesnedi yok. Üstelik bu iddialar ortaya atılırken, Suriye’ye meşruiyet sağlamada yem olarak kullanılan Hamas’ın Müslüman Kardeşler’in Filistin dalı olduğu ise toptan ihmal ediliyor.

Suriye muhalefeti açık olarak kesinlikle silahlı bir başkaldırıya girişmeyeceğini ilan etmiş durumda ve rejimin bu yöndeki bütün suçlamalarını reddediyor. Eğer hal böyleyse, gösterilerin aralıksız devam etmesi halinde, eğer rejim silahla karşılık verme kararı alırsa, Tunus ve Mısır’da tanık olduğumuz ordunun tarafsız kalmayı tercihi durumuyla karsılaşmayacağımız su ana kadar belli olmuş durumda. Bir başka deyişle, ABD’nin Suriye’de orduyu yanına çekip diktatörü ve etrafındakileri saf dışı bırakma ihtimali şimdilik yok. Ancak ordunun Sünnî kökenli alt rütbeli subayları ve erlerinin saf değiştirip sivilleri rejime karşı korumaya çalışması ihtimali belki doğabilir. Böyle bir durumda da ortaya çıkacak bir iç savaş, Libya’dakinden çok farklı olarak, bütün bölgeyi tehdit eden bir durum alır. Bir NATO müdahelesi veya sınırlı kapsamda Türkiye tarafından yapılan bir müdahele durumunda ise, Suriye’yi kaybetmemeyi kafasına koymuş bir İran’ın sıcak çatışmaya girmesi ve su ana kadar pek sesini çıkarmayan Rusya’nın da Suriye rejimi lehinde tavır alması ihtimali önümüzdeki manzarayı daha da karmaşık hale getiriyor. Böyle bir gelişmeyi ne ABD’nin ne de diğer NATO üyelerinin, gerek Libya tecrübesinden yola çıkarak ve gerekse başka faktörlerden dolayı istediklerini iddia etmek pek tutarlı bir görüş değil. Bu nedenle, su an Suriye’deki ayaklanmaların dış güçlerin askeri müdahelesini davet etmek için ortaya konan bir icraat olduğu iddiaları kesinlikle gerçeği yansıtmıyor.

Ayrıca Suriye siyasi elitlerinin seküler dünya görüşü, Batıcı oryantasyonu, düşünce/davranış/karar verme biçimlerinin bilinir olması, mevcut rejimin olduğu gibi çökmesi halinde bir güç boşluğunun ortaya çıkması ihtimali ve şu anki muhalefet içinde İslami elementlerin ne kadar güç kazanıp yeni rejimin dış siyasetini ne dereceye kadar Batı ve İsrail aleyhine belirleyeceginin bilinmezliği gibi unsurlar ABD için köklü bir rejim değişimi yerine Esad önderliğinde tedrici bir dönüşüm fikrini ön plana çıkarmaktadır.

ABD’NİN SURİYE’YE YAKLAŞIMI LİBYA’YA OLANDAN FARKLI

ABD’nin su ana kadar aldığı tavırla Libya’da olduğundan çok farklı bir tavrı ortaya koyduğunu açık ve net olarak görmekteyiz. Baas rejimini tedrici olarak dönüştürmeyi amaçlayan bu tavır ABD yönetiminin neden bu zamana kadar Esad rejiminin gayri meşru olduğunu ilan etmekten özenle sakındığını da açıklamaktadır.

Turkiye’nin seçim öncesinde, Başbakan Erdogan’ın Suriye güvenlik güçlerinin saldırılarını “vahşet” olarak nitelendirdiği konuşmasından başlayarak düzenli bir şekilde tavrını net olarak muhalefetin yanında belirlediği ve Suriye rejimini reform yapmaya çağırdığı konuşmalarda aldığı tavır ile ABD’nin şu an aldığı tavır büyük ölçüde örtüşmektedir. Ancak her iki ülke idaresinin yaklaşımlarındaki bu örtüşmeyi sağlayan sebepler birbirlerinden farklı ve kendine özgüdür. Her iki ülkenin Suriye üzerinde ortak bir noktada yer alması bir sonuçtur ve sonucu sebebin yerine koyarak girişilen her türlü açıklama biçimleri ve bunların üzerine inşa edilen “Suriye’yi istikrarsızlaştırma senaryoları” bir komplo teorileri olmanın ötesine gitmemektedir.

Dünya Bülteni 2 Temmuz 2011